Allah razı olsun.

Allah sizden de razı olsun.

Allah sizden de razı olsun.

Allah razı olsun.

En doğrusunu Allah bilir.

Hayır. İnsan Allah'ı anlamanın bir yoludur. Ancak Allah'ı sınırlandırmanın bir yolu değildir. Elbette Cenab-ı Hakkın mahiyetini tam olarak kavrayamıyoruz. Ancak aşkınlığını kavrıyoruz. Bize bu kadar bilmeklik yetiyor. Hüda da bizi bundan mesul tutmuş. Yoksa Allah'ın mahiyetini kavramak kulların yapabileceği birşey değildir. Biz, bize bahşettiği bazı şeyler üzerinden onu tanırız, zaten bunlar onun kendisini bulmamız için bıraktığı izlerdir. Fakat "Bu izler aynısıdır!" demeyiz. Zira güneşin bir el aynasındaki yansıması güneşten haber verir ama güneşin aynısı değildir. Bizden Allah olmayı çözmemiz beklenmiyor. Onun bildirdiği kadar varlığından haberdar olmamız bekleniyor. Böylesi fıtrî deliller 'avuntu' değildir. Zira 'avuntu' olduklarının iddiası da ispat bekler. 'Ölümden sonra bir hayat yok' diye iddia ediyorsanız, 'Ölümden sonra bir hayat yok' diye ispat edebilmelisiniz. Bunu mutlak şekilde ispat edemiyorsanız, biz, şu argümanı sevkederiz: Açlığım yemeğin varlığına işaret ettiği gibi sonsuzluk arzum da ölümden ötesine işaret eder.

@@TV111Resmi Ben de diyorumki birşey çözmemiz gerekmiyor. "Bıraktığı izler" dediğin aynısı değil ama benzer oluyor. Hiçbir dengi olmayan yaratıcının en ufaktan-mecazi bile olsa - yarattıklarına benzememesi gerektiği yazıyor Kuran'da ama benziyor gibi. Aynadaki güneşin yansıması güneş değildir zaten ama güneşe benzer bir görüntüdür. Bunların hepsi, insanların kendi özelliklerini sonsuzluğa uyumunu kuramsallaşırarak "tanrı" kavramını kurguladıkları anlamına gelebiliyor. Ayrıca "avuntu" olmadıklarının iddiası da ispat bekler ve sunduğun argümanlar mantıkla ters ve çelişkili. Açlığımız, yemeğin varlığına işaret eder çünkü her ikisi de maddi ve evrensel olaylardır. Midendeki reseptörler besin yokluğunu algılar ve beyne sinyal gönderir, bu şekilde de beyninin karar verme bölgesi sinyale yanıt oluşturur ve sistem bu şekilde kendini tamamlar. Ama ölümsüzlük bunun gibi test edilebilir, gözlemlenir birşey değil. Direkt olarak bilinebilir bir evrenden(yani bizim evrenimizden) bambaşka farazi bir gerçekliğe adım atacağımıza tanım getirmeye çalışıyorsun. Ölümsüzlüğü/sonsuzluğu arzuluyor olmamız, illa da ebedi bir alemin olacağına işaret etmez. Elde edilebilir, tutulur bir veri yok ortada bunun hakkında, Hatta orası bile elde tutulur bir veri barındırmıyor. Bu nedenle de sadece ve sadece içten iman etmeyi gerektiriyor. Diğer türlü bir mantık aramaya kalksan bir sürü sorun ortaya çıkıyor anlam veremediğin. Ben, her ikimizin de bu konu üzerine %100 doğru bir Bilgi ortaya koyabileceğimizi düşünmüyorum. Orta yoldayım düşünce olarak ve bu kâinatta nasıl, niçin ve neden varolduğumuzu da bilmiyorum. Belki bu soruların sorulması bile mantıksız olabilir. Ama bildiğim tek şey, bu evrendeki olağanüstü ve bir o kadar da ilginç yaşamımızı çok iyi değerlendirmemiz gerektiğidir. Bir daha böyle birşey yaşamayacağız. Belki yokluğa belki de başka bir varlığa kapı aralayacağız bilmiyorum ama hayatın tadını çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Müslümanım ben bu arada, iman etme noktasında inançlıyım. Biraz ilginç gelebilir sana ama durumum bu şekilde. Belki de müslüman bir ailede yaşadığım için veya hâla inanmayı tercih etmek istediğim içindir ya da ölümsüzlüğü çok istediğim içindir. Tüm bunlar, gerçek ne ise onu asla değiştirmeyecek ama olsun ne yapalım.

@@TV111Resmi Ben de diyorumki birşey çözmemiz gerekmiyor. "Bıraktığı izler" dediğin aynısı değil ama benzer oluyor. Hiçbir dengi olmayan yaratıcının en ufaktan-mecazi bile olsa - yarattıklarına benzememesi gerektiği yazıyor Kuran'da ama benziyor gibi. Aynadaki güneşin yansıması güneş değildir zaten ama güneşe benzer bir görüntüdür. Bunların hepsi, insanların kendi özelliklerini sonsuzluğa uyumunu kuramsallaşırarak "tanrı" kavramını kurguladıkları anlamına gelebiliyor. Ayrıca "avuntu" olmadıklarının iddiası da ispat bekler ve sunduğun argümanlar mantıkla ters ve çelişkili. Açlığımız, yemeğin varlığına işaret eder çünkü her ikisi de maddi ve evrensel olaylardır. Midendeki reseptörler besin yokluğunu algılar ve beyne sinyal gönderir, bu şekilde de beyninin karar verme bölgesi sinyale yanıt oluşturur ve sistem bu şekilde kendini tamamlar. Ama ölümsüzlük bunun gibi test edilebilir, gözlemlenir birşey değil. Direkt olarak bilinebilir bir evrenden(yani bizim evrenimizden) bambaşka farazi bir gerçekliğe adım atacağımıza tanım getirmeye çalışıyorsun. Ölümsüzlüğü/sonsuzluğu arzuluyor olmamız, illa da ebedi bir alemin olacağına işaret etmez. Elde edilebilir, tutulur bir veri yok ortada bunun hakkında, Hatta orası bile elde tutulur bir veri barındırmıyor. Bu nedenle de sadece ve sadece içten iman etmeyi gerektiriyor. Diğer türlü bir mantık aramaya kalksan bir sürü sorun ortaya çıkıyor anlam veremediğin. Ben, her ikimizin de bu konu üzerine %100 doğru bir Bilgi ortaya koyabileceğimizi düşünmüyorum. Orta yoldayım düşünce olarak ve bu kâinatta nasıl, niçin ve neden varolduğumuzu da bilmiyorum. Belki bu soruların sorulması bile mantıksız olabilir. Ama bildiğim tek şey, bu evrendeki olağanüstü ve bir o kadar da ilginç yaşamımızı çok iyi değerlendirmemiz gerektiğidir. Bir daha böyle birşey yaşamayacağız. Belki yokluğa belki de başka bir varlığa kapı aralayacağız bilmiyorum ama hayatın tadını çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Müslümanım ben bu arada, iman etme noktasında inançlıyım. Biraz ilginç gelebilir sana ama durumum bu şekilde. Belki de müslüman bir ailede yaşadığım için veya hâla inanmayı tercih etmek istediğim içindir ya da ölümsüzlüğü çok istediğim içindir. Tüm bunlar, gerçek ne ise onu asla değiştirmeyecek ama olsun ne yapalım.

@@Eneslerm. Birşeyin yokluğu mutlak bir şekilde ispatlanmıyorsa, ona karşı en azından 'nötr' kalınır, bundan fazlası olunamaz. Bilimsel olarak da böyledir. Aleyhine geçilemez. Ahiretin varlığının inkârı 'mutlak anlamda' mümkün değildir. Zira, sizin de dikkat çektiğiniz gibi, bu varlıktan ötesini imâ ediyor. Bilim felsefesi bize bilimselliğin ancak 'bulunanın bilimi' olduğunu söyler. Ötesi hakkında bilimsel konuşamayız. Çünkü daha karşımıza neler çıkabileceğini kestiremiyoruz. Kuantum fiziği ortaya çıkana kadar Newton fiziği bilimdi. Einstein'in 'görelilik kuramları' ortaya atılana kadar Newton fiziği sorgulanmıyordu. Newton ortaya çıkana kadar da Aristo fiziği sorgulanmıyordu. Bilimsellik parçadan bütüne doğru gidiyor. Bu yüzden bakışı hep eksik kalıyor. Bütünü kuşattığını iddia edemez. Karl Popper'ın bilim felsefesi yaklaşımını ifade ederken dediği gibi: Bilimselliğin mutlak bir şekilde kesinlik ifade edebilme gücü yok. Ancak "Şimdilik böyle olduğunu görüyorum!" diyebilme gücü var. Bu sınırı koymak önemlidir. Bilimsel metadolojini açıklarını gösterir. Gelelim 'avuntu' meselesine. Burada Pascal'ın şu sözünü hatırlatmak istiyorum: "Kalbin öyle bilmeleri vardır ki aklın onlardan haberi bile yoktur." Bilimsellik bizi bilme yolları açısından bir 'bakışaçısı darlığına' mahkum ediyor. Bu darlığa giriftar olanlar iman meselelerini suyu kaynatmak gibi görüyorlar. "Suya şu kadar ısı veriyorum buhar oluyor. Şuna şu kadar şunu yapıyorum ahiret oluyor..." gibi bir yaklaşıma sahip oluyorlar. Halbuki aklın da kalbin de bilme yolları bundan ibaret değildir. Hassaten genele dair çıkarımlar bir miktar soyutlama da ister. Bediüzzaman'ın Haşir Risalesi'ndeki metadolojisini ele alalım mesela: Ben fizik âlemin, öyle olmaya mecbur olmadığı halde, 'düzenli' olduğunu görüyorum. Bu da yaratıcısının düzeni kastettiğini düşündürüyor. Bu düzen ölçülü olmayı zorunlu kırıyor. Ölçülü olmak ise adaletin tezahürü... Öyleyse bu yaratı bütün fizik âlemi 'hep öyle yaratacak kadar' âdil. Arada tek istisna duran benim. Benim varoluşumda bazı şeyler adaletsiz görünüyor. Belki de bu benim bakış açımın darlığından. Neden ahiretle bu bendeki yarımlık tamamlanacak olmasın? Benim istisnam kaideyi bozmaz ki. Kaide istisnayı anlamayı sağlar. Buna avuntu deyip geçemezsiniz, zira, sadece "Ben öyle istiyorum ama!" ile şekillenmiyor. Ben kendi yarımlığımın kainatla uyuşmadığını seziyorum. Resmimin büyük resimle uyumu için sonsuzluğa ihtiyacı var. Avuntu 'öyle olmayan şeyi öyle sanmak' kabilinden olur. Halbuki ben fıtratımdaki delillerden çok somut bilgilere ulaşabiliyorum. Sözgelimi: Bir denizcanlısı fosili ile o bölgede bir zamanlar su bulunduğunu, hatta o suyun şartlarını, bilimin de kabul ettiği şekilde çıkarabiliyorum. Peki, denizcanlısının açlığına dair yaptığım okumalar, bana böyle kesin inandığım sonuçlar verirken kendi fıtratımdaki okumalarım neden yanlış sonuçlar veriyor olsun? Halbuki bir-iki kişinin de değil bütün insanlığın ortak ihtiyacıdır sonsuzluk. Bundan sağlam şahit olur mu? Avuntu kişinin sanrısıdır.

Bunlar mecazdır. "Mü'min kulumun kalbine sığdım!" demekten murad "O beni idrak edebilme yeteğine sahiptir..." manasınadır. Edebiyatta mecaz çokça istimal edilen bir yoldur. Kur'an'da da bu tarz mecazlar bulunur. Tabii sünnette de...

Prof. Dr. Muhammed Gür Hocamızın dersinin tamamını izlemek için videonun altındaki konu bölümündeki linke tıklayabilirsiniz.

Allah şifa versin. Âmin.

Bu ikisinin farklı anlamlarla kullanıldığına dair kaynak paylaşabilir misiniz?

Eyvallah.

Allah razı olsun.

Allah razı olsun.

Allah sizden de razı olsun.

Allah razı olsun.

Allah razı olsun.

Allah razı olsun.

Allah razı olsun.

Biz PKK'nın ne mal olduğunu gayet iyi biliyoruz. Böyle ayak oyunlarına gerek yok. O ateşkesi de kimin bozduğu belli. Ama tabii devamı hayal ettikleri gibi olmadığı için, hendeklerde iyi tokatlandıkları için, şimdi yan çiziyor olabilirler.

@ yav he he he

Senin gibi devşirmelere rağmen

…

Bid'atlar ikiye ayrılır. Sözgelimi: Hz. Ömer radyallahu anhın teravih namazlarının cemaatle kılınmasını başlatması bir bid'attir. Ancak güzel bid'attir. Kendi ifadesi dahi böyledir. Bunlara bid'a-i hasene tabir edilir. Ki asılları dinde vardır. Fakat dinde aslı tayin edilmiş birşeyi tağyir etmek hasene sayılmaz. Öyle bid'atlere de bid'a-i seyyie tabir olunur. Ehl-i Sünnet imamlarımızın eserlerinde genişçe izahı vardır. İslamî ilimlerin çoğu Aleyhissalatuvesselamın hayatından çok sonra sistemleşmiştir. Fakat asılları Kur'an'dan ve sünnetten olduğu için bid'at denmez. Mezarda Kur'an okumanın da delilleri mevcuttur, vesselam.

@TV111Resmi mezarlıkta risale okumak bidati hasene midir ? Bırak mezarda risale okumayı peygamber efendimizin mezarlıklarlara gidip Kur'an okuduğuna dair tek bir rivayet var mıdır?

@@cahit.yildizz Ehl-i Sünnet mezarlıkta Kur'an okunabileceğine karineleriyle hükmetmiştir. Delilleri mevcuttur. İnternette şöyle bir aratma yapılırsa bulunabilir. Tabii gönlü delil görmek isteyenler için geçerli bunlar. Risale okumaya gelince. Bu bir ibadet olarak değil, mezar başında bulunanlara dinî nasihat olarak okunmaktadır, ki kabristana gelenlere nasihatte bulunmak da haram değildir.

@@TV111Resmi yahudilik yahudi din adamları eliyle tahrif edildi, Hristiyanlık hristiyan din adamları eliyle tahrif edildi, şuan İslam da İslam din adamları eliyle tahrif edilmiş durumda. Müslüman olduğunu iddia eden insanların min. Yüzde 90 ı şuan tahrif edilmiş bir din üzere olup imanları zandan ibarettir. Keşke hocalarınızın yazdıkları kitaplara ayırdığınız zamanın çeyreği kadar değerli vaktinizi Allah tarafından indirilen kitaba ayırsanız demek istediğimi anlarsınız.

En doğrusunu Allah bilir. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz asırların en ayırlısı olarak sahabe, tabiin ve tebeü't-tabiin asırlarını söylüyor. Doğrusu hayırda onları geçmek zordur. Hassaten mezhep imamlarımız kıldığımız her namazdan hisse alırlar. Allah cümlesine rahmet eylesin. Âmin.

Bu hatıranın da videosu hesabımızda vardır Âdem Bey.

Kâfirler dünyayı yönetsinler. Akıbet ise takva sahiplerinindir. Muhakkak biz de öleceğiz. Onlar da ölecekler. Sonsuzluğa talip olmuşuz. Tek dünyalılar bizi hiçbir türlü yenemezler.

Allah seni ıslah etsin. Biz zaten Kur'an tefsiri okuyoruz. Zannederim senin de Arapçan falan yok. Zaten Arapça da tek başına Kur'an'ı anlamaya yetmez. Muhtemelen birisinin mealini okuyorsun. Bir Kur'an Müslümanı(!) aklını çelmiş. Zehirlemiş. Zehri bal sanıyorsun. Sünnilere akıl-fikir dileyecek noktaya gerilemişsin. Kardeşim, Kur'an'ı konuşabilmek için eskiden 12 ilimden icazet sahibi olmak gerekirdi, şimdi herşey ayağa düştü. Meali eline alan kendini müçtehid sanıyor. Bu işler öyle basit işler değil. Sizin gibi cahillere cüret vermekten başka birşey de yapmıyorlar. Yazık oluyor.

Risale-i Nur külliyatı okuyoruz. Risale-i Nur bir Kur'an tefsiridir. Biz Kur'an'ı kendi kafamıza göre anlamayız. Bediüzzaman'ın ve ehl-i sünnet ve'l-cemaat ulemasının izlerini takip ederiz.

Hangi hususta?

Belgeseli yaparken referandum düzenlemediğimize pişman olduk. :) Belgesellerde müzik kullanımı çok yaygın birşey olduğu için sakınca görmedik Emine Hanım.