Benliğinden sakın nefret etme, ondan başka neye sahibiz ki zaten? Gelecekte istediğin hayatı yaşaman dileği ile~ Hoşçakal, kendine iyi bak, güzel insan♡
@darkness26978 ай бұрын
Vee kusura bakma, güzel cümleler asla kuramıyorum.
@vhocolotaetae8 ай бұрын
Sahip olmak istediğim hiçbir şey yok artık. Kaybetmiş gibiyim ve aslında öyleyimde; kaybettim. Hata ettim, çok büyük yakalandım ve kaçamadım. Ama önemli değil, annem büyüdükce geçer diyor, yani tek yapmam gereken büyüyene kadar bu duruma alışmak. Bu süreçte ise sizi kendimle sürükleyemem; ruh halim yazılarıma yansır. Ve emin ol, son zamanlarda okuduğum en güzel cümlelerdi seninkiler. Sende hoşçakal
@vhocolotaetae8 ай бұрын
Bu bir veda. Sonunda buradayım. Gerçi bu kısa sürelik bir ziyaret olacak, ancak benim için yolculuk epey bir yorucu geçti diyebilirim. Şimdi ise son defa diyorum. Son bir kez daha veda etmeliyim, çünki her şeyden ve herkesten çok yazdıklarım haketti bunu. Uzun zaman sonra eski hikayelerime, sizlerle paylaştığım cümlelerime bir göz attım. Mutlu olmadım, özlem duymadım ve sadece ufak bir burukluk buraktı üzerimde, çünki bir kez daha farkettim kendimi size ne kadar çok anlattığımı. Yazdığım her hikayede benden bir parça, her cümlenin sonundaki noktada bir gözyaşımın izi var. Ve şimdi daha iyi anlıyorum tüm bu çabalarımın asıl nedenini. Tek istediğim anlaşılmakmış meğerse. Birilerinin beni anlamasını istedim ve tüm bastırılmış hislerimi sizlere aktardım, yine başka hayatların arkasında bastırılmış bir şekilde. Kaçınız farketti bilmem, ancak aslında her karakter aynıydı. İsimleri değişse bile hepsi aynı yoksunlukta, aynı yalnızlıktaydı. Hepsi en çok kendinden nefret eder, en çok kendine kızardı. İyileşmeye çabaladıkça sendeliyor, tükeniyor, eziliyor ancak, en sonunda hep bir belirsizlik halinde takılıp kalıyordular. Herneyse, bunlardan bahsetmek için geç kaldım sanırım. Artık hiçbir önemi yok çünki. Açıkçası ne yazacağımı bilmiyorum hiç. Söylenecek her şey söylenmiş gibi. Her şey çoktan bitmiş ve bu sadece geç kalmış bir özür mektubu. Özür dilerim, çünki her şey bitti. Benden geriye hiçbir şey kalmadı. Bu yazdığım kaçıncı sefer bilmiyorum, size tüm hayatımı anlattığım bir mektup bile var. Ancak onu da diğerleri gibi paylaşamadım. Söyleyebileceğim tek şey beni bu hale getiren herkese tuttuğum öfkenin bir bıçak gibi bana geri saplanması olacak. En çok kendimden nefret ediyorum, en çok kendime kızıyorum, en çok kendimle savaşıyorum ve en çok kendimde yeniliyorum. Kaçamıyorum, insan kendinden nasıl kaçar? Çok yol denedim, olmadı. İşte bu yüzdendir en çok kendime olan kırgınlığım. Hepsi bir gün gelip geçer elbet, ancak kırgınlığımın izi hep kalacak, dokundukca kaşındıracak ve unutturmayacak bana kendini; kendimi. Özür dilerim, çünki size seslenemiyorum bile. Artık sahiplenemiyorum sizleri avuçlarımda. Parmaklarım bile küskün bana. Ne başımı gökyüzüne kaldıracak gücüm ne de sizlerle yüzleşecek cesaretim var. Defalarca kez özürler dilerim, sizlerden vezgeçiyorum. Kızın bana, ama kırılmayın lütfen, bir de bunun yükünü omuzlayamam. Hoşçakalın, çünki bu benim için gerçek bir son şimdi. Kalbimi attıracak kadar acıtıyor. Parmaklarım çok fazla titriyor, bir sözcüğü hatasız yazmam uzun sürüyor. Yine de devam edeceğim. Sizlere hayatımı anlatmayı çok isterdim, ancak bunu şimdi yapamam. Zira bunu yaparsam sizi burakamam, biliyorum. O yüzden birbirimizi asla tanımadan konuştuğumuz ve anlaştığımız gibi asla tanıyamadan da veda edelim. Çok sevin, çok sevilin ve bunu en çok sizin hakettiğinizi hep bilin. Elveda.
@mia_h88236 ай бұрын
Vedanı çok geç gördüm. Üzgünüm. Nefretin olduğu yerde çok büyük bir sevgi oluyor genelde. Bana da bunu çok sevdiğim biri öğretmişti. Buraya döner misin ya da bu yazdıklarımı görür müsün bilmiyorum ama bence hayatımızdan geçen güzel izler olarak kaldık. Senin ve senin gibi birkaç kişinin gençliğine şahitlik ettiğim için mutluyum. Umarım sen de ilerde kendinle ve üzerindeki izlerle mutlu olmayı öğrenirsin. Not:Gençken gerçekten de insan acıları bazen nasıl tolere edeceğini bilemiyor ama büyüdükçe öğreniyor. A nnen haksız değil. Kendine iyi bak ;)
@vhocolotaetae6 ай бұрын
@@mia_h8823 Büyümüyor bazıları. En zayıf, aciz ve yüklerinden hallice halde kalıveriyorlar. Pastaları sever misin? Eğer birinin doğum gününde pasta kesilirse iki dilim yerdim. Biri doğum günü olan kişi için, diğeri kendim içindi. Ama olmuyordu, işe yaramıyordu. Kendi doğum gününde pastası olmayan çocuk, vahası olmayan bir çöl hep; umutsuz, yaşlarından bihaber. Hiç doğum günü pastam olmadı, hiç büyümemiş mi oldum? Keşke annem haklı olsaydı, keşke büyüdükçe geçseydi. Ancak tüm bunlardan önce, keşke annem doğum günümde bana pasta yapsaydı. Ne yazık, çok geç. Pastalardan nefret ederim.
Her kese merhaba, hoşgeldiniz kar taneleri! Geciktiğinin farkındayım, ancak bu yaz benim için tatil dışında her türlü işkenceye çevrildi. Herneyse, umarım beğenebileceğiniz bir bölüm olur. İyi okumalar dilerim ^^ ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye içerisindeki karakterler ve onların hayatı, ayrıca olay örgütü tamamen bir hayal ürünüdür! Gerçeklikle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 11 ❞ ───── 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟 𝑎𝑙𝚤𝑠̧𝑡𝚤𝑘𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝑎 𝑠𝑢𝑠𝑎𝑟𝑘𝑒𝑛 𝑏𝑒𝑛 𝑎𝑙𝚤𝑠̧𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑘𝑙𝑎𝑟𝚤𝑚𝚤 𝑠𝑢𝑠𝑢𝑦𝑜𝑟𝑢𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛 𝑎𝑘𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑏𝑒𝑛𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑚𝑑𝑒𝑘𝑖 𝑐̧𝑎𝑡𝚤𝑠̧𝑚𝑎𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛 𝑘𝑢𝑟𝑠̧𝑢𝑛𝑙𝑎𝑟𝚤 𝑠𝑎𝑑𝑒𝑐𝑒 𝑏𝑎𝑛𝑎 𝑧𝑎𝑟𝑎𝑟 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖. 𝐵𝑒𝑛𝑖𝑚 𝑘𝑜𝑛𝑢𝑠̧𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑘𝑙𝑎𝑟𝚤𝑚 𝑜𝑛𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛 𝑘𝑎𝑏𝑢𝑙𝑙𝑒𝑛𝑖𝑠̧𝑖𝑦𝑑𝑖. 𝐵𝑒𝑛𝑖𝑚 𝑏𝑜𝑦𝑢𝑛 𝑒𝑔̆𝑚𝑒𝑑𝑖𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚𝑒 𝑑𝑖𝑧𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛𝑖𝑛 𝑢̈𝑧𝑒𝑟𝑖𝑛𝑒 𝑐̧𝑜̈𝑘𝑡𝑢̈𝑙𝑒𝑟. 𝐵𝑒𝑛 𝑏𝑢𝑛𝑎 𝑚𝑒𝑐𝑏𝑢𝑟𝑖𝑦𝑒𝑡 𝑎𝑑𝚤𝑛𝚤 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑚 𝑣𝑖𝑐𝑑𝑎𝑛𝚤𝑚𝚤 𝑏𝑖𝑟𝑎𝑧 𝑜𝑙𝑠𝑢𝑛 𝑠𝑎𝑔̆ 𝑡𝑢𝑡𝑚𝑎𝑘 𝑖𝑐̧𝑖𝑛, 𝑓𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑜𝑛𝑙𝑎𝑟𝑎 𝑔𝑜̈𝑟𝑒 𝑎𝑠𝑖𝑙𝑖𝑘𝑡𝑖 𝑏𝑢. Dünki bahçe gezmesinden sonra Taehyung bu gün oldukça yorgundu. Gece kabusları nedeniyle uyuyamamıştı ve belli ki gün içerisinde de odasından çıkmayacaktı. Bu beklediğim ve doğal bir tepkiydi. Hatta bahçeye bu kadar kolay çıkıpta dolaşabilmesi asıl beni şaşırtan bir olaydı. Bu onu farketmese bile çok zorlamış olmalıydı. Bende sabah kahvaltısını bizzat götürüp yediğinden emin olmuş ve dinlenmesi için yalnız kalmasına izin vermiştim. Şimdi ise yemekhanede dün yiyemediğim benim için ayrılmış olan tatlımı yiyordum. Elmalı kekti ve dünden kalmış bile olsa hala güzel tadıyordu. Benim dışımda yemekhanede bir kaç doktor daha vardı ve gruplar halinde toplaşıp sohbet ediyorlardı. Ben daha kimseyle tam olarak yakınlaşmamıştım ve açıkcası böyle bir isteğimde yoktu. Ortada farklı şeylerin döndüğünü çoktan farketmiştim ve kimseye güvenemezdim. Ancak tam bu sırada yemekhanenin kapısını açarak içeri giren genç bir kadın belki de güvenebileceğim tek kişi olabilirdi. Her zamanki temkinli adımlarıyla ilerledi ve siparişini verdikten sonra etrafa bakmadan durduğu yerde beklemeye başladı. Her kese karşı çok nazikti ama kimseyle gerekmediği sürece gözgöze bile gelmekten kaçınıyordu. Hae Soo bir şeylerin farkındaydı ve bu yüzden susturulmak zorunda bile kalınmış olabilirdi. Ya da tam tersi o da benim gibi hiç bir şey bilmiyor, ancak bir şeylerden şüpheleniyordu. Merak ediyordum; acaba başka kimler farkedebilmişti gizlenen bir şeylerin olduğunu? Tezgahın arkasındaki adam ona bir karton bardak uzattığında Hae Soo sadece bir baş hareketiyle ona teşekkür etti ve ilerleyerek pencere kenarında boş bir masaya oturdu. Elindeki bardaktan yükselen dumanlara bakılırsa kahve ve ya çay içecekti. Ki, zaten burada su, çay ve kahveden başka içecekte servis olunmazdı. Sessizce yerimden kalktım ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Bitmiş elmalı kekin kabını tezgaha bıraktıktan sonra onun masasına döndüm. Her zamanki gibi dalgındı ve bu yüzden karşısına oturana kadar beni farketmemişti. Pencerenin ardında olan bakışları ani bir hızla yüzüme değerken gülümsedim hafifçe. "Selam," dedim kısık sesle. Yutkunmuştu. Konuşmamızın ardından bunu beklemediği açıktı. "Nasılsın?" "Ben," dedi titreyen sesiyle. Zaten ince olan sesi daha da kırılmış gibiydi. Kaşlarım çatıldı; konu çekingenliği değildi. Başka bir şey olmuştu. "İyiyim, doktor hanım. Ya siz?" Başımı salladım 'iyiyim' anlamında, ancak kaşlarımın ortasındaki kırışıklık geçmemişti. "Nasıl geçiyor mesai? Çok yorgun görünüyorsun?" Hae Soo üçüncü katta çalışıyordu. Yani daha yoğun tepki veren kişilerin olduğu katta. Aslında çok çalıştığını ve yorgun düştüğünü elbette biliyordum. Bu sadece istediğim konuya gelebilmek için seçtiğim bir yoldu. Çünki her insan farklı olurdu. Bazı danışanlar için direkt olarak konuya girmek iki taraf için daha iyiydi. Lakin çoğul bir kısım için işler daha farklıydı. Konuya direkt girilmezdi. Gerçi uzatılmazdı, sadece kestirmeler kullanılırdı mümkün oldukça. Hae Soo için durum böyleydi. Yol onu korkutmayacak kadar uzun ve yormayacak kadar kısa olmalıydı. "Her zamanki gibi, artık alıştım. Benim için sorun yok, işimi seviyorum." Öylesine mekanik bir cevaptı ki bu, sanki buna uygun proglanmıştı. Ancak bana daha önce söylediği cümleler çok daha başka bir cevabı olduğunun kanıtıydı. "Sahi Hae Soo, sen ne kadar zamandır çalışıyorsun burada?" "6 ay," dedi yine mekanik bir şekilde, ama sonra devam etti bakışları dalgınlaşırken. "13 gün." Dudaklarım aralanırken susmanın daha iyi bir seçenek olduğuna karar verdim ve derin bir nefes aldım. Bakışlarının daldığı o kirli zeminde ne görüyorsa görmek istedim. Acaba hangi geçmişin hatıraları canlanıyordu insanların ayak bastığı yerde onun için? Gözlerine odaklandım. Belki harelerine yansır acısı diye bekledim. Bir çift terkedilmiş kahverengi toprak gördüm. Artık kimsenin uğramadığı, tek bir çiçeğin yeşermediği kurak bir arazi gibiydi. Ancak baktığı zemindeki gibi ayak izeriyle doluydu her köşesi. Her gelip geçenin acımasızca, merhametsizce buraktığı çirkin ayak izleri vardı. Kimlere aitti peki bu izler? "Uzun bir zaman değilmiş, Hae Soo. Nasıl adapte olabildin hemen?" Dikkatini bana vermesi için başka bir soru sordum. Bakışları daldığı yerden irkilerek bana döndüğünde az önceki berraklıktan eser kalmadığını gördüm. Şimdi tekrar kapatmıştı duygularının önünü. Bir kaç saniye öylece yüzüme baktı. Kaşları da hafif çatılmıştı ve sanki eğer konuşabilseydi bana isyan eder gibi bakıyordu. "Hemen adapte olmadım. Hala alışamadığım çok şey var diğerlerinin aksine," dedi bana istediğimi vererek. Gülümsememi saklayamadım. "Diğerleri derken kimleri kastediyorsun?" diye sordum. Hiç beklemeden hızlıca, "Burada olan her kes, doktor hanım. Tabi hastalarımız dışında," dedi. "Peki senin dışında herkesin alışabildiği şey ne?" Bu sefer durakladı. Aralık dudaklarından veremedi aldığı nefesi. Küçük bir iç çektikten sonra avuçlarında tuttuğu bardağına indirdi bakışlarına. Artık soğumuş kahvesine bakarken anlamıştı yapmaya çalıştığım şeyi. Ama bu yine de duracağım anlamına gelmiyordu. "Hae Soo," dedim dikkatini tekrar bana vermesi için. "Doktor hanım," dedi başını kaldırmadan o da bana karşılık. Yutkunduğunu duydum. Ardından sanki sesi herkese ulaşabilirmişte bunu engellemek istermiş gibi kısık sesle konuştu. "Bunun hiç bir anlamı yok. Çünki her iki taraf aynı şeyi yapıyor. Onlar alıştıklarına susarken, ben alışamadıklarıma susuyorum. Kötü olan hangisi derseniz, bilemem. Ancak onların aksine benim içimdeki çatışmaların kurşunları sadece bana zarar verdi. Benim konuşamadıklarım onların kabullenişiydi. Ben ise hiç bir zaman kabul etmedim. Benim boyun eğmediklerime dizlerinin üzerine çöktüler. Ben buna mecburiyet adını verdim vicdanımı biraz olsun sağ tutmak için, fakat onlara göre asilikti bu. Ki, zaten artık bir önemi kalmadı, doktor hanım. Artık bazı şeyler için gerçekten çok geç. Size söylediklerimi yapın ve gidin buradan. Biliyorum, Taehyung için buradasınız, ancak inanın bana siz bile bizim içinde olduğumuz savaşı durduramazsınız." ✍︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
✍︎Devamı Soğumuş kahvesini eline alarak ayağa kalktı ve arkasını bir kez olsun dönmeden hızlı adımlarla çıktı yemekhaneden. Ben ise şaşkın bakışlarımla donakalmıştım. Aklımda düzünelerce düşünce doğuyor ve her biri birbirini kovalıyordu. Fakat benim düşündüklerimden çok daha kötü şeylerin döndüğünden emindim artık. Hae Soo bana karşı bu sefer daha açık konuşmuştu, ama benim en çok dikkatimi çeken son cümlesiydi. Taehyung için burada olduğumu söylemişti. Ancak sonrasında içinde oldukları bir savaşın olduğunu dile getirmişti. Bu Taehyungunda tüm bunlardan haberi olduğu ve hatta bunların içinde olduğu anlamına mı geliyordu? Elbette. Burada olan her kes demişti; ancak 'hastalarımız' dışında. Farkettiklerimle irkilirken hızla toparlandım ve yemekhaneden ayrılarak odama ilerledim. Girdiğim gibi kapattığım kapıya sırtımı yasladım. Odada sadece benim hızlı soluklarımın sesi vardı, uzun olmayan bu mesafede nefes nefese kalmıştım. Bunun sebebi tabii ki de mesafe değildi, öğrendiklerimin göğsümde yarattığı ağırlıktan kaynaklanıyordu bu. Hastanedeki herkes bir şeyler biliyordu. 'Hastalar' bile. Peki ama her kesin bildiği halde benden sakladığı bu sır neydi? Choi Woo San beni neden çağırmıştı buraya? Tam olarak ne istiyordu ki benden? Pantolonumun cebindeki telefonumun titremesiyle kendime gelmiştim. Sakinleşmeye çalışarak telefonu elime aldım, bu sırada masama doğru ilerleyip oturmuştum. Gelen mesajların sahibiyle çoktan herşeyi bir kenara burakmıştım. Ona bu tür şeyleri yansıtamazdım. `Ji anne: Diana Kızım iyimisin? Kaç gündür şu hastaneye gittiğinden beri haber alamadık senden Çocuklarda soruyor hep nerde diye Diana ablamız Müsait olduğunda bana dön yavrum Seni seviyoruz İster istemez gülümserken ailemi ne kadar özlediğimi farkettim. Bu yüzden mesaj yazmak yerine aramaya karar verdim. Ji anne ilk çalışta açtığında güldüm. "Ji anne," dedim her zamankinden daha yumuşak çıkardığım tınımla. Bu sesim sadece aileme özeldi, başkalarıyla istesem bile böyle konuşamazdım. "Kızım! Güzel kızım çok özledik seni!" Hemen duygusallaşan haliyle tekrar gülmüştüm. "Bende sizi çok özledim, Ji anne. Nasılsınız, her şey yolunda mı?" "İyiyiz, yavrum, hepimiz çok iyiyiz! Çocuklar nasıl hızlı büyüyorlar görmen lazım, ben bile yetişemiyorum hızlarına." Onları son gördüğüm hallerini hatırlayınca bende duygulanmıştım. Derin bir nefesin ardından, "Çocuklar orada mı? Konuşabilir miyim?" diye sordum. Seslerini duymaya ihtiyacım vardı. Şu anda tüm ailemi yanımda görmek için çok şey verirdim. "Oğlanlar dışarı çıktı, deden onlara top almıştı geçenlerde, tüm gün sokaktan eve dönmüyorlar artık. Küçük prenseste güzellik uykusunda. Anca akşama yakın uyanır. Ben ile anneanneniz şu an. Hatta o da konuşmak istiyor seninle." "Olur!" dedim heyecanla. "Ver onunda sesini duyayım." Bir kaç hareketlilikten sonra kulağıma gelen hırıltılı nefeslerle çoktan dolmuştu gözlerim. "Anneanne," dedim titreyen sesimle. "Nasılsın?" "D..Diana," dedi boğuk çıkan sesiyle zorla. Gözyaşlarım akmaya başladı. "Kızım," dedi ardından. Onunda ağladığını hissediyordum. "Sen n..nasılsın?" Sorusuyla derin bir iç çekerek sımsıkı birbirine bastırdığım dudaklarımı araladım. "İyiyim ben, anneanne. Seul çok güzel bir şehir. Bir sürü park var, hepside ağaçlar ve çiçeklerle dolu. Görmen lazım, nasıl güzel yerler var fotoğraflar için. Sana verdiğim sözü unutmadın, değil mi? Seni de getireceğim buraya, en güzel yerleri gezdireceğim. Senin sevdiğin gibi fotoğraflar çekeceğiz, tamam mı?" Ne gözyaşlarımı durdurabiliyor, ne de titreyen sesimi kontrol edebiliyordum. Anneannem tüm zayıflıklarımı saklayamadığım tek insandı. "Diana'm," dedi nefeslenerek. Sadece kısacık sözleri bile kurarken nefes nefese kalıyordu. Bu öylesine yakıyordu ki canımı. "Senin için... iyi hisset.. miyorum... Orada gerçekten i..iyi misin?" Tutamadığım hıçkırığım kendini koyuverirken elimi sımsıkı bastırdım ağzıma. Gözlerimde kapanırken iki yana sallıyordum başımı. İyi değilim, anneanne. Burada hiç iyi değilim. Neyin içinde olduğumu bilmiyorum ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Benimle konuşmana, bana tavsiye vermene o kadar ihtiyacım var ki... "Endişelenme, anneanne," dedim söylemek istediklerimin tak aksine. "Ben burada çok iyiyim. Sende iyi ol, sonuna kadar mücadele et. Ben hep seni seveceğim." "Diana," dedi Ji anne. Derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım. "Anneannen uyudu şimdi ilaçların etkisinden." Onunda sesinden aslında durumun kötü olduğunu anlamıştım. "Nasıl peki, Ji anne? Tedaviler işe yarıyor mu?" Cevabını bildiğim ve bunun değişmesi için hep bir umut beslediğim soruydu bu. Ancak bu günde değişmeyecekti. "İyileşemiyor," diyen sesiyle kalbimin sıkışıpta kırıldığını hissettim. "Doktorlar artık tedavilere sadece daha acısız bir ölüm için devam ettiklerini söylediler. Ben tekrar hastanede tedavi istedim, ancak bunun da yetersiz olacağını söylediler. Tek yapmamız gereken son günlerini mutlu yaşamasını sağlamakmış. Ama o sen olmadan mutlu olamıyor ki, kızım. Bu günlerde de meşgul olduğunu söylesemde kötü şeyler hissettiğini söyleyerek sana ulaşmamı istedi. Sesini de duydu ya, şimdi uyuyabildi işte." "İyileşecek diye söz verdim," dedikten sonra kendimi serbest buraktım. Artık hıçkırıklarımın önüne geçemiyordum. "Seni iyileştireceğim dedim, ama şimdi son günlerinin kaldığını mı söylüyorsunuz bana..? Ji anne, lütfen, yaşasın. Birazcık daha dayansın. Söz veriyorum geleceğim, biliyorum ben sözlerimi tutmakta iyi değilim ama bu sefer hiç yapmadığım kadar çok çabalayacağım bunun için. Yeterki gitmeden beni beklesin, olur mu? Bunu ona söyle. Diana'n gelecek de. Birazcık daha dayansın sadece..." Daha fazla konuşamayacağımı anladığımda konuşmayı sonlandırdım ve kendimi geri burakarak dua etmeye başladım. Ki annemin tekrar aramalarına ve mesajlarına dönmeden ailemi son bir kez daha bir arada görmek için bildiğim her şekilde yalvardım tanrıya. 𝑆𝑢𝑠𝑡𝑢𝑚. 𝐾𝑎𝑛𝑎𝑑𝚤𝑚 𝑣𝑒 𝑘𝑎𝑛𝚤𝑚𝑑𝑎 𝑏𝑜𝑔̆𝑢𝑙𝑑𝑢𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑚𝑑𝑒𝑘𝑖 𝑐̧𝑎𝑡𝚤𝑠̧𝑚𝑎𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛 𝑘𝑢𝑟𝑠̧𝑢𝑛𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝑑𝑎𝑛. ───── ❝ to be contunied ❞ ───── Okuduğunuz için teşekkürler kar taneleri! Umarım beğenmişsinizdir. Bu bölümde Diana'nın özel hayatından, yani ailesinden bazı şeyler oğrendik. Sizlerde fikirlerinizi ve gidişatla ilgili teorilerinizi yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Başka bölümlerde daha görüşmek dileğiyle kendinize çok iyi bakın ve mutlu olun kar taneleri! Sizi seviyorum💜
@mia_h8823 Жыл бұрын
Sen beni yakmayı çok seviyorsun... Dürüst olmak gerekirse bu suskunluk kimseye fayda vermez.Hae Soo yu bu kadar ne etkiledi merak ediyorum.Ama Bu sefer çok farklıydı. Ne yalan söyleyeyim Diana nın bir ailesi olduğunu tahmin etmemiştim. Nasıl bir aile bu?
@mia_h8823 Жыл бұрын
Not: Bizde seni seviyoruz..
@vhocolotaetae Жыл бұрын
@@mia_h8823 gerçekten var olamayacak kadar güzel bir aile
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Her kese merhaba! Hoşgeldiniz kar taneleri! Bölümde biraz fazla şeyden bir arada bahsettim, umarım çok karışık olmamıştır. İyi okumalar dilerim ^^ ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye içerisindeki karakterler ve onların hayatı, ayrıca olay örgütü tamamen bir hayal ürünüdür! Gerçeklikle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 8 ❞ ───── 𝐵𝑎𝑘𝑚𝑎 𝑏𝑎𝑛𝑎, 𝑡𝑢𝑡𝑠𝑎𝑘𝑙𝚤𝑔̆𝚤𝑚 𝑠𝑎𝑛𝑎. 𝐺𝑜̈𝑟𝑚𝑒 𝑏𝑒𝑛𝑖, 𝑘𝑎𝑝𝑎𝑡𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑚 𝑔𝑜̈𝑧𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚𝑖. 𝐷𝑢𝑦𝑚𝑎 𝑏𝑒𝑛𝑖, 𝑢𝑛𝑢𝑡𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑚 𝑠𝑒𝑠𝑖𝑛𝑖. 𝑆𝑒𝑣𝑚𝑒 𝑏𝑒𝑛𝑖, 𝑣𝑒𝑧𝑔𝑒𝑐̧𝑒𝑚𝑒𝑑𝑖𝑚 𝑠𝑒𝑛𝑑𝑒𝑛. Hep bir yerlere ait olmaya çalışmıştım hayatım boyunca. Kendimi özgürlüğü bile unutacak bir yerde hayal ederdim. Somut bir görüntü bile yoktu aslında, sadece hislerin verdiği huzur vardı. Ben öyle bir yerin varlığını hissederdim, bana ait bir yerin varlığından emindim. Çünki hisler yalan söylemezdi, olmayan bir şeyi hissedemezdim. Ve ben o yeri aradım. Çocukluğumda bulamadım, gençliğimde çok fazla yanlış yere uğradım, ancak yine bulamadım. Olgunlaştım ve bu sefer aramayı burakmaya karar verdim, onun bana gelmesini bekledim. Kaç yıl oldu saymadım, ama bu gün bile bekliyorum. Gerçekten bana ait olduğunu hissettiğim o yer bana gelecek. O anki mutluluğuma kadar yaptığım tek şey sessizce beklemekti. Ancak bu gün tekrardan yanlış kapıya uğradığımı hissediyorum. Ben bile farketmeden gençliğimdeki hataları tekrarlamış olabilir miyim? Olmamam gereken bir yerde miydim yine? Oysa burası benim hep olduğum bir yol ve eminlikle seçtiğim bir kapı değil miydi? Mesleğime karar verirken hayatımda verdiğim en doğru seçim olduğunu biliyordum, insanları anlamak ve onlara yardım etmek benim asla yorulmadan ve bıkmadan yürüdüğüm bir yoldu. Bu hastaneye gelmek ise yine benim seçimimdi. Bu kapıya ben kendi ayaklarımla gelmiştim. Hayır, ben buradan gidememiştim. O gün Taehyung bana sarıldığında arkamı dönüp gidememiştim ben. Bana 'anne' dediğinde onu burakamamıştım. Ancak şimdi ilk defa birisi karşıma geçip bana 'git' demişti. Yanlış bir yolda olduğumu söylemişti ve bu yalandan bir tehdit değildi, içtendi cümleleri. Kim Hae Soo, Cohan hastanesinin hemşiresiydi. Ne kadar süredir burada çalıştığını bilmiyordum. Fakat bana kurduğu cümlelerden anladığım oldukça uzun bir süreydi. Ne bir cevap verebilmiştim, ne de şaşırmak dışında bir şey yapmıştım. Tek anladığım ise hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığıydı bu hastanede. Her kesin sakladığı bir şeyler vardı. Ama şimdilik en çok merak ettiğim benim burada rolüm neydi? Choi Woo San hiç bir şey bilmeyen bir psikoloğu hangi riski alıpta buraya çağırmıştı. Sorun sadece doktor eksikliğinden mi kaynaklanıyordu, hiç sanmıyordum. Çok farklı amacı vardı ve benim bunun ne olduğunu öğrenmem lazımdı. Ve artık daha iyi anlıyordum. Bu sefer yanlış kapıda değildim. ... "Anne, lütfen, dışarı çıkmak istemiyorum. Burada kalalım." Sitemlerini duymamazlıktan gelerek hırkasının kolunu giydirmeye devam ettim. "Olmaz, Taehyung. Temiz hava alman lazım," dedim yakalarını da düzeltirken. Geriye çekilip baktığımda gerçekten güzel göründüğünü farkettim. Kirli kıyafetlerini çıkartmış, siyah bir eşofman altı ve yine siyah sade bir tişört giymesini istemiştim. Sonbahar olduğundan gri kalın bir hırkayı da ben giydirmiştim. Ve şu an altındaki beyaz spor ayakkabıları, taranmış temiz saçlarıyla çok güzel görünüyordu. "Hem solmuş yaprakların üzerinde gezmek çok eğlenceli, güven bana." "Sende benimle gelecek misin hep?" Sorusuyla bakışlarım kaldırmış ve yüzüne bakmıştım. Emin olmak istercesine bakıyordu bana. Bu halinden memnun olmadığı belliydi, ama yine de benim için kabul etmişti. Buna rağmen bensiz dışarı çıkmayı kabul edecek gibi durmuyordu. "Elbette, seninle geleceğim, Taehyung." dedim gülümserken. Fakat bu gülümsemem kısa sürmüştü, çünki iki adım atıp aramızdaki mesafeyi kısıtlayan Taehyung ile yutkunmak zorunda kalmıştım. Yukarı bakan başım yüzünden boynum ağrımaya başlamıştı ama, bu şimdilik düşünebileceğim bir detay değildi. Zira onun gözleri daha çok acıtıyordu canımı. Aldığı her nefesi duymak, verdiği solukları tenimde hissetmek, gözlerinin tek odağı olmak daha büyük bir detaydı. Ancak tabi ki böyle olmamalıydı, onun doktoru olduğum düşünülürse uzaklaşmalıydım. Taehyung için bu sadece annesine daha yakın olmaktı, benim için ise kendimi bir ateşin ortasında savunmasız burakmak. Yanmaya hazır mıydım peki? Kesinlikle hayır. "Elimi de tutacaksın." Ricada bulunmuyordu, lütfen diye belirtmiyordu. Sadece ne yapacağımı söylüyordu ve bende hiç bir inkarda bulunmadan uzattığı elini tuttum. Parmaklarımı onun avucunda hissedene kadar titrediklerini bile farketmemiştim. Tanrım neler oluyordu, ne yapmıştım ben? Bana 'anne' diyen bir adamdan mı etkilenmiştim? Tedavi ettiğim birinden mi etkilenmiştim? Yanlıştı bu, olmamalıydı. Doktorla danışan arasında hiç bir duygusal bağ olmamak zorundaydı. Nasıl bir şeyin içine çekiliyordum ben? ✍︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
✍︎Devamı 1 Odadan elele çıktık. Koridorda yine yanyana, ellerimiz bir arada yürüdük. Hastane girişine yaklaştığımızda diğer doktorların ve hemşirelerin yüzlerine bakmamıştım. Fakat onların bize nasıl baktığını tahmin edebiliyordum. Yine de bunun için kızmadım Taehyunga. O sadece kendine iyi gelen şeyleri yapıyordu. Kapıdan dışarı adım atmak için hamle yaptığımda Taehyungun olduğu yerde durduğunu gördüm. Baktığımda çatık kaşları ile gökyüzüne bakıyordu. Hava bu gün kapalıydı ve gökyüzü bulutlarla kaplıydı. Bulutlu havaları mı sevmiyordu acaba? Belki de bu mevsimi sevmiyordu. Bir sürü ihtimal geçti zihnimden, ama sadece "Ne oldu Taehyung?" diye sorabildim. Bana baktığında onun bakışlarında da bulutların olduğunu düşündüm. Gerçek duygularını örten bulutlar yine gözlerine kadar uzanmıştı. "Bulutları sevmiyorum, anne. Bulutları hiç sevmiyorum, sende sevme. Bulutlar kötü, çok kötü..." Böylece olası bir ihtimali doğrulamıştı. Tekrardan yanına yaklaştım ve avucunda sıkışan parmaklarımla elini sıktım bana odaklanması için. "Ama neden? Bulutlar ne yaptı, Taehyung?" "Seni benden aldı, anne." Titreyen sesiyle kurduğu cümle beklemediğim ama yine de şaşırmadığım bir yanıttı. Ne de olsa Taehyungun sevmediği bir şey varsa, çok büyük ihtimal annesiyle ilgiliydi. Ama bunu bu kadar kolay dile getirmesini beklemiyordum. "Ama ben şimdi buradayım. Beni senden kimse alamaz ki." dedim kurduğum bu cümleyle kendime hayret ederken. Elbette, kenardan bakan birine göre oldukça farklı anlaşılan bu sözler Taehyung için annesinin ona verdiği vaatlerdi sadece. O an sebepsizce yutkunmak istedim. Bir şeylerin ufak ufak sızladığını hissettim, ama ne olduğunu bu sefer bende anlayamadım. "Asla elimi burakmayacaksın, asla yanımdan ayrılmayacaksın, sadece bana bakacak, benimle konuşacaksın." Yine talimat gibi söylediği şeyler ve yine yanlış anlaşılmaya oldukça müsait cümleler. Ama ben bir psikologdum, tüm bu cümelelerin ne anlama geldiğini anlıyordum, değil mi? Aynı sızı kendini hatırlatırken kaşlarımı çatmamak için son anda durdurdum kendimi. Başımı onaylarcasına salladım ve o da bunu tekrarladı. Pekala, artık bakışmayı kessek çok iyi olurdu. Önüme döndüm ve onu da kendimle çekiştirdim beklemeden. Bu sefer inkar etmeden dışarı çıktı. Rüzgarın soğuk esintisi yüzüme vururken derin bir nefes aldım rahatlamayla. Gözlerim benden bağımsız kapanırken başımı da hafif kaldırmıştım. Amacım içimdeki o sızıntıyı yok etmek ve ya unutmaktı. Ancak gözlerimi açıp Taehyunga baktığımda durmak bir yana, daha da artmıştı. Artık sızlamıyordu, acıtıyordu. Taehyung bana bakıyordu. Gözleri yüzümün her köşesinde istisnasız dolaşıyordu. Gözlerimde bir kaç saniye kadar bekliyor, ardından kaşlarıma bakıyordu. Oradan saçlarıma kalkıyordu. Kulak hizasında sıkı bir at kuyruğu yaptığım saçlarıma bakarken derin bir iç çektiğini duydum. Tokamdan sırtıma inen saçlara kadar takip etti ve oradan tekrar yüzüne çıktı. Dudaklarıma baktığında yutkunma isteğini bastırmakta oldukça zorlanmıştım. Dudaklarıma biraz daha baktıktan sonra kaşları çatılmıştı hafifçe. Nedenini çözemeden boşta kalan elini kaldırdı ve işaret parmağını tereddüt etmeden dudağımın hemen üstündeki sus çizgisinin üzerine yerleştirdi. Baskı yoktu, sadece parmağını hissedebileceğim bir yakınlıkta tutuyordu, ben ise buna rağmen dokunuşunun altında eziliyordum. Tüm vücudum, gözlerim dahil titredi. Aldığım nefesi veremedim ve tam anlamıyla nefessiz kalmak terimini kanıtladım kendi kendime. Üstelik buna sadece bir dokunuş ve bir çift göz neden oluyordu. Uzaklaşmam lazımdı, değil mi? Hani doktorla danışan arasında farklı bir etkileşim olamazdı. Oluyordu işte, Taehyung bana istediği gibi dokunuyordu. Peki burada suç onda mıydı? Kesinlikle hayır. Doktor olan bendim, uzaklaşması gereken bendim. Ama neden şimdi bu anın biraz daha sürmesini istiyordum. Taehyung şimdi tamamen gözlerime bakıyordu ve bu bakış hiçte bir çocuğun annesine olan bakışlarına benzemiyordu. Gülümsemiyordu ama gülümsediğinde baktığı gibi bakıyordu; sadece beni görüyordu. Belki bir doktor bile değildim şu an onun için. Kendi bakışlarımdan habersizdim, bir tek bedenimi uyuşturan o acıyı hissediyordum. Kasılmaya başlamadan son vermeliydim buna. Ama tam uzaklaşmak üzereyken sanki anlamış gibi aralandı dudakları. "Burası neden bu kadar derin?" Sorusuyla kalakaldım, şaşkınlıkla gözlerim kocaman oldu ve dudaklarım aralandı. O ise parmağının altındaki sus çizgisine vurgu yaparak bu soruyu sormuştu. Ne anlamalıydım? Şimdiye kadar hiç düşünmediğim ve hatta derinliğinden bihaber olduğum kısımdı orası. "Taehyung," dedim fısıltıdan farksız sesimle. Rüzgar ikimizin arasından geçti ve ikimizinde birbirimizin avuçlarında olan ellerimiz mümkünmüş gibi biraz daha sıkılaştı. "Ne yapıyorsun?" Hayır, bu soruyu kendime sormuştum. Çünki burada asıl hatayı yapan bendim. Fakat Taehyung yine hiç tereddüt etmeden parmağını hareket ettirirken dokunduğu sus çizgimi hafifçe okşadı. Soğuk değildi artık, olsaydı böylesine kızardığımı hissetmezdim. Yüzüm, özellikle yanaklarım karıncalanırken bunun daha ne kadar devam edeceğini düşündüm. Zira bilincimi kaybetmeme ramak kalmıştı. "Keşke bu kadar derinleşmeden gelseydin," dedi ve en sonunda parmağını çekerek elini benden uzaklaştırdı. Tekrar yanımda dururken ellerimiz hala birleşikti. Benim ise hareket etme yetilerim ya kaybolmuştu, ya da ben unutmuştum. "Anne," diye seslendi ve o an aniden irkildim. Gözlerimi kapattım ve başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye başladım. Pekala, bu hiç iyi olmamıştı. Böyle bir an yaşanmamalıydı. Ne olacaktı şimdi? Nasıl devam edecektik tedaviye profesyonel şekilde? "Hadi gidelim, sana bahçeyi ben gezdireceğim." Elimden tutarak beni yönetmesine izin verdim. Hastanenin arkası sadece ağaçlıktı ve orada yürümek zor olduğu için sadece ön taraftaki bahçeyi gezecektik. Çok büyük değildi ama düzenlenirse güzel bir dinlenme alanı olabilirdi. Yürümek için olan kısımlarda asfalt kullanılmış kalan yerlere ağaçlar dikilmişti. Çok fazla bank vardı. Bu yüzden bahçeye çıkan insanların büyük kısmı oturuyordu. Böyle olmamalıydı, yürüyüş yapmaları lazımdı. Neyseki Taehyung oturmayı seçmemişti. O bana bahçenin her köşesini gezdirirken bende ona eşlik ediyordum. Sürekli konuşuyor ve bana kaçırdığım şeyleri anlatıyordu. Geçtiğimiz her köşede bir anısı vardı ve bu bahçede çok fazla vakit geçirdiği anlamına geliyordu. Ve anlattıklarına bakılırsa sadece sıcak havalarda dışarı çıkıyordu. ✍︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
✍︎Devamı 2 "Anne bak," dedi kenardaki küçük bir ağacın yanına geldiğimizde. Diğerlerinden daha genç görünüyordu ve oldukça dayanıksızdı. Taehyungun heyecanla elimi sıkmasına bakılırsa bu ağacı seviyordu. "Bu ağaç ben buraya ilk geldiğimde daha küçücük bir fidandı, biliyor musun? Ona ben su verdim, ilk ben sulamışım meğerse. Onu buraya dikip unutmuşlar ve ben bulmuşum. Görüyor musun, anne, ne kadar büyümüş artık. Daha da büyüyüp kocaman olucak ve diğer ağaçlar gibi kalın dallarından yapraklar döküldüğünde şimdiki gibi güçsüz ve zayıf görünmeyecek." Gururla bahsettiği ağaca daha dikkatli baktım. Demek ilk o beslemişti. Ayrıca yaprakları dökülünce zayıf görünmek. Tüm bunlar çok şey anlatıyordu aslında. Sonbaharı neden sevmediğini anlamıştım mesala; ağacının zayıflığını saklayan yaprakları dökülüyordu çünki. Ama ağacının bir gün büyüyeceğini söylüyordu. Taehyung zayıflıklarını örtmeyi tercih ediyordu, ama bir gün buna gerek kalmayacağına inanıyordu. Kim bilir, hangi duygularla sulamıştı bu ağacı. "Peki, onu şimdi de suluyor musun, Taehyung?" Sorumla heyecanla gülümseyen yüzü yavaş yavaş soldu ve bana baktı. Sakince iki yana salladı başını. O an gözüme öylesine normal gelmişti ki. Sanki ben bir doktor değildim, o benim tedavi etmem gereken birisi değildi. Sadece birbirimizi tanımaya çalışan iki insandık. Başka şartlarda tanışabilseydik arkadaş olabilirdik. Hatta şu an elele tutuştuğumuza bakılırsa bir ileri seviyedeydik. Taehyung nasıl bir arkadaş olurdu acaba? Ve ya nasıl bir eş olurdu? Her koşulda partnerinin arkasında duran, ona her şeyden çok değer veren ve elbette elini asla burakmayan biri olacağına emindim. Acaba gelecekte birlikte olacağı kişinin elini de böyle tutar mıydı..? Tanrım, ben neler düşünüyordum? "Onu sadece bir kere suladım, anne. Benden sonra kimlerin ona baktığını bilmiyorum. Bir sürü farklı insan onu sulamış, hırpalamış ve hatta kesmiş olabilir," dedi ağacın bazı budanmış dallarını gösterdi eliyle. Yerini ezbere biliyordu, çünki gösterirken sadece bana bakıyordu. "Artık onu sularsam eskisi gibi hissetmez diye düşünüyorum. Onun için özel değilim ne de olsa. Ben onu unutmuştum. Şimdi yeniden ona umut vermek istemiyorum, çünki, bilirsin, insanların ömürleri ağaçlarınki kadar uzun olmaz. Onu umutlandırıp burakmak istemiyorum. Bu büyük bir bencillik, anne." Annesine gönderme yapıyordu, değil mi? Onu burakıp giden annesine söylüyordu hepsini ve bir gün gerçektende kendisininde gidebileceğini açıkça dile getiriyordu. Annesi geri gelmişti, ancak ona güvenmiyordu. Eskisi gibi bir bağ yoktu artık. Ve korkuyordu tekrar bağlanmaktan. Bağlanırsa gider sanıyordu. Kendisi değildi asıl bahsettiği, sevdiği ve bağlandığı o şeyin kaybolmasından korkuyordu. Haklıydı, bu büyük bir bencillikti. Umutlandırıp yarı yolda burakmak kimsenin kaldıramayacağı bir şeydi ve Taehyunga bu hissi yaşatan kendi annesiydi. Nasıl inanabilirdi bir daha herhangi birinin sevgisine? "Ama o senin için hala özel, Taehyung," dedim ağacı kastederek. Ama asıl bahsettiğim ağaç değildi elbette. "Ona hala güveniyorsun, bir gün büyüyeceğine ve güçlü olacağına inanıyorsun. Sence bu yeterli olmaz mı? Elbette, bir gün mecbur gitmek zorunda kalacaksın. Ama eminim ağacın için her zaman ilk ve özel kalacaksın. O her mevsimde seni hatırlayacak, senin için büyüyecek, bende buna inanıyorum." "Anne," dedi titreyen sesiyle. Yutkunduktan sonra bir saniyelik ağacına baktıktan sonra tekrar bana döndü. Sadece gülümsemeye devam ettim. "Hep beni bekleyecek, ama gelmeyeceğim. Gelemeyecek kadar uzakta olucam. Çok özleyecek, çok üzülecek." "Ama yine de seni anlayacak, seni hep güzel hatırlayacak. Sonra o senin yanına gelecek ve artık sizi ayıran herhangi bir mecburiyet kalmayacak. Ancak şimdi onu tek burakırsan kendisini gerçekten unutulmuş ve değersiz hisseder Taehyung. Hem baksana, kaç sene geçmiş, ama hala kuru görünüyor dalları. Demek ki istememiş başkalarını, seni beklemiş. Hadi şimdi onu besle ve yapabildiğin kadar kadar yanında olacağını hissettir ona." Yere eğdi başını. Kendisiyle kavga ettiğini biliyordum ve bir kaç dakikanın ardından kazananı belli edercesine ikimizi de ilerletti ve karşımızdaki duvara monte edilen siyah su hortumunu eline aldı. Derin bir nefes alırken gülümsedim. Bu attığımız ilk büyük adımdı iyileşmek için. Taehyung o kadar dikkatli davranıyordu ki ağacını sularken böyle bir adamın çöplükteki yavru köpek cesetleriyle ne alakası olduğunu merak etmiştim. Yeterince suladıktan sonra hortumu yerine yerleştirdi ve bu sefer ağacının yanında öylece durdu. Bir eli hala elimdeydi ve tüm bu süreçte onunda dediği gibi elini asla burakmamıştım. Boştaki elini kaldırdı ağacının gövdesine dayadı yavaşça. Gözleri kapanırken alnını da yasladı fazla kalın olmayan gövdeye. Uzun bir süre bekledik ve konuşmadık. Mesleğim gereği gürültüye olduğu kadar uzun süreli sessizliğe de alışıktım, ancak ilk defa tek bir anında bile sıkılmamıştım. Taehyung kapalı gözleriyle ağacına yaslanmışken ben tüm süreç boyunca onun yüzüne bakmıştım. Yan profilinden defalarca yutkunduğunu açıkca görmüştüm ve ağlamamak için kendini tuttuğunu biliyordum. Tam o anda başka bir şey oldu. İkimizinde asla beklemediği, bizi içine kapıldığımız o sessizlikten koparan başka bir ses duyduk. Bir köpek havlamasıydı bu. Çok yakınımızdan geliyordu. Taehyung ile önce birbirimize baktık ardından aynı anda arkamızı döndük. Tam karşımızda duruyordu; yetişkin, sapsarı tüyleri olan bir köpek bize havlıyordu. Aklıma gelen ilk şey dört köpek yavrusu oldu, istemsizce bir adım geriledim. Ancak Taehyung o kadar sakindi ki, benim aksime o bir adım öne yaklaştı. Şaşkınca bakakaldım ona. "Taehyung ne yapıyorsun? Burak, hadi gidelim." Ne kadar stabil tutmaya çalışsam da, sesimde titremeler mevcuttu. Fakat bunu düşünecek değildim. Hayvanları çok severdim, ancak yanımda Taehyung varken, onun ne yapabileceğini bilmiyordum. Yani asıl korktuğum köpek değil, Taehyungun yapacaklarıydı. Ben geride tutmaya çalıştıkça onunla birleşik ellerimiz nedeniyle her adımında onunla ileri gidiyordum. En sonunda tam köpeğin karşısında durdu ve hiç beklemediğim bir şeyi yaparak yere diz çöktü. Elini kaldırıp köpeğin başına yerleştirirken hiç tereddüt etmemişti. O an alakasız bir şekilde Taehyungun dokunuşlarında asla tereddüte uğramadığını farkettim. Sanki dokunarak anlaşıyor, bağ kuruyor gibiydi. Köpek Taehyungun başını okşamasıyla uysallaşmış ve mırıldanmaya başlamıştım. Ben ise hala şaşkınca Taehyungun elinden tutmuş onun bir adım arkasında dikilmiştim. Bahçedeki diğer herkesin bizi izlediğini biliyordum, ama bakışlarımı karşımdaki manzaradan ayırıpta bakamıyordum kimseye. Neyseki kısa bir süre sonra kapıdaki görevli adam gelmişti koşarak. "Doktor hanım, doktor hanım! Çok özür dilerim, doktor hanım! Nasıl girdi anlayamadım? Hiç farkedemedim, benim hatam. Özür dilerim, size bir zarar vermemiştir umarım." Sanki Taehyung burada değilmiş gibi benimle konuşmuş ve köpeği beklemeden kucağına almıştı. Hala hiç bir şeyi tam kavrayamazken sakince iki yana salladım başımı. "Hayır, iyiyim ben, önemli değil. Lütfen dikkatli davranın." Görevli adam kısa bir onaylamayla uzaklaşmıştı. Taehyung ise hala aynı şekilde yerde tek dizini yaslamış bir şekildeydi. Bu sırada baş parmağı elimin tersini narince okşarken başını çevirip bana baktı olduğu yerden. "Onun yavruları öldü, biliyor musun? Hepsini öldürdüler. Önce iğrenç bir şekilde dokundular, sonra kanattılar. Onları ben buldum. Aldım ve çöpün içine buraktım. Çünki iğrenç bir şekilde dokunulan, yaralanan, istenmeyen her yavru o çöpün içine atılır, değil mi, anne? Sence şimdi o yavruların annesi bana teşekkür mi etti..? Bence hayır. Sadece üzerimizdeki kan kokusunu almış olmalı. Baksana, anne, ne kadar temizlesekte silinmiyormuş o kan kokusu. Anne köpek buldu hemen bizi... Sen beni nasıl buldun, anne? Kokumdan mı? Yoksa kokundan mı?" Kan değil ama, çok başka bir koku sardı o an etrafı. Buna geçmiş dersek yetersiz, ömür dersek fazla olurdu. Tek bir adı vardı bu kokunun; nefret. 𝐵𝑒𝑛𝑖𝑚 𝑔𝑜̈𝑧𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚, 𝑎𝑘𝑙𝚤𝑚 𝑣𝑒 𝑟𝑢ℎ𝑢𝑚; 𝑠𝑒𝑛𝑑𝑒𝑛 𝑣𝑎𝑧𝑔𝑒𝑐̧𝑒𝑚𝑒𝑑𝑖, 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚. ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım beğenmişsinizdir, kar tanelerim. Aklınıza takılan soruları ve gidişatla ilgili fikirlerinizi yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Başka bölümlerde daha görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın ve mutlu olun kar taneleri~ Sizi seviyorum🤍
@mia_h8823 Жыл бұрын
Bu sefer çok acıydı...
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Herkese merhaba! Yeni bir bölümle karşınızdayımz umarım beklentilarinizi karşılar. Uzatmadan geçelim, iyi okumalar ^^ ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye içerisindeki karakterler ve onların hayatı, ayrıca olay örgütü tamamen bir hayal ürünüdür! Gerçeklikle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 8 ❞ ───── 𝑀𝑖𝑙𝑦𝑜𝑛𝑙𝑎𝑟𝑐𝑎 𝑛𝑒𝑑𝑒𝑛 𝑘𝑜𝑦𝑑𝑢𝑙𝑎𝑟 𝑜̈𝑛𝑢̈𝑚𝑒, 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡, 𝑏𝑖𝑧 𝑠𝑒𝑛𝑖𝑛𝑙𝑒 𝑛𝑒𝑑𝑒𝑛𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑢𝑛𝑢𝑡𝑢𝑙𝑑𝑢𝑔̆𝑢 𝑜 𝑦𝑒𝑟𝑑𝑒𝑦𝑑𝑖𝑘... Hastane'nin genel olarak planını çözmüştüm; artık neyin neyde olduğunu daha iyi biliyordum. Cohan hastanesi üç kattan oluşuyordu ve çalışanların tüm odaları ilk kattaydı. Yalnızca Choi Woo San'ın hepimizden ayrı olarak ikinci kattaydı odası. Tüm bunların dışında üçüncü katta, koridorun en sonunda tek bir ışık süzmesi görmeyen kiler gibi odada kalıyordu Taehyung. Buradaki diğer insanların odalarına bakma şansım olmuştu ve hepsinin duvarı boyalı, yeri parkeliydi, ama en önemlisi bir yatakları ve pencereleri vardı. Taehyung'un kaldığı odanın ise duvarları ve yerleri soğuk betondu. Ne bir yatağı, ne de bir penceresi vardı. Nefes bile alınamayan bu odada herhangi bir canlının yaşaması imkansızdı. Bu açık bir suçtu ve hastanede benim dışımda çalışan kimse bunun için müdürle ve ya yetkili birileriyle görüşmemiş miydi şimdiye kadar? Ben Taehyungun tedavisini kabul etmesem o odada yaşamaya devam mi edecekti yani? Tüm bu olasılıklar düşündükçe zihnimden uzanıp boğazıma sarılıyordu; nefes almakta zorlanıyordum. Cohan hastanesinin başka bir tarafı olduğu aşikardı. Tüm şehirden uzak bir semtte yerleşmesi ve ya tedavi gören insanların yaşamları asla normal değildi. İnsanlar buraya iyileşmek için geliyorlardı, fakat doktorlar bile iğrenerek bakıyordu onlara. Tedavisini benim üstlendiğim Taehyung, o doktorlar tarafından cinsel istismara bile uğramıştı ve ben diğerlerinin hangi yollarla buraya geldiğini tahmin bile etmek istemiyordum. Taehyungun tamamen uyuduğundan emin olduktan sonra odasından çıkmış ve hemen yanındaki kendi odama girmiştim. Tedavi görenlerin birinci katta odası yoktu, fakat Taehyungun yeni odası tadilat edilirken onun için yan tarafımdaki boş odayı geçici olarak kullanmaya karar vermiştim. Odanın bir doktor için düzenlendiğinin çalışma masası ve kitaplıktan anlamıştım, ben sadece kenara bir yatak ekletmiştim bir süreliğine. Neyseki müdür buna karşı çıkmamıştı, yoksa aramızdaki ilk ciddi tartışma yaşanabilirdi. Oturmaktan vazgeçip masamın arkasında kalan pencereye yaklaştım. Hastanenin ön tarafını gösteriyordu. Bahçede yine her zamanki kişiler dolaşıyordu ve yine biri dışında hepsinin başı eğikti. Oldukça yaşlı bir kadın yalnızca banklardan birine oturmuş ve dakikalardır gökyüzüne bakıyordu. Geldiğim günden onu hep bu şekilde görüyordum. Dikkatimi çeken ilk şey ise sol elinin hep yumruk halinde olmasıydı. Üzerinde hep giydiği oldukça bol ve çiçekli uzun elbiselerinden biri vardı. Beyazlamış bir avuç kadar olan saçları bile yine özenle taranıp toplanmıştı. Yüz ifadesi ise öylesine donuktu ki, kırptığı gözleri olmasa onun bir robot olduğunu düşünebilirdim ve hatta hareket eden göğsü olmazsa öldü bile diyebilirdim. Aradan geçen dakikalarda o yaşlı kadının yılların etkisinden oldukça fazla kırışıkları olan yüzüne bakmaya devam etmiştim ve bu kapım çalınana kadar böyle sürmüştü. İrkilerek pencereden uzaklaştım ve masama yerleşmeden önce "Gir!" diye komut verdim. Oldukça yavaş açılan kapıdan bile kimin geldiğini anlamıştım. Gülümsedim. "İçeri gel, Hae Soo," Çekingen adımları sonunda odamda duraklarken dudaklarındaki tüy kadar hafif bir tebessümle bana bakıyordu. "Bir sorun mu var?" "Hayır hayır, doktor hanım, herhangi bir değişiklik yok," dedi iki yana salladığı başıyla. "Sadece yemekhanede sizin için tatlınızı ayırdığımı söylemek istedim." "Tatlı mı?" dedim kalkan kaşlarımla. Bununla ilgili bir bilgim yoktu. Hae Soo bir kaç saniye sorumu anlamaya çalışarak yüzüme baktıktan sonra bir anda gözlerini büyüttü ve dudaklarını araladı şaşkınlıkla. "Ah, ben size söylemeyi unutmuş olmalıyım. Hafta içi yemekhanede hastane çalışanlarına özel tatlılar ikram edilir. Sizde artık hastanemizin birer doktoru olduğunuz için sizinde tatlınız var... Şey, ben daha önce söylemeliydim aslında, çok üzgünüm." Gerçekten bir felakete sebep olmuş gibi bakıyordu yüzüme. Halbuki, sadece basit birer bilgilendirmeydi. Hae Soo'nun panik hallerini izlerken onu bu kadar çekingen kılan şeyi merak ettim. Acaba beni daha yeni tanıdığı için mi böyleydi, yoksa özel bir sebebi var mıydı? Ama, düşündüğümde ilk geldiğim gün beni Choi Woo San'ın odasına götüren kızın yıllardır çalışanı olduğu müdüründen bile ilginç derecede çekindiğini görmüştüm. "Pekala, Hae Soo, haber verdiğin için teşekkür ederim. Birazdan yemekhaneye uğrayacağım," dedim ve yüzündeki paniğin dingin dalgalar halinde dağılmasını izledim. Eliyle kumral saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken başını eğdi ve gülümsedi. Ona teşekkür ettiğim için mutlu olmuş olabilir miydi? Belki de tek mutluluğu etrafındakileri sürekli memnun etmeye çabalamaktı. "Burada benimle biraz oturmaya ne dersin, Hae Soo? Hem sen biraz dinlenmiş olur, hem de ben sohbet edecek birini bulmuş olurum..." Bunu beklemediği öyle belliydi ki, kafasını bile kaldırmadan donakaldığını görebiliyordum. Dudaklarındaki tebessümün donuklaşması, büyüttüğü gözlerinin içinde koyulaşan kahverengi ve titremesini anlık durduran elleri onun buradaki herkesten uzak olduğunu anlamama yetmişti. "Hae Soo," diye seslendim ayağa kalkarken. Kesik bir şekilde iç çektiğini duydum. "Hae Soo," diye tekrarladım ve bu sefer sanki derin bir uykudan uyanmış gibi hızla bana kaldırdı başını. Hiç bir ifade, hiç bir belirti yoktu yüzünde. Donuk bakıyordu yalnızca. "Otursana." dedim masamın karşısına konulmuş sandalyeleri göstererek. Bakışları elimden sandalyeye kadar bir yönü takip etti ve durakladı tekrar. Yutkunduğunu farkettim, onu bu kadar zorlayan neydi? Neyseki ilk adımı attı ve kısacık mesafeyi küçük ve duraklamalı adımlarıyla uzatmayı başardı. Kahverengi tahtadan sandalyeye rahatsızca otururken bende bu sefer kendi yerimde değil, ilerleyerek onun karşısındaki ikinci kahverengi sandalyeye oturdum. Böylece karşılıklı ve daha yakın olabilirdik. Çünki Hae Soo ile ilgili şimdiye kadar öğrendiğim kesin tanılardan biride o bir hemşire ve ben bir doktor olduğum sürece bana karşı rahat davranmayacaktı. Mümkünce arkadaşca yaklaşmam ve iletişim kurmam lazımdı. ✍︎ Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
✍︎ Devamı "Nasılsın, Hae Soo? İlk geldiğimde sen bana çok yardım etmiştin ve ben şimdi seninle biraz daha yakın olmak istiyorum, bu senin için sorun olur mu?" Öylesine inanamaz bir tarzda bakıyordu ki bana, sanki sadece onun bilmediği bir dilden konuşan yabancıydım. "Doktor hanım, olur mu hiç öyle şey, ne sorunu? Benim ne haddime sizin gibi bir doktora saygısızlık etmek, isteklerinden kenara çıkmak. Sadece ben biraz şaşırdım, kusura bakmayın, lütfen." Pekala, onun gerçekten bu hastanede yapayalnız olduğunu anlamıştım ve farkettiğim başka bir şeyde kendini buradakilerden, benden aşağıda görmesiydi. Utangaçlık değildi bu, kendi kendine eziklenme duygusuydu. İçten içe alçaltıyordu kendini. "Hae Soo, ben şu an bir doktor değilim farkındaysan. Senin karşındayım ve arkadaş olmayı teklif ediyorum." Tanrım, şimdi de bir uzaylıya bakar gibi hayretle bakıyordu bana. Bir kaç dakika yalnızca sustu ve bana bakmaya devam etti. Gözlerini kaçırmıyordu bile bu sefer. Neyi anlamaya çalışıyordu? Onu kandıracağımı mı düşünüyordu, ondan faydalanacağımı ve ya sadece onunla eğlendiğimi? Neydi onu durduran? "Doktor hanım," dedi ve ben onun sesini ilk defa bu kadar içten duydum. Kaşları çatılırken gülümsemek ister gibiydi ama tam anlamıyla da başaramıyordu. En sonunda vazgeçip derin bir nefes aldı. "Gidin buradan... Siz burada olmayı haketmiyorsunuz, yanlış anlamayın asla. Demek istediğim çok daha iyi yerlerde çalışabilir ve daha da başarılı olabilirsiniz. Ama burada kalarak vakit harcamayın, çünki inanın bana, bu hastanede iyileşmek benim sizinle arkadaş olabilme ihtimalinden daha az. Geç olmadan gidin ve hayatınıza devam edin." Hayretle bakma sırası bendeydi. Yine reddedip özürler dilemesi ya da sadece sessiz kalıp kaçması ve hatta bana kızması bile olanaktı, fakat o, beni tamamen bozguna uğratmıştı. Gölzerimi bile kırpmadan ona bakarken nefeslerim bile kesik kesikti. Her ne kadar belli etmemek için çabalasam da, yüzümdeki şaşkınlığı farketmemiş olması imkansızdı. Ve bence bunu saklamaya çalışmak bile şu an onunla kurabileceğim bağa zarar verirdi. Hae Soo'nun dediklerini tekrar tekrar döndürdüm beynimde. Git diyordu bana. Bizim için kal demek yerine, kendin için git diyordu. Ama sorun bu değildi, kesinlikle olamazdı. Asıl sorun kurduğu cümlelerin arkasındaki bariz korkuydu. Sesi titrememişti, ancak gözbebekleri şu an bile sabit durmuyordu. Onu korkutmuşlardı, değil mi? Zarar görmüştü? Bu hastanede olmuştu. Bir şeyler vardı, ters giden büyük şeyler dönüyordu ortalıkta. "Hae Soo," dedim en sonunda daha fazla sessizliğe izin vermeyerek. Ne çok kullanmıştım onun adını. Ve her seslendiğimde alt dudağının ufacık titrediğini görebiliyordum. "Bana ne demek istediğini daha net açıklar mısın?" "Sadece, bana inanmanız gerek," dedi ve bakışlarını ani bir şekilde kucağında birleştirdiği ellerine çevirdi. "Siz çok iyi bir insansınız, ama burası iyi bir yer değil. Geç olmadan gidin doktor hanım, size de zarar vermesinler." Ve sonunda ne söylediğinin farkına varıp sustu. Başını birazda eğerek saklamaya çalışırken, kısa tırnaklarıyla ellerinde tuhaf desenler çizmeye devam etti. "Ne gibi zararlardan bahsediyorsun? Bana ne yapabilirler?" Biraz daha konuşmalıydı. Üzgünüm Hae Soo, ancak benimde giriş için güzel bir başlangıca ihtiyacım vardı. Hae Soo iki kez üstüste yutkundu ve gözlerini yumarak ilk gözyaşının yanaklarına indiği gibi kucağında kavuşturduğu ellerinin üzerine düşmesine izin verdi. "Sizde isteklerini yerine getirmek için var olan kölelerden biri olursunuz. Boyun eğemezsiniz, şimdiki gibi cesur ve inatçı olamazsınız. Hayal bile kuramayacak hale getirirler bazen, doktor hanım, bir insanın hayalleri yoksa ne anlamı kalır hayatın? Ben daha çok genç olabilirim, ama yine de görüyorum sizin yürüyüşünüzdeki inancı ve azmi. Bu ikisini doğuran hayallerimiz değil midir, doktor hanım? Ama onlar hiç acımadan en derininden koparırlar, bir daha yeşermesin diye. Size de yapacaklar, biliyorum. Kendikeri gibi yapacaklar. Gidin, doktor hanım, gidin. Gelmeyin buraya, burası iyi bir yer değil. Gidin gidin gidin..." Hae Soo sayıklamaya devam ederken panik atak geçirdiğini anlayıp ayağa kalktım ve temkinli adımlarla ona doğru yaklaşırken sesimi de duyurmaya çalışıyordum. "Hae Soo, sakin ol, bana bak. Hae Soo, dur, tamam, bana bak..." Ancak durmuyordu ve aniden ayağa fırlayıp beni iterek koşarak odadan çıkması da üstüne gelmişti. Neyseki hızlıca arkasından koşmayı hemen akıledebilmiştim. Odadan çıktığım an resepsiyondaki kadının bağırışlarını duydum ve girişe doğru koştum. Hae Soo kapının önünde yere çökmüş ve elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Neden böyle davrandığını bilmiyordum. Ona ne yaptıklarını, bu hastanede neler döndüğünü ve en önemlisi tüm bunların benimle ne ilgisini olduğunu öğrenmek zorundaydım. Ama öncesinde sakinleştirmem gereken birisi vardı. Hızlı adımlarla ilerleyip Hae Soo'nun önüne geçtim ve aynı onun gibi yere çöktüm. Şimdi yüzyüzeydik ve gözleri kapalıydı. Tüm yüzüne kilit vurulmuş gibiydi; kaskatı. Ancak hala ağlıyordu ve gözyaşları durmak bilmiyordu. Iki elimi de kaldırıp kulağına yapıştırdığı ellerine uzandığıkda kısık bir sesle "Hae Soo," diye fısıldadım. "Hepsi geçecek, söz veriyorum. Hepsi bitecek. Her şey düzelecek. Sakin ol şimdi, tamam mı? Hadi bana bak... Aferin, şimdi yavaşça nefes alıyoruz, hadi benimle beraber sende tekrarla. Nefes al... Ve şimdi hepsini geri ver. Bitti, değil mi? Yine yapmaya ihtiyacın var mı?" Başını iki yana salladı. "Pekala, o zaman şimdi buradan kalkıyoruz ve seninle birlikte yaralandın mı diye bakmak için revire gidiyoruz, anlaşıldı mı?" Sulu gözleri ve donuk bakışlarıyla beni incelerken onu temkinle ayağa kaldırdım ve tek koluna girerek yanyana yürümemizi sağladım. Ben önüme bakıyordum, ancak onun hala bana baktığını hissediyordum. Revire girdiğimizde hemen yarası olup olmadığı incelenmişti ve neyseki herhangi bir hasar almamıştı. Daha sonrasında o yorgun bir halde sedyede uzanırken bende onun başının yanına çektiğim taburede oturuyordum. Bakışları bu sefer beyaz tavandaydı ve yalnızca bir kaç dakikada ben o gözlerdeki ışığın yok oluşunu izlemiştim. Ama geriye akmıyordu zaman, ki aksaydı bile aynı soruları soracağıma emindim, çünki artık ters giden bir şeylerin olduğu netleşmişti. Bundan sonrası için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ancak arkadan ne işler döndüğünü öğrenmek zorundaydım. Belki de bu hastaneye gelme amacım bir tek Taehyung değildi. 𝑆𝑒𝑛 𝑏𝑒𝑛𝑖𝑚 𝑡𝑒𝑘 𝑎𝑚𝑎𝑐𝚤𝑚𝑠𝚤𝑛, 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚... ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için teşekkür ederim ve umarım gerçekten beğenmişsinizdir. Gözlerim kapana kapana yazıp bitirdim ve arada ne yazdığımı unuttuğum bile oldu. Parmaklarım kendi kendine kuruyordu cümleleri. Peki sizce bölüm nasıldı? Fikirlerinizi ve gidişatla ilgili teorilerinizi yoeumlarda belirtirseniz sevinirim. Tekrardan görüşmek dileğiyle kendinize çok iyi bakın ve mutluluğu ihmal etmeyin kar tanelerim. Sizi seviyorum ✨
@mia_h8823 Жыл бұрын
İlk defa Taehyung dan farklı birini gördük. Açıkçası ben doktorun hayatına bakarız sandım ama bu da güzel oldu. İlk defa hastahaneye görebildik.
@vhocolotaetae Жыл бұрын
@@mia_h8823doktor kendi geçmişiyle yüzleşecek, kar tanem. Ancak bunun için önce hazır olması lazım. Ayrıca dün cevap veremediğim için üzgünüm, kar tanem, gözlerimi çok zor açık tutuyordum ve daha yazacak kuvvetim kalmamıştı. Beğenmene sevindim, teşekkür ederim🤍
@mia_h8823 Жыл бұрын
Ahhh bitanem üzülmene gerek yok neden böyle söylüyorsun. Zaten bende gözlerim kapanırken okuyordum senin gibi😂. Ama açıkçası Doktor'un kendi geçmişi ile yüzleşeceğini söylemen beni çok heyecanlandırdı.
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Hepiniz hoşgeldiniz, güzel kar tanelerim! Diana'nın belki de Taehyungu şimdiye kadar en yakından tanıdığı bir bölüm bu. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar dilerim. ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye içerisindeki karakterler ve onların hayatı, ayrıca olay örgütü tamamen bir hayal ürünüdür! Gerçeklikle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 8 ❞ ───── 𝑅𝑢̈𝑦𝑎𝑙𝑎𝑟𝑑𝑎 𝑜̈𝑧𝑔𝑢̈𝑟𝑑𝑢̈𝑘 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚, 𝑟𝑢̈𝑦𝑎𝑙𝑎𝑟𝑑𝑎 𝑠𝑎𝑑𝑒𝑐𝑒 𝑏𝑖𝑧𝑑𝑖𝑘. 𝑅𝑢̈𝑦𝑎𝑙𝑎𝑟𝚤𝑚𝚤𝑧 𝑠𝑎𝑑𝑒𝑐𝑒 𝑏𝑖𝑧𝑖𝑚𝑑𝑖, 𝑎𝑡𝑒𝑠̧𝑒 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟 ℎ𝑒𝑟 𝑘𝑜̈𝑠̧𝑒𝑠𝑖𝑛𝑖; 𝑘𝑎𝑏𝑢𝑠𝑙𝑎𝑟𝑑𝑎𝑛 𝑧𝑖𝑛𝑑𝑎𝑛𝑑𝑎 𝑡𝑢𝑡𝑠𝑎𝑘 𝑘𝑎𝑙𝑑𝚤𝑘... Zihnimiz ve vücudumuzun yapılışı öyle kusursuz ki, insanoğlu yıllardır büyük değişimlere ayak uydurabiliyor bu sayede. Ortalama bir yaşam süresinde her türlü kayıba, kazanca direnç gösterdi insan. Hayat devam ediyor sonuçta değil mi? Zaman bizim olayları sindirmemizi beklemiyordu tek bir an. Sürekli büyüyen süre boyunca her saniye üzerine başka bir acı kırıntısını burakıyor ve geçip giden zamanla alışıyorduk. Ya da kim bilir, unutuyorduk belki de. Beynimizin işlevi ilginç bir yapıya sahip; zarar verecek olan her bilgiyi uzak tutmaya çalışır göz önünden. Bu doğal bir koruma ve korunma mekanizması ki, olmazsa 'delilik' denen bir sıfata ihtiyaç duymazdık. Ancak bazı istisnalar olabiliyor. Beyin kendi aleyhine çalışıyor ve insan kendi kendine zarar veriyor artık. Bu zaman beyin bilerek hatırlatıyor aralıksız kötü anıları. Hiç unutamıyor, hiç alışamıyor insan. Saniyeler akıp geçse de, onun kırılan tarafı asla terketmiyor vücudunu. Keskin parçalar daha da yakıyor bedeni; kendine düşman oluveriyor insan. Tanrım, ne zor bir savaştır insanın kendisiyle olanı! Kendinden kaçmak, gerekirse yüzleşmek yok eder umutları ve inançları. Öyle bir savaş ki bu, yenilgi de galibiyet de tek bir ruhta birleşik. Dostda düşmanda aynı dilde konuşuyor. Ayırt etmesi imkansız bazenleri. Çıldırtacak dereceye getirir bu. Kendinden korkmaya başlar insan; kendi kendine yapabileceklerini bile kestiremez çünki. Nefes almak işkence haline gelir. Ki, kendi bedenine sığmayan bir ruha dünyaları verseniz gözlerini açıpta bakmaya gücü olmaz. Tüm bu mücadelenin sonunda elde burakılan tek şey ise geride kalan güzel günlerin pişmanlığı ve hasreti olur. Şimdi sorguluyorum içimde; Taehyung bu mücadelenin neresindeydi? Önemli olan kazanmak değildi, önemli olan daha fazlasını kaybetmemekti. Çünki geçen her saniye gelecekte bir pişmanlık demekti. Umarım ki, Taehyungu mümkün olduğunca az kayıpla enkazından kurtarabilirdim. "Doydum artık..!" Taehyungun isyanıyla düşüncelerimden koptum ve duvardaki bakışlarımı ona çevirdim. Ona verilen yeni odasındaydık. Burası diğerinden daha geniş, duvarları açık sarı renginde, yatağı ve elbette penceresi olan bir odaydı. Gülümsedim. Tabağına baktığımda daha yemeğinin yarısını bile bitirmemişti ama bana sanki dünyaları yemiş gibi bakıyordu. "Pekâlâ, doyduysan tabağı masaya burakabiliriz," dedim ve Taehyung hemen isteğimi yerine getirerek tabağı oturduğu yatağının yan tarafındaki sehpaya buraktı. "Şimdi ne yapacağız, anne?" diye sormuştu vakit kaybetmeden bana dönerken. Derin bir nefes aldım yatağın yanına getirerek oturduğum sandalyeden kalktım. "Seninle biraz konuşacağız şimdi, Taehyung," dedim sonda hafifçe tebessüm ederek. Taehyungun heyecanlı gözlerinin önünü ise bir anda sisler kaplamıştı. Kaşlarını da çattığında bir anlık sağ eliyle nasıl sol bileğini sıktığını farketmiştim. "Nasıl yani? Ne konuşacağız ki?" Sesi tahmin ettiğinden daha gergin ve üstelik hassas çıkmıştı. Hiç alışık olmadığı ve ya daha kötüsü; hep acı çektiği o kadar belliydi ki, şimdiden ikna etmenin bile çok zor olacağını anlamıştım. "Hani sana bir kitap okumuştum; "Uçurtma avcısı". İşte daha başka kitaplar hakkında konuşmak istiyorum seninle. Belki zevklerimiz uyuyordur?" Kitabın adını duyduğu an durulmuştu nasılda. Emin olmuştum Taehyungun kitaplarla arasındaki bağın daha derin olduğunu. "Aslında, olabilir. Seni beklerken okuduğum kitapları şimdi sen bana okuyabilirsin," dedi gülümsemekten kısılan gözleriyle bana bakarken. İçime çektiğim nefes boğazımda düğüm oluverdi o an. Bu bir cezaydı. Taehyung beni cezalandırıyordu. Annesine olan kızgınlığını bu şekilde ifade ediyordu. Onun okurken hissettiği her duyguyu anneside hissetsin istiyordu. Kendince haklı bir karşılık veriyordu. Tıpkı bir çocuk gibi. "Olur," dedim zorla da olsa nefesimi düzene sokarken. "En sevdiğin kitabı bildim zaten. Uçurtma avcısı değil mi?" Taehyung hevesle başını salladığında elleri de bu küçük coşkuya eşlik etmiş; oturduğu yatağın örtüsünü sıkıca kavramıştı. Gözlerindeki heyecan beni bir an için afallattı. Her kesin 'hasta', 'deli' dediği adam nasıl olurda konu en sevdiği kitabına gelince coşkulanır, böylesine ucu açık cümleler kurabilirdi? Kimse görmüyor muydu, benden önce gelen meslektaşlarım farketmemişler miydi, onu bu gün 27 yaşında bile rahat burakmayan o çocuğun ruhunu? "Peki başka hangi kitapları okudun, Taehyung?" diye sordum ardından ikinci soruma geçerek. "Eminim daha bir çok farklı tarzda kitap okumuşsundur, bana biraz behsedebilir misin?" Kaşları çatılırken düşünmeye başlamıştı yatağın üzerindeki bir noktoya odaklanarak. Elleri hala yumruk halinde sıkıyordu örtüyü. Ancak bu sefer heyecandan değilde, tedirginlik ve kararsızlıktan olsa gerekti bu. Çünki Taehyung öyle alışmıştı ki konuşmamaya, sorgulanmamaya, merak edilmeyip ilgilenilmemeye, şimdi nasıl cevap vereceğini bile bilmiyordu. Halbuki, ben onun çok daha ağır dilde kitaplar okuduğundan emindim, kelime bağcığı fazlaca geniş olmalıydı. Fakat, konu kendine gelince nasılda suskunlaşıyordu, saklanıyordu ve hatta kaçıyordu. Başka bir şey söylemeyip dakikalarca onun konuşmasını bekledim. Zaman zaman dudakları aralandı, ancak hemen tekrar kapattı yüzünü buruştururken. Ne düşündüğünü deli gibi merak etsem de, bunu ifademe yansıtmadım. Nefeslerimi bile yavaş ve sessizce alırken kendini rahat hissetsin istedim. 𝐴𝑛𝑛𝑒𝑠𝑖𝑛𝑖𝑛 𝑦𝑎𝑛𝚤𝑛𝑑𝑎𝑦𝑚𝚤𝑠̧ 𝑔𝑖𝑏𝑖. ✍︎ Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
✍︎ Devamı "Ben," dedi önce aradan zamanın ardından. Kurumuş dudaklarını ıslattı ve yutkundu. Bana hala bakmıyordu ve konuşma boyunca da bakmayacağını anlamıştım. "Aslında, kitaplar okudum. Çok kitaplar okudum. Bazıları gerçekten çok güzeldi. Unutmak istemeyeceğim kadar güzeldi hemde. O yüzden bende unutmamak için ezberledim onları... Ama hepsini tutamadım aklımda, sadece bazı cümleler kaldı artık hatırladığım. Ben onları da unutmak istemiyorum, anne. O cümleleri unutursam bir daha konuşamam ki hem." Adeta kendi kendine karşı çıkarmış gibi başını iki yana salladığında bana bakmadığı için memnundum, çünki bu sayede saniyelik yüzümden geçen şok ifadesini görmemişti. "Taehyung," dedim bana bakmayacağını bilerek, ama bu benim onu yine de önemsediğimi gösterirdi. "Neden bir kitabı ezberlemek istedin?" Sorumda asla alay yoktu, olamazdı. Sadece merak ediyordum. "Çünki," dedi Taehyung gözbebekleri büyürken. Bu sefer yüzünde kendinden emin bir ifade vardı, ilk kez yaptığı bir şey doğruymuş ve kazançlı çıkmış gibiydi. "Çünki, elimden her şeyi alabilirler, ama hafızama ulaşamazlar, anne. Oradakilere dokunamazlar, değiştiremezler. Bende güzel olan her şeyi orada biriktiriyorum, hep güzel kalsınlar diye." Neyi aldılar elinden? Ne içindi kendin ile olan tüm savaşın? Seni asla büyütmeyen nefretin kimeydi? Neleri sığdırmıştın sen hafızana? Neyi asla unutamıyordun? Hangi yaraların, acıların üzerini kapatmaya çalışıyordun kitap cümleleriyle? Aklımda bunun gibi o kadar fazla soru vardı ki, sertçe yutkunmak zorunda kalmıştım hepsini geri göndermek için. Onun yerine başka bir soru sordum tekrar. "Ama onları zaten istediğin an tekrar okuyabilirsin, değil mi, Taehyung? Kitaplar değişmez ki zaten." "Benim hissettiklerim değişir bu seferde," dedi ve beni yine bozguna uğrattı. Gözleri sürekli hareket halindeydi ve bana bakmak istediği o kadar belliydi ki, resmen kendiyle savaş veriyordu birde bunun için. "İlk okuduğumda hissettiklerimle kazıdım hepsini hafızama, tekrar okursam ben herkesin yapamadığını yapmış, oradakilere dokunmuş ve hatta değiştirmiş olurdum... Hem, senden önce belki bir ihtimal bu olabilirdi, ama artık hiç olamaz, anne. Çünki şu an hissettiğim duyguların o zamankilerle arasında iyilikle kötülük kadar fark var. Artık sen varsın, anne, sen geri geldin. Bana en sevdiğim kitabın sonunu okudun. Eğer bu sonu daha önce kendim okusaydım çok başka anlardım, ama senin sesinden çok daha güzel anladım, anne." 'Uçurtma avcısı' kitabını neden sevdiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Çünki o kitabı benim için saklamıştı. Çünki o kitabı onun kimsenin dokunamadığı hafızasına ben yerleştirmiştim artık. Taehyung belki de annesiyle çok daha önceden yaşadığı o kötü olayların zihninde yarattığı derin çukurun üzerini yeni annesiyle, yani benimle kapatmaya çalışıyordu. "Yani, benimle ilgili bir anı mı istedin hafızanda?" diye sordum tastiklemek için. Taehyung sürekli etrafta dolanan gözleri hızla beni bulurken ifademi bozmadım. Bunu zaten bekliyordum; bana bakması lazımdı. Bunun içinde onun zaten bildiği ama başka birinin sesinden duymadığı bir gerçeği söylemem gerekiyordu. "Anne," dedi başını sağ omzuna doğru eğerken. Sanki bastırmadığı bir şey vardı sesinde. Engel olmaya çalışıyordu ama bir yandan da artık sabrı kalmamıştı. Öylesine güzel bir acıyla bana bakıyordu ki Taehyung, ben ilk defa acının bile güzel olabileceğini gördüm. Taehyung çektiği acı için bile suçlamıyordu annesini. Ve ben şu an ilk defa gerçek bir duygu görüyordum onun annesine bakarken takındığı. Kırgınlıktı bu. Özlemi, sevgisi, muhtaçlığı gibi kendini zorladığı bir duygu değildi. Gerçekten kırgındı ve şimdi bunu göstermekten çekinmemişti, önünü başka hislerle kapatmamıştı, bastırmamıştı. Ve bunun için ona minnettardım. Çünki bu sefer gerçekten içindeki o kurtulmak isteyen yanını da göstermişti bana. Savaşın verdiği yorgunluk, kaybettiklerine karşı olan hüsran, kitap cümlelerinde sözcüklerin arasına yerleştirdiği umut tek bir temelde birleşmişti; bekletilmiş kırgınlık. "Neden bu kadar geç kaldın?" Gülümsedim. Gözlerim şevkatle kısılırken içimi sızlatan o kasıntıyı görmezden geldim. "Endişelenme Taehyung, bir daha gitmeyeceğim." 𝑉𝑒 𝑠𝑒𝑛𝑖 𝑘𝑢𝑟𝑡𝑎𝑟𝑎𝑐𝑎𝑔̆𝚤𝑚. Aradan geçen dakikalarda okuduğu kitaplardan, ezberlediği cümlelerden konuştuk. Biliyordum, anlatmasının nedeni artık silmekti her şeyi hafızasından. Engel olmadım, o gözleri yorgunlukla kapanana kadar konuşmasına ve zihnini boşaltmasına izin verdim. En sonunda yeni yatağına rahatça uzanırken gülümsedi bana. Annesine değil, bana gülümsemişti, bunu anladım. Nefesim titrekçe kendini burakırken ona karşılık verdim. Tamamen uyuyanadek burakmadı gülümsemeyi. Bu onun minnettarlığıydı. Teşekkür etmedi, ama tebessümü aldığım en güzel karşılık oldu. 𝑂 𝑔𝑢̈𝑛𝑑𝑒𝑛 𝑠𝑜𝑛𝑟𝑎 𝑏𝑖𝑟 𝑡𝑒𝑘 𝑔𝑢̈𝑙𝑢̈𝑚𝑠𝑒𝑟𝑘𝑒𝑛 𝑏𝑎𝑛𝑎 𝑏𝑎𝑘𝑡𝚤𝑛, 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚. ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için bende size kocaman gülümsüyorum kar tanelerim, umarım beğenmişsinizdir. Sizce Taehyungun en büyük kırgınlığı neydi? Peki, Taehyung gerçekten Diana'nın aslında kim olduğunu biliyor muydu? Aklınıza takılan herhangi bir sorunu yorumlarda belirtiniz, lütfen. Eğer gidişatla ilgili fikirleriniz varsa bunları da yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Başka bölümlerde daha görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın ve mutlu olmayı ihmal etmeyin. Sizi seviyorum 💜
@mia_h8823 Жыл бұрын
Açıkçası Taehyung'un annesine dair nasıl bir kırgınlık yaşadığını çok merak ediyorum ve malesef bunun ne olduğunu anlamak şu an için çok zor ama bana kalırsa Diana nın kim olduğunun gayet farkında. Sadece hikayede de değindiği gibi insan zihni dosyaları tekrar açar ve kapatır. Bence Taehyung Diana ile birlikte bu hatıralarını güzel bir şekilde kaydetmek istiyor. Çok güzel bir psikolojik tahlile değinmişsin Meleğimm... Eline sağlık
@mia_h8823 Жыл бұрын
Bu arada senin nasıl olduğunu sormam da sakınca var mı?
@vhocolotaetae Жыл бұрын
@@mia_h8823 güzel bir düşünceydi kar tanem, Taehyung Diana ile olan anılarını şimdilik sadece annesi ile olan anılarının üzerini kapatmak için kullanıyor. Ama elbette ki, Diana Taehyung'un kendisini böyle kandırmasına izin vermeyecek. Fikirlerin için minnettarım kar tanem ^^
@vhocolotaetae Жыл бұрын
@@mia_h8823 bana istediğini sorabilirsin kar tanem, cevaplamak en güzel uğraşım. İyiyim ve umarım ki sende çok iyisindir 🤍
@mia_h8823 Жыл бұрын
Ben bu işin içinden çıkamıyorum... Galiba gidip bir daha baştan okuyacağım sanırım
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Merhabalar kar taneleri! Hoşgeldiniz her biriniz! Kısacık bir bölümle geldim ve burada Diana'nın müdürle olan kısa konuşmalarına tanıklık edeceğiz. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar dilerim ^^ ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye içerisindeki karakterler ve onların hayatı, ayrıca olay örgütü tamamen bir hayal ürünüdür! Gerçeklikle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 7 ❞ ───── 𝑅𝑢ℎ𝑢𝑛𝑑𝑎 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑡𝚤𝑔̆𝚤𝑛 𝑡𝑢̈𝑚 𝑠̧𝑒𝑦𝑡𝑎𝑛𝑙𝑎𝑟𝑎 𝑟𝑎𝑔̆𝑚𝑒𝑛 𝑏𝑎𝑛𝑎 𝑜𝑙𝑎𝑛 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑛𝑖 𝑚𝑎𝑠𝑢𝑚 𝑠𝑎𝑘𝑙𝑎𝑑𝚤𝑛 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚. 𝑆𝑒𝑛 𝑏𝑒𝑛𝑖 ℎ𝑒𝑝 𝑘𝑜𝑟𝑢𝑑𝑢𝑛... Üçüncü kez tekrardan bu kapının önündeydim. Yine yanımda Hae Soo vardı ve titreyen elleriyle kapıyı tıklatmış, ardından yavaşça açmıştı. Böylesine tedirgin ve ürkek davranması aklıma farklı şeyler getiriyordu fakat şu an da buna odaklanamıyordum. Tüm düşüncelerim Taehyung ile doluydu ve ben kafamı bulandıran soruların cevaplarını bulmadıkça bu asla değişmeyecekti. "Buyrun, doktor hanım," diyerek yanıma gelen Hae Soo'ya gülümsemiş ve teşekkür ederek içeri girmiştim. Choi Woo San her zamanki gibi masasının arkasında oturmuş ve dikkatle bana bakıyordu. "Doktor hanım, oturun lütfen," dedi. Neden geldiğimi o da çok iyi biliyordu elbet. Tam olarak ne için olduğunu bilmese de, konunun Taehyung olduğu belliydi zaten. Sessizce ilerledim ve pencereyi görebileceğim sandalyede oturdum. "Taehyung'un başına gelenlerden haberdar olmalısınız. Bu konu hakkında aklıma takılan bazı yanlışları açığa dökmek ve düzeltmek için konuşmak istedim sizinle." Hiç uzatmak istemiyordum, benim için burada durmak zaten yeteri kadar zordu. Choi Woo San'da çözemediğim şeyler vardı ve bu beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Hatta bu hastane içerisinde her şey farklıydı; bir şeyler saklanıyordu sanki; bilerekten. "Demek yanlışlar," diyerek tek kaşını havaya kaldıran Choi Woo San devam etmeden iç çekti. "Açıkçası çalışmaya başladığınız ikinci günden şikayetlerle odama gelmeniz de benim aklıma takılmadı değil lakin, bunu şimdilik görmezden geleceğim...Taehyung konusuna gelirsek, bu gün yaşadığımız bir ilk değildi ve son olup olmayacağı size bağlı bir şey." Bu kadar normalleşmiş miydi yani bir insanın kendine zarar vermesi, acı çekmesi? "Taehyung'un ne sıklıkla bu tarz krizler geçirdiğini öğrenebilir miyim?" diye sordum sesimi sakin tutmaya çabalayarak. Temkinli ve sabırlı davranmalıydım. "Hafta içerisinde yaklaşık 5 ve ya 6 kere olur küçük çaplı ataklar, ancak bazen şiddeti artıyor ve çok daha büyük kayıplar olabiliyor." Bu ne demekti şimdi? Kayıp derken neyden bahsediyordu? "Kayıp..?" dedim açıklamasını bekleyerek. Önce gözlerini kaçırdı. Bakışları benim tersime, yani sağına dönerken, dudaklarını ıslatma gereği duymuştu. Gerilmişti belli ki. Fakat neden? "Aslında," dedi ve durarak tekrar bana baktı. Daha somut bir şey vardı şimdi gözlerinde, ama seçemiyordum. "Geldiğiniz gün Taehyung büyük bir panik atak geçirdi, doktor hanım. Ve ilk en büyük zararı vermiş oldu Taehyung kendine." Yutkunma ihtiyacı hissettim. Anlık korku içimi sarmaşık gibi sararken hareket bile edecek gücüm kalmamıştı. Duymak üzere olduğum şeye kesinlikle hazır değildim, ancak bilmek zorundaydım. Ben bir doktordum ve Taehyung benim hastamdı. Onun hakkında her şeyi bilmek zorundaydım. "Nasıl bir zarardan bahsediyorsunuz? Tam olarak ne ile alakadar?" "En başından anlatmak gerekirse, biz Taehyung'un her zamanki krizlerinden olduğunu düşündüğümüz için onu hastanenin kendi revir odasına yatırmıştık o gün. Fakat durum sandığımızdan çok daha ciddiydi. Taehyung revir odasının penceresinden kaçtı, doktor hanım. Tabi ki, defalarca kez hastaneden kaçtığı olmuştu, ama bu sefer hemşirelerimiz onu bulduğunda çok daha farklı bir manzarayla karşılaştı. Genelde onu hep çöp konteynerlerinin arkasında ve ya içinde uyurken bulurduk. Bu seferse, o çöp konteynerinin içine kendi girmemiş, öldürdüğü 4 tane yeni doğmuş köpek yavrusunun cesedini koymuştu ve kendisi de başlarında donmuş bir şekilde konteynerin içine bakıyordu." 𝐻𝑒𝑟 𝑘𝑒𝑠 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑟𝑢̈𝑦𝑎𝑙𝑎𝑟 𝑔𝑜̈𝑟𝑚𝑒𝑧, 𝑎𝑛𝑛𝑒. 𝐵𝑎𝑧𝚤𝑙𝑎𝑟𝚤 𝑘𝑎𝑏𝑢𝑠𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝑑𝑎 𝑡𝑢𝑡𝑠𝑎𝑘 𝑜𝑙𝑢𝑟 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑚𝑙𝑎𝑟𝚤 𝑏𝑜𝑦𝑢𝑛𝑐𝑎... "...Bunun Taehyung'un işlediği ilk cinayet olup olmadığını bilmiyoruz bile, doktor hanım. Büyük ihtimal ilk defa böylesine ileri gitti. Ve buna ne sebep oldu, onu ne tetikledi, inanın bunu bende bilmiyorum. Umarım siz onu en kısa sürede yakından tanıyabilirsiniz." Çöplerin içinde uyuyan, kendini bir çöplüğe layık gören Taehyung. 4 adet köpek yavrusunu öldürüp kendi yattığı yere koymuştu. Kan. Kan izleri ona ait değildi. Ben onun elini tuttum ve temizlensin diye elimi kullanan elindeki kan izleri o yavrulara aitti. Böylece cineyeti bana bulaşmıştı. Lekesi üzerime sinmişti. 𝑈𝑦𝑢𝑚𝑎𝑘 𝑖𝑠𝑡𝑖𝑦𝑜𝑟𝑢𝑚, 𝑎𝑛𝑛𝑒... O gece o çöplerin arasında sen uyumadın, Taehyung. O yüzden uyumak istedin. Ve artık ellerin tamamen temizlendiğinde, uyudun. Ben ise bir süre başında bekledim. Tıpkı senin o köpeklerin başında beklediğin gibi. Ancak nasıl ki, seni zorla kollarından tutarak buraya getirdiler ve sen sonuna kadar o köpeklerin yanında olamadın, uyandığında beni yanında göremeyince gittiğimi sandın. Beni de senin gibi götürdüklerini sandın. Seni uyuttum ve sende o yavruları uyuttun. "Bayan Waeron, iyi misiniz?" Choi Woo San'ın sesiyle düşüncelerimden koparak ona döndüm. Bana olan garip bakışlarına anlam veremezken "Gözleriniz doldu," demesiyle afalladım bir anlık. Derin nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Şimdi olmazdı. Zamanı gelince detaylıca düşünecektim zaten, ama şimdi zamanı değildi. "Özür dilerim, ben bir anlık dalmışım. Lütfen devam edin," dedim dikkatimi toplayarak. Choi Woo San'da eski ciddiyetine geri dönerken devam etti konuşmasına. "Dediğim gibi, bu Taehyung'un kendi içinde verdiği en büyük kayıp ve aldığı en büyük darbe olabilir bu tedavi sürecinde. Bundan sonra çok daha dikkatli olmalıyız. Taehyung'un farklı bir duruma sahip olduğunu sizde en başından anlamışsınızdır. Artık her şey sıkı bir denetim altında olmalı ve Taehyungu tek bir an yalnız burakmamalıyız, doktor hanım. Beni anlıyorsunuz değil mi?" 𝐺𝑒𝑟𝑖 𝑔𝑒𝑙𝑑𝑖𝑛, 𝑎𝑛𝑛𝑒... 𝑆𝑒𝑛𝑖 𝑐̧𝑜𝑘 𝑜̈𝑧𝑙𝑒𝑑𝑖𝑚... "Anlıyorum, elbette anlıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapıcağıma emin olabilirsiniz Taehyung için." Taehyung için. 𝑂𝑔̆𝑙𝑢𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛... ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için teşekkürler ve umarım ki beğenmişsinizdir. Aklınıza takılan herhangi bir soruyu yorumlarda belirtiniz lütfen, ayrıca eğer gelecekle ilgili teorilerinizi de paylaşırsanız sevinirim. Sonraki bölümde görüşene kadar kendinize çok iyi bakın ve bolca mutlu olmayı ihmal etmeyin kar tanelerim! Sizi seviyorum ꨄ︎
@mia_h8823 Жыл бұрын
Ooaaa😮.... Yeni bölüm yazmışsın. İnanmıyorum
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Iyi okumalar dilerim, kar tanem 🤍
@vhocolotaetae Жыл бұрын
Hepinize yeniden merhaba kar tanelerim! Nasılsınız? Umarım bu seriyi unutmamışsınızdır. Kaldığımız yerden devam ediyoruz o halde. ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ───── ❝ Chapter 6 ❞ ───── 𝐾𝑎𝑦𝑏𝑜𝑙𝑑𝑢𝑚 𝑣𝑎𝑑𝑖𝑛𝑖𝑛 𝑏𝑖𝑙𝑖𝑛𝑚𝑒𝑧 𝑦𝑜𝑙𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝑑𝑎 𝐾𝑎𝑦𝑏𝑜𝑙𝑑𝑢 𝑘𝑢̈𝑙𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚𝑖 𝑠𝑎𝑘𝑙𝑎𝑑𝚤𝑔̆𝚤𝑚 𝑎𝑡𝑒𝑠̧ 𝐾𝑎𝑦𝑏𝑒𝑡𝑡𝑖𝑚 𝑏𝑎𝑛𝑎 𝑎𝑑𝑎𝑑𝚤𝑔̆𝚤𝑛 𝑏𝑢̈𝑡𝑡𝑢̈𝑛 𝑣𝑒𝑑𝑎𝑙𝑎𝑟𝚤 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚 "...Artık ellisinden yaş atlamış Monarhis, toy adımlarını neşeyle atmış renksiz sokaklarında baharın ilk yağmur damlaları eşliğinde kirli ve bulanık izler burakmaktaydı. Kara 'blucher' ayakkabılarının suyla çamur yaratan kısımlarından hallice olan zihni sebebiyle ise boynunu asla dikletmiyor; kabanından kazağını geçen ve omurgasından inen yağmurlara tepki vermiyordu. Kararmış irislerine yansıyan beyaz taşlar kısa süreli ışıltılara temel oluyor, fakat hemen kayıyordu hepsi. Yarım asrı ömür denen tutsaklığına sığdıran adam artık tüm direnişlerini çeyreğinde burakmıştı. Düşünmüyor, düşündüren müziklerden, kitaplardan, şiirlerden, resimlerden ve her somut görünüşten uzak kalıyordu. Dokunmuyordu, parmak uçları kabuk bağlamış, hatırlanmamaktan kendi kendisini çürütmüştü. Bu cümleyi dudaklarında canlandırdı Monarhis: 'Benim parmak uçlarım bile intihar etmiş, neyi bekliyorum daha? Kaybettiğime ulaştırmayacak bu sokaklarda neden yürümekteyim hâlâ? Kanatlarım kesilmedi, ayaklarımdan edilmedim, benim ruhum sürgünde; ben ne hakla bu bedende varım?' Monarhis sürgün edildiği ruhunun yasını tutamadan yeni bir topraktan kalıpta mahkum kalmaya razılık verdi, ölü parmak uçları aracı oldu, arkasında buraktığı kirli ayak izleriyle ezilen yağmur damlaları şahitlik etti. Yarım asırlık bir serüvenin çeyreğinde yaşadı, ancak ömrünün yarısını bükük boynuyla geçirdi Monarhis. Göğe ve onun verdiklerine küstü; toprağı seçti. Çünkü, Monarhis için özgürlük beyaz taşların gözlerinde yarattığı sahte ve geçici ışıltılardan ibaretti; hepsi saniyeler içinde intihar ederek kayıyordu. Monarhis, beyaz bir taştı, o özgürlüktü; 50 yıl sürdü." Derince bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Okumak hep en iyi terapi yöntemiydi benim için. Hem karşımdaki kişiyi, hem de kendimi bu dünyadan kısa süreliğine de olsa uzaklaştırırdı kitap cümleleri. Bu sırada zihin kendisi için temiz bir zemin hazırlardı ve böylece sohbet ve tedavi daha verimli hale gelirdi. Seans öncesi kitap okumayı genelde genç yaşta yanıma gelenlere kendim önerirdim, ancak ilk defa bu gün Taehyung benden onun için kitap okumamı istemişti. Üstelik seçtiği kitap herhangi bir eserde değildi, Taehyung onun için "Uçurtma ağacı" adlı fazlaca eski bir dünya klasiğinin son kısımlarını oku demişti bana. Bu romanı nasıl ve ya nereden bildiğini sormamıştım. Açıkçası soramamıştım, çünki nasıl bir tepki vereceğini asla kestiremiyordum. Taehyung fazlasıyla hassas ve karmaşık bir düşünce yapısına sahipti. Sorulan sorulara karşı hep beklenmedik cevaplar veriyordu. Örneğin 'aç mısın?' sorusuna verdiği ilk tepki avuç içini ısırmak olmuştu. Bu benim bile iş hayatımda ilk defa karşılaştığım bir durumdu, ancak buradaki doktorlar sanki onun bu hali çok normalmişcesine başka bir serum takmakla yetinmişlerdi. Bu ne demek oluyordu şimdi; Taehyung'un vücudu hep böyle serumlarla mı ayakta tutuluyordu? Kesinlikle bu konu hakkında ilgilenmem gerekiyordu, ama koluna serum takılmış bir vaziyetde sedyede uzanan Taehyung 'anne hadi bana kitap oku' dediğinde onun yanından ayrılamamıştım. ❐ Diğer Yorumda
@vhocolotaetae Жыл бұрын
❐ Devamı "Sence Monarhis şu an da özgür mü, anne?" Sorusuyla kitabın kapağında olan bakışlarım hızla onu buldu. Uzandığı yerden yana eğdiği başı yüzünden saçlarının önden uzun kısımları alnına ve yastığa dağılmıştı. Hem meraklı hem de bilmiş edasında bakan gözleri beni gülümsetti. "Özgürlüğün ölümle sınırlandığını asla düşünmüyorum. Ki, ölüm aslında başlı başına bir kaçıştır. Güzel bir rüyadan uyanmak gibi, gerçek bir uyanış diyebiliriz. Hepimizin zamanı gelince yaşayacağı bir şey, ancak vaktinden önce bölünen rüya bizi mutlu etmez, öyle değil mi?" Fikrimi gülümseyerek tamamladım, fakat onun bakışları uzaklara bir yere dalmış gibiydi. Ellerim arasında tuttuğum kitaba bakarak dudaklarını araladı Taehyung. "Her kes güzel rüyalar görmez ama anne. Bazıları kabuslarında tutsak olur yaşamları boyunca," dedi ve benim dudaklarımdaki gülümseme buz gibi dondu. Hafifçe çattığım kaşlarımla devam etmesini bekledim. Zira ağzından dökülen her cümle içinden geliyordu ve Taehyung'un kendisine aitti. "Ya Monarhis'in hayatıda aslında rüya değilde kabus olmuşsa..? O zaman onun seçtiği uyanış hem de bir kurtuluş sayılmaz mı?" Özgürlüğün beyaz taşların gözlerine yansıyan an gibi kısacık olduğunu ve intiharın kalıcılığını vurgulayan Monarhis Taehyung için basit bir kitap kahramanı değildi. Onun hayatı hakkında konuşurken gözlerindeki yoğunluk bile böylesine artış göstermişken tavırlarındaki ve ciddiyetindeki değişim beni daha da meraklandırmıştı. İçimi bir anda saran heyecanla avuçlarım arasındaki kitabı daha sıkı kavradım. Bu kitabı kesinlikle bende okumalıydım. "Haklısın, Taehyung, bazılarımız ne yazık ki, kabus görebiliyor. Ancak bu onlardan kaçmamız gerektiği anlamına gelmez. Sana bir sır vereyim mi; aslında rüyalarımızı kendimiz kontrol edebiliriz," dediğimde gözleri bana döndü yeniden. Kaşları çatıldı ve hatta bir an nefesini tuttuğunu farkettim. Her ne kadar bu hali karşısında gülümsemeyi çok istesem de kendimi tuttum ve devam ettim. "Eğer ki, insan bir rüyada olduğunu farkederse onu istediği şekilde yönlendirebilir ve istediği her şeyi özgürce yapabilir. Bu sadece ona bağlı, onun kendi sınırlarına bağlı." Taehyung'un gözbebekleri öylesine bir büyüklük aldı ki, tüm göz çevresi siyaha boyandı bir anlık. O siyahın içinde ise küçük parıltılar mevcuttu. Yeminler olsun, ilk defa bu kadar uzun ve temiz baktı Taehyung bana. Hiç bir engel olmaksızın berrak bir deniz kadar görünürdü o şimdi. Acaba biraz daha derinine inebilir miydim? Onun için daha çok erken olabilirdi, ama şu an da bana olan bakışları gerçek bir çocuğun annesine olan bakışları gibiydi. Saf ve tertemiz. "Anne," dedi. Fısıltı gibi çıkan sesi beni afallattı. Çünki gözlerine karşın sesi bulanık bir okyanusun en derininden geliyormuş gibiydi; yoğun ve bilinmez. Sadece aynı ifademle ona bakmaya devam ettim. Gözleri yeniden bir anlık kitaba indi ve hemen bana döndü. "Benim rüyalarım seninle dolu." Bedenimden hızlıca geçen titremenin ardından donakaldım yalnızca. Nefes bile alamadığım dakikalarda başka hiç bir cümle geçmedi aramızda. Onun gözleri yavaşça kapandı ve yorgun ruhu hemen uykuya dalmasını sağladı. Fakat ben hareketsizce oturmaya devam ettim baş ucunda. Ona baktım, yüzünü tekrardan inceledim, hiç durmadan düşündüm ve en sonunda gözlerimden aynı anda akan yaşlarla ayağa kalktım. Akan iki gözyaşına dokunmadan gözlerimi yumdum diğerlerini durdurmak adına. Nefes almak için zorladım kendimi. Göğsüme bastırdığım kitapla birlikte revir odasından çıktım. Arkamı dönüpte ona bakmaya cesaret bile edemedim. Yalnızca koşar adımlarla odama giderken karşıma çıkan kimseyle de konuşmadım. Selamlarını küçük bir baş sallamayla kabul ettim ve odama girdiğim gibi kapımı kilitleyerek kendimi pencerenin önüne attım. Rüzgar tenime değerken nefes alışlarımı düzene sokmaya çalışıyordum. Zira hiç böylesine zorlanmamıştım daha önce. Karmakarışık hissediyordum. Hem mutlu hem de tedirgindim. Mutluydum, çünki Taehyung herkesin deyimiyle bir 'hasta' ve ya 'deli' değildi. Böylesine bir kitaba verdiği yorumlar asla 'deli' birine ait olamazdı. Ve tamda bu yüzden tedirgindim. Her ne kadar 'hasta' olmasa da, iyi de değildi. Psikolojik sorunları, travmaları ve hatta daha çoğunu bilmediğim korkuları vardı. Bunları ise düşünmeyi iyi bilen birisinden öğrenmek elbette daha zor olacaktı. Çünkü ben Taehyung'un zihnine sadece o izin verdiği kadar yaklaşabilirdim. Düşünceler iyice kafamı yorarken pencereyi kapatarak masama geçtim. Bir bardak su içtikten sonra masanın en ortasında duran Taehyung'un dosyasını elime aldım ve tekrardan incelemeye koyuldum. Tanrım, bana o kitabı niye okutmuştu ki? Acaba bilerek mi yapıyordu her şeyi? Farketmemi istediği şeyler vardı, buna emindim artık. Taehyung bir şeyler anlatmak istiyordu. Diliyle söyleyemediği şeyleri bir kitabın içinde bulmamı istiyordu belki de. 'Uçurtma ağacı' kitabını kesinlikle en kısa zamanda okuyacaktım, ancak şimdi Taehyung'un yemek yememe mevzusuyla alakadar müdür Choi Woo San'la görüşmem gerekiyordu. 𝐴𝑛𝑙𝑎𝑦𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑚 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚, 𝑠𝑒𝑛𝑖 𝑏𝑒𝑛 𝑏𝑖𝑙𝑒 𝑎𝑛𝑙𝑎𝑦𝑎𝑚𝑎𝑑𝚤𝑚. 𝐾𝑎𝑐̧𝑡𝚤𝑔̆𝚤𝑛 𝑒𝑛 𝑏𝑢̈𝑦𝑢̈𝑘 𝑘𝑎𝑏𝑢𝑠𝑢𝑛𝑢𝑛 𝑏𝑒𝑛 𝑜𝑙𝑑𝑢𝑔̆𝑢𝑚𝑢 𝑎𝑠𝑙𝑎 𝑑𝑢̈𝑠̧𝑢̈𝑛𝑚𝑒𝑑𝑖𝑚 𝑜 𝑔𝑢̈𝑛. ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için minnettarım, umarım beğenmişsinizdir kar tanelerim. Eğer aklınıza takılan bir yer olursa ve ya teorileriniz varsa yorumlarda belirtiniz lütfen. Bu arada bölümle ilgili söylemek isterim ki, "Uçurtma ağacı" diye bahsedilen böyle bir kitap bulunmamaktadır, tamamen benim kurgum bu. Siz nasıl buldunuz? Başka bir bölümde daha görüşmek dileğiyle kendinize çok iyi bakın ve asla kendinizden ödün vermeyin. Sizi seviyorum💜
@mia_h8823 Жыл бұрын
Çok beğendim... Çok özlemişimm...Eline sağlık
@vhocolotaetae Жыл бұрын
@@mia_h8823 ben bir an nasıl paylaştığımı bile unuttum, gerçekten 1 seneye yakın uzun zaman geçmiş. Bende çok özlemişim, teşekkür ederim, kar tanem
@Sakuraaa_.7 Жыл бұрын
Selam gt?
@yagmuss78 Жыл бұрын
Anladık kook sevgilin sadece senin hjgjdhdj
@Army-lina Жыл бұрын
😂😂😂Ama bir doğum günü unutu diye böyle yapılmazki oda insan. ÇOK YAKUŞIKLI VE MÜKEMEL OLSADA JEON JUNGKOOK 'ta İNSAN
@QarabağFK_Fan-p6t Жыл бұрын
Ana şarkı foverim yatakta zıplıyorum ama hikayede harika aşk
@Dark_Queen72 жыл бұрын
Abi sabahdan beri aldatan sevgiliyi jungkook diye düşünerek okuyodum sonra çok pis zort oldum
@roselwia93842 жыл бұрын
Şeytan bizdik, hiç insan olmadık. Olmadık çünkü ateştik biz. Cennemdik biz. Kötülüktük. Ve hep buna maruz kaldık
@mia_h88232 жыл бұрын
Bunu yazmakta çok geç kaldım ama olurda bir gün dönersen, dönme ihtiyacı hissedersen veya kendini yalnız hissedersen bil ki biz zaten her zaman senin kalbine konmuş ve kalbinin bir köşesinde bekliyorduk. Keza sende öyle... Her zaman bizim kalbimizde tutulu kalıcaksın çünkü akıl unutsa bile kalp kolay kolay unutamayabiliyor. Ne durumda olursan ol eğer yardıma ihtiyacın olduğunu hissedersen bu oraya bir kar tanesi bırakman yeterli...
@Sunlady7412 жыл бұрын
Merhaba ben hikayelerinin yeni okuruyum.Her bir okurun çok güzel yorumlar yapmış sana benzemişler.Beni bu hikayenle çok fazla ağlattın umarım kış çabuk gelirde yeni hikayelerini okurum.Şu anlık eski hikayelerini okumakla yetineceğim.
@kimaidan.-19972 жыл бұрын
Hikaye herşeyiyle harika
@halenazgalaksisuaktas52482 жыл бұрын
Bu gercekten bir veda olmasın Bir veda olmasın ki beklemesi bile mutlu etsin bizi Veda olmayan gitmelerin rengi nedir Gözyaşları gibi şeffaftır bence Sadece gerçekten kendine gösterirsin o rengi Başka biri görünce korkarsın Kendini beğenmezsin Çünkü sen diğerleri gibi güzel değilsindir Güzel olmak da değildir tabi konu aslında sadece hislerdir Bazen bir şey okursun ve o şeyin aslında kendin yaşadığını ya da olduğunu anlayınca kapatır kendini kalp Sevgilere kaparsın kendini Umarım bu veda olmayan bir gitmedir Sana Cem Adrian'in sen sevdiğim şarkısıyla görüşürüz demek istiyorum "Bir istiridyenin kıymetli incisini Sakladığı gibi korurum seni ... Ben seni çok sevdim ben seni çok sevdim Sen oku kelimeleri gözlerimden " Senin geri geleceğin zamana kadar seni bir inci gibi saklayacağım benim kıymetli İncim
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
İşte ben bu sözlerle kalbimin boş kalan sol tarafını doyururum, orayı doldururum. Minnettarım kar tanem ❤︎
@halenazgalaksisuaktas52482 жыл бұрын
@@vhocolotaetae ben de size minnettarım Kıymetli İncim
@Gulmina222 жыл бұрын
Bana bir şarkı önerir misin? Kalbinin bende olduğu zaman diliminde dinleyebileyim
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Evren üzerinde en sevdiğim, sıkılmaktan korlarım diye fazla bile dinlemediğim bir şarkı; benim için hayatımı yansıtan bir ayna. Fourth Of July, iyi dinlemeler dilerim
@Gulmina222 жыл бұрын
Teşekkür ederim
@Gulmina222 жыл бұрын
Bu bir veda değil Beceriksizlik ve sen... Bu kelimenin en son söyleneceği insan bile olamazsın ❄️Kar taneleri... Sonsuzluk diyoruz madem o zaman sonsuzuz Aşk temiz kalplerde olduğu zaman çok saf ve yüce bir duygu senin kalbin gibi Hedeflerini hedef olmaktan çıkar gerçek olsun Gerçekten istediğin, senin için değeri olan sebepler uğruna çalış Zor ama imkansız değil Sen bizim mutlu olmamızı istiyorsan ben de senin mutlu olmanı istiyorum Kaygılanma,üzülme Kapat avcunu Avcunu açtığın ilk an konmaya geleceğim Sonsuz kış... Kalbini bize mi emanet ediyorsun? O zaman aldım kalbini kendi kalbime yerleştiriyorum Esintileri hissettiğin anın gelmesini bekliyorum Ben de sana veda etmiyorum sen de vedalarla tanışma eğer tanıştıysan ben seni bir kez daha tanıştırmak istemiyorum Sen de mutlu ol sonsuz kışımızın sahibi Bir kez daha demek istiyorum Bu bir veda değil çünkü biz sonsuzuz vedalar sonlar içindir Yepyeni bir kışta görüşürüz ruhunun güzelliğine hayran kaldığım insan Avcunu kapat Kalbin benim kalbimde En yakın kışta gel ki verebileyim bu güzel emaneti
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Bu asla bir veda değil, kapattığım avucum sebebiyle, kar topları gibi yükselen eklemlerimde topluyorum, seni güzel aşkım ve her birisinin ucundan öpüyorum; kalbime yuva edindiğim kalbinden öpmüşüm gibi say kar tanem
@Gulmina222 жыл бұрын
@@vhocolotaetae saydım sonsuz kış
@Gulmina222 жыл бұрын
@@vhocolotaetae Sana sonsuz kış dememin bir mahsuru var mı?
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
@@Gulmina22 istediğin her şekilde, dilediğin her biçimde sonsuz sıfatlar dizebilirsin kar tanem, ancak gurur duyarım
@merve40262 жыл бұрын
Gerçekten çok güzeldi okurken hissettim o duyguları:)
@Gulmina222 жыл бұрын
Kalbin bize dediğin kar taneleri kadar bembeyaz ve saf Beyaz saflığı temsil eder Sende beyazı temsil eden insanlardansın Hayallerinin peşinden git yılma umudunu yitirme Kimsenin beyazlığını elinden almasına izin verme Seni görmedim ama bembeyaz olduğuna eminim Yazdığın tüm hikayelerden,kelimelerden masumiyet akıyor Görmeden bile bembeyaz olduğuna inanabileceğim kadar beyazsın
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Beni beyaza bulayan, arındıran, özelleştiren sizlersiniz kar tanem. Benim kalbim, atışlarım, nefeslerim, heyecanım ve var olan tek mevsimim buraya emanet
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Merhaba kar tanelerim! Lütfen bu hikayeyi sonuna kadar okuyunuz, biliyorum çok uzun, ancak günlere bölerekte olsa bitirin, rica ediyorum. ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ♫︎‧͙⁺˚*・༓´ ¯ ` •↝şarkıyla dinlerseniz daha iyi bir deneyim elde edersiniz ^^
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
•➀• ________________________________________ Beni seviyordu... Nasıl? Hayır hayır hayır! Beni seviyordu! Beni sevemezdi! Beni nasıl severdi?! Ben güzel değilim! Çekici değilim! Komik ve ya eğlenceli değilim! Koca okulda sevilecek en son kişiyim ben. Yalan söylüyor! İnanma ona! Anlık bir heves sadece! Eğlenmek istiyor! Sakın kanma! Sakın! Yap burakmazsa peşimi? Evlerimiz bile yakın, aileme ne derim? Öldürürler beni! Tanrım birde arkamdaki sırada oturuyor! Ne diyeceğim ona?! Keşke hiç oturmasaydım o banka... ⋆⋆⋆ Beden dersi için hepimiz hazırlanmış ve sıraya geçmiştik. Hocayı beklerken sabahtandır süren mide bulantım artmaya başlamıştı. Üstümdeki pembe ceketim ağırlık yapıyordu artık. Kışın ortalarında olmamıza rağmen terlediğimi hissediyordum. Neden böyle olduğumu anlamıyordum. Farklı bir şeyde yememiştim halbuki. En son kahvaltıda 1 hafta önceki doğum günümden kalan çikolatamı yemiştim. O mu dokunmuştu yoksa? Ben kendimle uğraşırken hocamız odasından çıkmış ve bize yaklaşmaya başlamıştı. Her kes bununla susarken karşıya döndü bakışlarımız. Hoca baştan sona her kesi incelerken ben sadece doğru düzgün ayakta durmaya çalışıyordum o an. Midem çok fenaydı. Kusacak gibiydim. Kadın hocamızın bakışları bana döndüğünde duraksamıştı. Gözgöze geldiğimizde kaşlarını endişeyle çatmış ve bana yaklaşmıştı. "Esia, iyi misin?" diye sordu bir elimi omzuma dokundurup yüzüme eğilirken. Kurumuş dudaklarımı yalayıp konuşmaya çabaladım. "İ..iyiyim hocam, biraz midem bulanıyor sadece." diyebildim anca. Sınıf arkadaşlarımın bakışları üzerimdeydi ve yan tarafımda duran kızlar sürekli soru sormaya başlamıştı. İlgi merkezi olmaktan nefret ederdim ve bu şimdi sadece gerginliğimi artırmıştı. Hoca yüzümü süzdükten sonra tekrar doğrulmuştu. "Hadi geç biraz otur, yüzün bembeyaz olmuş. Düzelmezsen revire gideriz tamam mı? Suyun var mı?" "Var hocam teşekkür ederim, geçer şimdi yorgunluktan oldu herhalde." Hoca başını sallayıp diğerlerine dönerken bende sıradan çıkmış ve ilerdeki alçak boydaki uzun banklara ilerlemiştim. Oturmadan bankın altına buraktığım sırt çantamı aldım ve içinden suyumu çıkarttım. Bir şişe suyu kana kana içerek bir dakikada bitirmiştim. Geniş ve kapalı spor salonu sayesinde soğuyan su iyi hissettirmişti. Başımı arkamdaki duvara yaslayıp sakinleşmeye çalıştım. Ama daha iki dakika geçmemiş yan tarafımda oluşan hareketlilikle hemen dikleşmiştim. Baktığımda bu sınıfta arkamdaki sırada oturan Taehyungdu. Ben büyüyen gözlerimle ona bakmaya devam ederken bana dönen bakışları kısılmıştı. O genelde derslere girmezdi ve beden dersinde bahçeye çıktığı söylenirdi. Şimdi burda ne işi vardı ki? "İyi misin?" diye sordu kalın ses tonuyla. İrkilmiştim bununla. O mu soruyordu bunu? Daha önce çok konuşmamıştık bile. İletişimimiz sadece kısa cümlelerle oluyordu. Kısa cümlelerden kastığım, derse girdiği zamanlarda uyuduğu için hocalar onu çağırdığında uyandırıyordum. Bunun dışında mahallelerimiz yanyanaydı bu yüzden arada dışarda görüyordum ama birbirimize öylece bakıp geçer 'merhaba' bile demezdik. Sınıf arkadaşlarımla aramdaki bağ kuvvetli değildi, her ne kadar en başından beridir aynı sınıfta olmuşsak bile. "Hmhm iyiyim, sadece yoruldum biraz. Hoca izin verdi diye oturdum." Neden bu kadar açıklama yapmıştım ki yine? İnsanlara kendimi kanıtlama çabalarımdan nefret ediyordum. Taehyung başını sallamış ve önüne dönmüştü. Aramızda tek kişi oturacak kadar mesafe vardı ve bu ona karşı iyi düşünmeme neden olmuştu. "Şey," diye mırıldanışıyla yine ona bakmıştım ama o sadece başını eğmiş ve ayakkabılarına bakıyordu. "Aslında bir şey söylemek istiyordum sana. Yani itirafta denebilir.. bilmiyorum işte, herneyse artık. Bu benim için biraz zor ve uzun bir karar oldu umarım çok saçmalamam..." Saçmalıyordu. Ne söylediğini anlamıyordum. Öylece çatık kaşlarımla ona bakıyor sözlerinden birşey çıkarmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Direk söyleseydi ya, ne gerek vardı uzatmaya. Taehyungun çok konuştuğunu görmemiştim, genelde kendi arkadaşlarıyla takılırdı hep. "Ben... seni seviyorum Esia." Ne. "Esia, hadi seni çağırıyor hoca gelsene!" Sınıftan bir kızın beni çekiştirmesiyle zorla ayağa kalktım. Bakışlarım Taehyungdan çekilmezken o da bana bakıyordu. Birbirimize bakıyorduk. Hiç bir şey anlamıyordum. Hiç bir şeyi kavrayamıyordum henüz. Tekrar sıraya geçtim. Kusma isteğim bir anlık durduktan sonra şiddetle artmaya devam etti. Taehyunga bakmadım ama onun arkamdaki bankta oturarak hala bana baktığından emindim. Buysa midemin daha da ağrımasına neden oluyordu. Tanrım ne demişti o..?! ⋆⋆⋆ Sınıftaydım. Sıramda oturmuş ve ellerime bakıyordum eğik başımla. Zil çalar çalmaz soyunma kabinine ilk ben girmiş ve sınıfa da ilk ben çıkmıştım. Sonraki dersin başlamasına 5 dakika kadar vardı ve çocuklar sınıfa doluşmaya başlamıştı. Ama Taehyung yoktu. Her zaman olduğu gibi. Olmaması elbette daha iyiydi. Şu an bile diken üzerinde oturuyormuş gibi hissediyordum, o arkamda olursa ne olurdu bilmiyordum. Ama tabi ki kaderden kaçamazdık. Ders başladı ve bir kaç dakikanın ardından Taehyung sınıfa girdi. Edebiyat hocasının bakışları ona kayarken bıkkın bir ifade vardı yüzünde. Edabiyat hocamız aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi ve Taehyunga bir kaç öğüt verdikten sonra oturmasına izin vermişti. Taehyungun hiç biri umurunda gibi değildi, gerçi hiç birimizin değildi. Hoca bile bunun yarın tekrarlanacağını çok iyi biliyordu. Taehyung uslanmaz biriydi. Yavaş adımlarla sırasına ilerlerken önümden geçti ama bana bakmadı. Arkamdan oturduğunu dair ses gelirken derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çabaladım. İlk kez... Birisi ilk kez bana beni sevdiğini söylüyordu ve bu hiç iyi hissettirmemişti. Ben böyle şeyler yapamazdım, sevgisine karşılık veremezdim. Okulda benim gibi 16 yaşında sevgilisi olan bir sürü kız vardı, ama ben onlar gibi cesaretli değildim. Korkağın tekiydim ben. Hayatım boyunca annemle babamdan bununla ilgili türlü korkunç hikayeler ve tehditler almıştım. Onlara göre benim sevdiğim birisi olamazdı. Beni kimse sevemezdi. Eğer ben kendimi belli etmezsem kimse beni görmez ve kimse beni sevmezdi. Bende böylece ailesine layık temiz ve terbiyeli bir kız evladı olabilirdim. Bunun gibi o kadar çok şey vardı ki... Asosyal birisi değildim, ama bu sözler kendimi kısıtlamama neden olmuştu hep. Onların dediği gibi kendimi asla belli etmemiştim. Dikkat merkezi olmaktan kaçınmıştım. Haklı olduğum konularda bile susmayı tercih etmiştim ve erkeklerle yakınlık kurmamıştım. Çünki ben iyi bir kızdım. İyi kızlar annelerinin ve babalarının sözlerini dinlerdi. Ama benim annemle babamın atladığı çok önemli bir detay vardı; aile baskısı sadece profösyonel birer yalancı yetiştirirdi. O an hiç bir şey düşünmedim. Her şeyi görmezden geldim ve ilk defa kötü bir kız olmak istedim... Ders bittiğinde beklemeden arkamı döndüm. Tam tahmin ettiğim gibi gidiyordu. Ama ani dönüşümle bana bakmıştı şaşkın bakışlarıyla. "Ben," dedim. Bir kaç saniye durdum. Tüm dikkati bende olan yüzünü inceledim. Taehyung yakışıklıydı. Bunu her kes bilirdi. Ama Taehyung zorbaydı. Bunu da her kes bilirdi. "Bende istiyorum." Pişmanlık... Söyledikten hemen sonra hissettiğim tek şey pişmanlık oldu. Ama onun heyecanla açılan gözleri ve mutlulukla kıvrılan dudakları bunun artık son pişmanlık olduğunu gösteriyordu. Nefes alamadım. Tanrım ben ne yapmıştım?! İğrenç bir dürtü tüm içimi kasıp kavurdu. Kendimi çok, çok tiksinç hissettim. Annemin sözleri aklımın duvarlarına çarptı ve büyük sarsıntılara neden oldu. 'Bizden korkmuyorsan cehennemin ateşinden kork Esia! Cayır cayır yanarsın! Kötü kızları tanrı nasıl cezalandırır biliyorsun değil mi? Sakın kötü bir kız olma!" Ben çok kötü bir kız oldum anne... ⋆⋆⋆ ❥︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
•➁• ⋆⋆⋆ Dersler bitti, ben bir daha hiç ona bakmadım. O da zorlamadı. Evime giderken başım eğikti ve güneş tüm ışıklarını yüzüme çarpıyordu tanrının ilk cezasıymış gibi. Utanç içerisindeydim. Anneme nasıl bakacağımı bilmiyordum. Kimseyi görmek istemiyordum aslında. İçimden sadece ağlamak geliyordu. Eve girdim. Annemin mutfaktan gelen sesini duyabiliyordum. Telefonla konuşuyor olmalıydı. Derin bir nefes aldım ve her zaman olduğum gibi davranmaya çalıştım. "Ben geldim annecim!" diye seslendim. Bu sırada ayakkabılarımı çıkarmış ve dolaba yerleştirmiştim. Odama giderken aynı zamanda montunu çıkarıyordum. Annemin "Hoşgeldin, kızım!" deyişini duymuştum. İçimde bir şeyler kırıldı bununla. İncinmiş hissettim. Anneme nasıl yalan söylerdim... Yatağıma oturdum. Başımı eğdim. Gözlerimden bir damla yaş çeneme kadar yol çizdi. Dudaklarım tir tir titriyordu. Korkuyordum. Çok korkuyordum. İğrenç hissediyordum. Kötü bir günah işlemiştim ben. Kötü bir kızdım ben şimdi. Annemin görme ihtimaline karşın kapıyı kapattım. Kıyafetlerimi değiştireceğimi düşüneceği için sorun yoktu. Perdeleri sonuna kadar çektim. Herhangi birinin beni görme ihtimalini sıfıra indirdim. Titreyen ellerimle okul formamı çıkarmaya başladım. Gözyaşlarım hiç durmuyordu. Durmasını da istemiyordum. Sanki ne kadar ağlarsam o kadar azalır gibime geliyordu günahım. Kendimce kendimi aklamaya çalışıyordum. "Esia, gel yemek ye kızım!" Annemin sesiyle hızla sildim yanaklarımı. Başımı yukarı çevirdim ve gelecek olan gözyaşlarımı geri gönderdim. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Kapıyı açtım ve her gün yaptığım gibi mutfağa gittim ve masaya geçtim. Annem yemeğimi tabakta hazır etmişti. Kendisi de oturma odasında dizisini izliyordu şimdi. Önümdeki tabağa bakarken yine gelen ağlama isteğimi bastırmaya çalıştım. Aileme layık bir evlat olamamıştım. Bu yemeği haketmiyordum. Çatalı elime aldım ve patatesten bir tanesine saplayıp ağzıma götürdüm. Kızarmış patatesin tadı hiç bu kadar acı gelmemişti. Yüzüm buruşuk saniyeler boyunca çiğneyip durdum. Yutarken boğazımdan geçen yemeğin beni boğmasını istedim o an. Ama hayır. Ben yaşadım... ⋆⋆⋆ Sonraki gün hiç bir şey olmamış gibi sınıfıma girdim ve sırama geçtim. Burdaydı. Erken geldiğini ilk defa görüyordum. Sebebini bilmekse hiç doğru gelmiyordu. Sıranın üzerine koyduğum çantamdan kitaplarımı çıkartırken ayakta duruyor ve hiç ona bakmıyordum. "Günaydın, 𝑠𝑎𝑟𝚤 𝑘𝑒𝑑𝑖𝑚." Tüm bedenim felç geçirmiş gibi dondu kaldı. Yutkunarak ona çevirdim bakışlarımı. Sari kedim mi? Karnımın üzerinde taş varmışcasına ezildim. İnanılmaz bir mide bulantısı kapladı. Kahvaltıda yediğim yumurtanın boğazımdan geri geldiğini düşündüm bir anlık. "Sarı kedi mi?" diye fısıldadım titrek sesimle. O oturmuştu ama iri bedeni sebebiyle tam gözgözeydik. Gülümsedi. Bakışları saçlarıma kayarken hepsini tek tek yolmak istedim saçlarımın. "Hmhm.. günaydın sarı kedi." "Bana böyle deme." Bir anlık kendimden bağımsız saçma çıkışım onu şaşırtsa da sonradan daha büyük gülümsedi. Neden böyle şefkatle gülümsüyordu ki. Gözleri çok ağır bakıyordu. İstemiyordum bana bakmasını. "Yanakların kızardı biraz," dedi bundan hoşlandığını belli eden sesiyle. Kendimi yumruklamak istedim. Utandığımı düşünüyordu. Ki bu doğruydu, ama asıl sebebi korkuydu. "Güzel görünüyorsun." Daha fazla ayakta duramazdım. Hiç bir şey söylemeden sırama oturdum ve dersin başlamasını bekledim. Arkamdaydı ama düşünmemeye çalıştım. İlk dersin ortalarına doğru at kuyruğumdan uzanan saçlarıma dokunduğunu hissettim. Dudaklarından dökülen "Bu gün saçlarını mı yıkadın" fısıltısı dudaklarımı titretti. Ağlamak istiyordum. Babam bile dokunmazdı saçlarıma. Babamın bile bir kere okşamadığı saçlarıma o neden dokunuyordu? ⋆⋆⋆ Tenefüste beklemeden kalktım ayağa. Bir süre durdum öylece. Koridora çıkıp hava almam lazımdı biraz. Ama yalnız çıkmak istemiyordum. Annem tek başıma dolaşmamam gerektiğini söylerdi. Bu sırada sınıfa bu sene gelen kız yanıma yaklaştı. "Esia, koridora çıkmak ister misin benimle? Sıkıldım sınıfta." Teklifine heyecanla başımı salladım. "Olur, bende bunalmıştım zaten." Kolunu uzattığında tebessüm ettim ve koluna girdim. Koridora çıkarken o anlamadığı matematik dersinden konuşurken bende onu dinliyordum. Aynı zamanda da yürüyorduk. "Anlamıyorum ben bu dersi yani, zor geliyor. Ailem özel hoca tutalım diyor ama istemiyorum ki ben." "Onlara kendi isteklerinden bahsetmeyi denedin mi?" diye sordum. Bu sırada uzun koridorun sonuna gelmiştik ve geri gitmek için arkaya döndüğümüzde gözlerim karşıdaki Taehyunga takıldı. Gülümsemem anında yüzümden donarken o da durmuş bize -doğrudan bana- bakıyordu. Ne yani? Beni takip mi etmişti? "Anlattım aslında, resim çizmeyi sevdiğimi söyledim. Ama dinlemiyorlar ki... Esia?" "Ha?" dedim ona dönerek. Uzun boylu bir kızdı bu yüzden başımı hafifçe kaldırmam gerekmişti. "İyi misin, n'oldu?" "İyiyim ya sadece daldım bir an." Başını sallarken yürümeye devam ettik. Ve ben yine de Taehyung sanki hiç arkamızdan bizi izlemiyormuş gibi konuştum. ⋆⋆⋆ Son iki ders kalmıştı. Geçen saatlerde neyseki bir şey olmamıştı. Beni zorlamaması iyiydi ama yine de sadece bana karşı böyle olması ne kadar doğruydu emin değildim. Zira gün içerisinde biriyle kavga ettiğini duymuştum. Bunu her gün duyuyorduk zaten. Taehyung zorba bir çocuktu. Eziyet ettirmeyi severdi. Gerçi ilk okuldan aynı sınıftaydık ve bana kötü davrandığını hiç hatırlamıyordum. Dediğim gibi, bu zamana kadar birbirimize dikkat etmezdik bile. Ya da sadece ben etmezdim. Sıramda oturmuş sıradaki ders tarih için hazırlanırken yanıma gelen sınıf arkadaşımla ona baktım. Evhan sınıfın tembel öğrencilerindendi. Ama sinsi bir erkekti ve bu yüzden hep geçiyordu bir şekilde tüm sınavları. "Esia bana fizik notlarını verir misin?" Sorusuyla şaşırmadan edemedim. Evhan ders notları isteyecek biri değildi, üstelik istese bile bunu sınıfın en sessiz ve kimseye not vermeyen kızından istemezdi. "Üzgünüm, şu an yanımda fizik notları yok." dedim. Bu gün fizik dersi olmadığı için notları da yoktu yanımda. Hem olsaydı bile vermezdim. Paylaşmayı çok sevdiğim insanlarla yapmayı tercih ederdim. Benim için herhangi bir değeri olmayan biriyle paylaşma zorunluluğum yoktu. "Hadi ama, vardır sende. Hemen kopyalayıp vereceğim lütfen." Fazla ısrardan nefret ederdim. Ve Evhan rahatsız hissettirmeye başlamıştı. "Yok diyorum Evhan, notlarımın hepsi evde." "Yalan söyleme, önceki ders fen notlarını çantandan çıkarırken gördüm seni." Dalga mı geçiyordu bu çocuk? Derin bir nefes aldım ve soğuk bakışlarımı aşağıdan ona diktim. "Fizik notlarım yanımda değil, ayrıca sanane benim ne yaptığımdan." "Be-" "Evhan!" Sınıfta yükselen sesle irkildim. Evhan refleksle arkasını dönerken bende bize yaklaşan bedene baktım. Çatık kaşlarının altındaki sinirle kıstığı gözleri Evhanın üzerindeydi. Anlık bana dönen bakışları yutkunmama neden olsa da, neyse ki üzerimde çok kalmamıştı. Büyük adımlarla Evhana yaklaşırken sorun çıkmaması için dualar etmeye başlamıştım bile. "İşin yok kızla, uza hadi!" Evhan şüpheli gözlerle Taehyunga bakarken üstelememiş ve uzaklaşmıştı. Bir sorun çıkmadığı için derin bir nefes alıp kitabıma dönecekken önümde eğilen Taehyungla donakalmıştım. Kim Taehyung benim önümde mi eğilmişti? Sınıfta olan çocukların da şaşkınca bize baktığını bilsem de onun yumuşak bakışlarından kaçamıyordum. "Ne dedi sana? Rahatsız mı etti?" Az önce kullandığı sesiyle bu hali arasında kocaman bir fark vardı. "Ha... şey, hayır yapmadı bir şey. Sadece şey.. not istediğini söyledi. Yok deyince de ısrar etti birazcık.. o kadar yani.." Alakasız cümleleri ardı ardına dizip saçmalarken, o dudaklarındaki ince tebessümü ve gözlerindeki tane tanecik olan şefkatiyle bana baktı sessizce. İçim burkuldu o saniyelerde. Midem ilk defa farklı kasıldı. Acı vermiyordu, daha çok tatlı kasılmalardı bu. O önümde diz çöküp bana böyle güzel bakarken ben korunmanın nasıl bir şey olduğunu ilk o an öğrendim. Korumak yasaklar koymak değildi, korumak kısıtlamak değildi, korumak tehditlerle kontrol altına almak değildi. Korumak sadece bir bakışta saklıydı, şefaktle harmanlanan. Korumak böylesine diz çökmekti karşısında. Korumak korkutmamaktı. Sözlerle değil, davranışlarla hissettirmekti. Ve ben hissediyordum. Beni korumak istediğini bakışlarından okuyordum. Taehyung bana babamın baktığı gibi bakmıyordu. Onun gözlerinde şüphe yoktu. Annemin baktığı gibi bakmıyordu. Onun gözlerinde beklenti yoktu. İyi bir kız olmamı istemiyordu benden. Ona layık olmamı beklemiyordu. O bana sadece 'seni seviyorum' demişti. Şartlar koymamıştı önüme, sözler verdirmemişti bana. 'Bende istiyorum' dememe rağmen uzun uzun bakmamıştı bile. Kitaplarda nasıl geçiyordu bu; beni kendinden bile sakınıyordu, diyerek galiba. ⋆⋆⋆ ❥︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
•➂• ⋆⋆⋆ Tarih dersi bitti. Arkamı döndüm. Direk gözgöze geldik. Benim tedirgin halimin aksine dingin bir 𝑜𝑘𝑦𝑎𝑛𝑢𝑠 gibiydi o. Yumuşak dalgaları vardı sanki. Acıtmıyordu, sadece varlığını hissettirmek istiyordu. "Benden uzak dur," dedim sanki bana bir kez yaklaşmış gibi. Tepki vermedi. Durmadım. "Bakma bana bir daha, istemiyorum. Biliyorum dün ben şey dedim.. şey işte biliyorsun. Ama öyle değil, sadece... olmaz bu. Ben.. istemiyorum. Yapamam yani, altından kalkamam. Anla beni, seninle olmaz, ben seninle... olamam.." Öyle bakıyordu ki, sanki karşısında kundaktaki bebektim ben. Kırılmamdan korkarmış gibi titremeye başladı gözbebekleri. Yine de demedi bir şey. Koyu gözleri soğuktan daha da açılan mavi gözlerime baktı. "Bak, sen özünde iyi biri olabilirsin ama ben seni sevmiyorum. Bu... çok saçma olurdu... Senden.. 𝑛𝑒𝑓𝑟𝑒𝑡 𝑒𝑑𝑖𝑦𝑜𝑟𝑢𝑚 ben..." Mavilerim onun daha da koyulaşan harelerine yansıdı. Okyanusundaki dalgalar şiddetle yükseldi. Öyle bir çarptı ki, aynı anda titredi kirpiklerimiz. İstemsiz kırpıştırdığım gözlerim aşağı kayarken ilk o an elinde sıktığı cam parçasını gördüm. Göğsüm sıkıştı. Bir anda ellerim soğudu, buz gibi oldu. Telaşa kapıldım, yüzüne bakmadan eline uzandım. Ama daha dokunamadan geri çekti. Endişeyle büyüttüğüm gözlerim yüzüne kalktı tekrar. "N'apıyorsun, çok kanayacak ver bana." dedim. Sesim kendime yabancı çıkmıştı. Tekrar uzanmaya çalıştım eline. Dudaklarını araladı. "Sen dokunma," dedi. Sesi koca dalgalardan daha sert çarptı o an. Yutkunmak istedim ama yapamadım. "Çok keskin, eline bir şey olur." İlk defa bu kadar küçük hissettim onun karşısında. Utancı ilk defa bu kadar yoğun hissettim. O ayağa kalkıp giderken hareket edemedim. Göğsümün üzerinde toplanan o ağrı nefes almamı zorlaştırırken bir ses yankılandı her yanımda. Denizin en dibinden geliyormuş gibi uzaktaydı, ama bedenimi titretti. İşte şimdi, dedi bana aklımın en ücra köşelerinden gelen bir ses; Sen şimdi kötü bir kız oldun Esia. ⋆⋆⋆ Günler sanki benim kötü olmamı bekliyor gibi hızla geçmeye başlamıştı. Saniyelerle yarıştaydım, kaybediyordum sürekli. Koşuşların bitmediği bu yarışta düşüşlerimle vardım. Ayağa kalkmayı bilmeyen ben ilk defa düşmek uğruna koşuyordum. Koşuşlarım bile o kadar sessizdi ki, kimse görmüyordu bile. Görünmez gibiydim artık. Gerçi... hep böyle değil miydi zaten? Ne değişmişti ki? Ben hep kimsenin görmediği sessiz kızdım. Kimse bana bakmazdı, kimse görmezdi düşüşlerimi. Kimse bilmezdi canımın yandığını. Ben bile bulamazdım kanayan yeri. Ama o bulmuştu... Kim Taehyung gözleriyle gözlerime bakmış, bakışlarıyla tüm yaralarımı açığa çıkarmıştı. Ne tuhaf... dokunmamıştı bile daha. Bana söylediği bir 'seni seviyorum', birde 'sarı kedi' vardı. Birde gözleri... Ah, o gözleri... Kahverengi gözleri nasıl da yumuşacıktı... Hatırladıkça, düşündükçe duramıyordum yerimde. Koşasım geliyordu durmadan, sırf düşeyimde yine öyle baksın bana. Ama artık bakmıyordu. Bir hafta geçmişti, bir kez bile bakmamıştı bana. Yokmuşum gibi yapıyordu. Her kesin yaptığı gibi. Bu... tahmin ettiğimden daha acıydı. Ağlatmıyordu, yağmurun altında saatlerce ıslanmak gibiydi. Düşürmüyordu, ayakta bekletiyordu. Çok yabancı hissediyordum. Sanki kocaman bir ordu geçmişti üzerimden. Öyle yorgun, öyle acizdim. İçimde çok garip, çok yeni ve çok büyük bir açlık, muhtaçlık vardı. Bana baksın istiyordum. Konuşmasın ama bana baksın. Sadece baksın. Konuşursa dayanamazdım, kaçar giderdim. Tanrım, ne kadar da kötü bir kız olmuştum ben... O kadar yeniydi ki bu hisler benim için. Taehyung benim için çok farklıydı. Acı veriyordu ya, acısı bile kıpır kıpır ediyordu beni. Toy olan ruhum acısına tutunmaya çalışıyordu. Bir şekilde ulaşmaya çalışıyordum ona sessizce hiç bir şey yapmadan yine bana baksın diye. Ben ne yapılır bilemezdim. Ama olmuyordu. Artık sevmiyor muydu beni? Küsmüş müydü yoksa? Ben bilmiyordum ne yapılır. Hiç kimse küsmemişti ki bana. Yaptığım tek şey çaresizce beklemekti. Bende ona bakmıyordum, bende onunla konuşmuyordum. Eski halimize geri dönmüştük. Ama bu iyi hissettirmemişti. Ben diğer kızlar gibi olamıyordum. Onlar gibi normal sevemiyordum. Konuşamıyordum bile. Ondan nefret ettiğimi söylemiştim. Ah aptal kafam, aptal dudaklarım... Nasıl nefret edebilirdim, şimdi böylesine açken bir bakışına... Normal değildim ya ben, baksa yine kesin redderdim onu. Çok, çok bencilceydi bu. Ben kaçtıkça bıkmadan usanmadan bana gelsin demekti bu. Bu çok acımasızca olurdu. Ama ben korkağın tekiydim. Ufacık bir cesaretim varsa, onu da o gün benim yüzümden incittiği elini sarmak için kullanırdım. İlk defa böylesine bir acı hissediyordum. Muhtaçlık ilk defa böylesine büyük ve dayanılmaz geliyordu. Ellerim sızlıyordu, kollarım ağırlaşıyordu. Kendimden utanacak kadar çok sarılmak istiyordum ona. O da sarılsın bana. Sadece sarılalım bir kaç 𝑠𝑜𝑛𝑠𝑢𝑧𝑙𝑢𝑘 kadar. Ne kadar da aptaldım... Ama ben daha kendi babasına bir kez olsun küsmeyen kızdım. İlk defa nazlanmak istiyordum yabancı bir erkeğe. Bana 'sarı kedim' deyişini hatırlıyordum ya, ölecek gibi oluyordum hep. Nefeslerim titreşiyor, yanaklarım yanıyordu. Çok ama çok aptal bir kızdım ben. Birde kötü. ⋆⋆⋆ Benden intikam alıyordu. Tanrım, beni öldürmeye mi çalışıyordu... O gün koridorda gezdiğim kızı sevdiğini söyledi tüm sınıfın gözleri önünde. Ne hissedeceğimi bilemedim. Düşünemedim. Kalbimin o sert çırpınışları zorladı göğsümün solunu. Yuktundum. Ne yapmam lazımdı? Tanrım, ne yapacaktım? O şimdi başkasına mı bakacaktı bana baktığı gibi? Nefeslerim çoğaldı, bedenim kasıldı aniden. Kusmak istedim. İnanılmaz bir ağrı çöktü sanki ellerimin üzerine; öylece düştüler yanıma. Başımı eğdim. Kesik bir nefes çıktı dudaklarımın arasından. Ardını getiremedim. Ben ilk defa hissettiğim o terkedilme hissini taşımaya çalıştım sırtımda. Çok ağırdı, ilk defa onun okşadığı saçlarım sırtımdan aşağı kayarken. Sonra yine o sesi duydum içimden gelen. Gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturdum duymamak için. Ama olmadı, yine her tarafımda yankılandı. Bak, dedi; sen hiç böyle 𝑑𝑢̈𝑠̧𝑚𝑒𝑑𝑖𝑛 Esia. ⋆⋆⋆ Onunla konuşuyor, ona gülüyor, ona bakıyor. Her gün onu sevdiğini söylüyor. Ağlıyorum her gece, yastığım sırılsıklam. Ben ilk defa yabancı bir erkek için ağlıyorum. Dinlediğim her şarkı onu hatırlatıyor, bir tek onlara sığınabiliyorum. Kulaklık en yakın dostum olmuş. Çalan bir şarkı olmasa dahi kulağımda hep. Sanki böyle olsa duymayacakmışım gibi kimseyi. Kimse görmeyecek gibi beni, soyutlanıyorum sanki tüm dünyadan. Defterler tutmaya başlıyorum. Yazıyorum sürekli. Ne olduğunu bilmeden, yorulmadan her gün yazıyorum. Sonra bakıyorum yetmiyor. Çünki bu sefer Taehyungun o kızın elini tuttuğunu görüyorum. Kitap okumaya başlıyorum. Kötü, iyi farketmez elime geçen tüm kitapları okuyorum. Tanrım olmuyor, yetmiyor! Sarılıyorlar bu defe gözlerimin önünde... Ne yapacağımı bilmiyorum. Nereye kaçacağımı, onu nasıl unutacağımı bilmiyorum. Aklımı kaybedecek gibiyim. Onu özlediğimi bile itiraf edemiyorum kendime. Sadece sevmesin istiyorum başka kimseyi. Kimseye bakmasın gözleri, sarılmasın kimseye. Bana gelse yine; reddederim bundan hiç olmadığım kadar eminim, ancak öyle arsız ki içimdeki kötü kız, böyle de olsa sadece beni sevsin istiyorum. Gelip 'seni seviyorum' demesin, ama uzakta olsa bana baksın hep. Biliyorum tanrım, biliyorum ben çok kötü bir kız oldum. Bir tek bunu inkar etmiyorum artık. Ben çok kötü bir kızım. ⋆⋆⋆ ❥︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
•➃• ⋆⋆⋆ O kadar odaklanmışım ki içimdeki acıya, bedenimi unutmuşum. Meğerse yemek yemiyormuşum yeteri kadar. Bunu çok geçmeden öğrenecektim ve kimsenin yapmayacağı şekilde şükredecekdim bunun için birde. Okula her zaman olduğu boynum bükük korkuyla gittim. Beni neyin beklediğini biliyordum. Benden sonra gelecek olan çiftin birleşik ellerine bakacaktım gizlice, sonra gülüşlerini dinleyecektim. Daha doğrusu Taehyungun gülüşlerini ezberleyecektim. Gülüşünü ilk defa başka bir kız için atarken duymakta başka bir acıydı benim için. Tanrım, ben bu kadar acıtmış mıydım gerçekten canını? Bu kadar mı büyüktü cezam? İlk dersin sonunda son günlerde sürekli açlık sebebiyle ağrıyan midem yine kendini belli ederken derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım tuvalete gitmek için. Soğuk su iyi geliyordu bazen. Sıramdan ileri bir kaç adım atmıştım ki, Taehyungun sesiyle yavaşladım istemsiz. Yine her zamanki gibi yanındaki kızla pencerenin yanında duruyordular el-ele. Onlara bakamadım, hiç bakamazdım ama Taehyungun yüksek sesle kurduğu cümleyi duymuştum. Duyduğum gibide iki kulağımı koparıp atmak istedim. Tanrım lütfen... lütfen dursun artık! "Saçların çok güzel kokuyor, yıkadın mı onları?" 𝐵𝑢 𝑔𝑢̈𝑛 𝑠𝑎𝑐̧𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝚤 𝑚𝚤 𝑦𝚤𝑘𝑎𝑑𝚤𝑛... Galiba unuttuğum bedenim o an yeterince dayandığını düşünmüş olacak ki, bir anda yığılıverdi yere. Gözlerim açıktı hala, aklımdaysa tek bir cümle dolanıyordu. 𝐵𝑢 𝑔𝑢̈𝑛 𝑠𝑎𝑐̧𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛𝚤 𝑚𝚤 𝑦𝚤𝑘𝑎𝑑𝚤𝑛... Ben gerçekten aptal bir kızdım. Çocukların seslerini duyuyordum, başıma yığılmış bağırıyordular. Bense öylece açık gözlerimle tavana bakıyordum. Bayılmak daha iyiydi belki de, birazcık gitmek istiyordum bende. Ama daha yere düşeli üç saniye olmamıştı ki, birileri hemen kaldırmıştı biri. Büyükçe birinin kolları tüm bedenimi topak etmek ister gibi sarmalarken onun kucağındaydım şimdi. Gözlerimi o kişinin yüzünü görmek için indirdim. O girdi bakış açıma. Tanrım, yoksa gerçekten bayılmış mıydım? 𝑅𝑢̈𝑦𝑎 mı görüyordum? Yoksa gerçek olamazdı tekrar gördüğüm o şefkatli yumuşak kahverengi gözleri, değil mi? Aciz halime gülümsemek istedim ama dudaklarımı bile hissetmiyordum o an. Uyumak istiyordum sadece. Ancak Taehyungun gözlerine biraz daha bakayım diye kapatmadım gözlerimi. Birazcık daha gözgöze kalalım, birazcık daha baksın bana. "Esia..! Esia n'oldu? Hadi söyle bana. Bir yerini mi incittin? Neden konuşmuyorsun? Miden mi bulanıyor, aç mısın? Üşüyor musun yoksa, neden titriyor musun? Biri bir şey mi yaptı? Esia konuş yalvarırım.. bir şey söyle..." Yumuşacık sesiyle söylediği hızlı cümleleri pek algılayamıyordum, çoğu da yarım kalıyordu zaten. Ah Taehyung, nasıl söyleyebilirdim düşüşlerimin sana ait olduğunu? Daha ben bile kendime itiraf edemiyorum ki, içimde amansızca dolaşan sana olan duygunun ne olduğunu. Nasıl söylerdim senden kaçarken, sana muhtaç kaldığımı? Nasıl söylerdim şu an bile sarılmak istediğim bedeninde böyle yatarken ne büyük mutluluk duyduğumu? Sıcaksın Taehyung, çok sıcaksın. Benim soğuk tenime inat çok büyük bir ısı yayıyorsun. Nasıl söylerdim şimdi sana; götür diye beni burdan? Nasıl söylerdim sonsuz bir 𝑠𝑜𝑛𝑠𝑢𝑧𝑙𝑢𝑘 kadar beni kucaklamanı istediğimi? Gözlerim kapanmadan yine o sesi duydum içimden geçen. İnkar etmedim bu sefer, bende tekrarladım ardından. Sen, dedi bana; ondan kaçarken kucağına düştüğün bu erkeğe 𝑎𝑠̧𝚤𝑘 oldun Esia. ⋆⋆⋆ Gözlerimi yeniden açtığımda revirdeydim. Hafif bir uyuşukluk dışında pek bir şey hissetmiyordum. Birde gözlerim kararmadan gördüğüm gözlerinin hatırası vardı tabi. Tanrım, yine öyle bakmıştı bana. O bakışları bir kez daha görmüştüm. Hatırlayınca içimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. Öncekiler gibi acı verecek kadar ağır değildi, çok hafifti. Gökyüzünde uçuyor gibi, denizin yüzeyinde yüzüyor gibiydi. Annem burdaydı. Babamla kızları olduğunu unutmuşcasına ettikleri kavgalardan vakit bulabilmişti demek gelmeye. Endişeyle hemşirenin iyice düşen bağışıklığım hakkında olan uyarılarını dinliyordu. Benimse aklımda tek şey revirin kapısı açılıpta annem içeri girince bir saniyeliğine gördüğüm Taehyungdaydı hala. Kapının arkasındaydı. Bekliyor muydu gerçekten? Hala önemsiyor muydu beni? Bu düşünce içimdeki o garip tarafı uyandırmıştı. En son Evhanla olan olayda hissetmiştim aynı duyguyu. Hemşire eve gidip dinlenmemi söyledikten sonra annemin kolunda revirden çıktık. Bu sırada gözlerim hemen Taehyunga döndü. O da hızla yaslandığı duvardan dikleşip bana baktı. Yanımda annemin olduğunu hatırlayınca yutkunarak çektim bakışlarımı. Bir kaç sınıf arkadaşım daha burdaydı. Birde müdür vardı tabi. Okul müdürü anneme durumumu sordu. Sonra bana döndü. "Esia, şimdi iyi misin kızım? Nasıl hissediyorsun?" "İyiyim hocam," dedim hafifçe gülümseyerek. İyi olsam bile hala bir uyuşukluk vardı bedenimde. Uyumak istiyordum biraz. Belki birazdan bir 𝑠𝑜𝑛𝑠𝑢𝑧𝑙𝑢𝑘 kadar fazla. Annemle eve gittik. Yol boyunca durmadan konuşmuştu. Bundan sonra yemeğime dikkat edeceğimi, gün içerisinde vitamin alacağımı ve daha çok dinlenmem gerektiği gibi bir sürü uyarı. Ancak hiç birini umursamamıştım, çünki biliyordum; bir kaç güne kendileri de unutacaktı beni yeniden. Ben annemle babam çok gençken hayatlarına dahil olmuştum. Daha kendilerini yeni yeni tanırlarken birde ben yük olmuştum onlara. Yine de beni kendi halime burakmayı daha uygun bulmuştular. Annemle babam vardı, ama rolleri o kadar silikti ki yok gibiydiler sanki. İhtiyaçlarımı karşılar, beni diğer çocuklardan maddi bakımdan asla eksik burakmazlardı. Ama sevgi, ama şefkat, ama destek... Bunların hepsi ikinci, hatta belki de sonsuz sayıda uzakta kalmış ve unutulmuş bir sıradaydı. O yüzden annemin şimdiki bu sahte ve geçici ilgisi beni asla etkilemiyordu. Aklım tamamen başka şeylerle doluydu. Ah benim güzel annem, Taehyung bir kez daha baktı ya bana o yumuşacık kahverengi gözleriyle, senin kızın daha da burakmaz kendini. ⋆⋆⋆ Ertesi gün her zamanki adımlarımla, ama farklı duruşumla okula gittim. Korkularım azalmıştı. Ama içimde yine de onu başla bir kızla görmek konusunda endişeler vardı. Ve tüm bunlar sınıfa girdiğimde sıramın yanında ayakta duran ve direk kapıya bakan Taehyungu gördüğümde yok olmuştu. Gözleri hemen beni bulurken beklemeden hızlı adımlarla yanıma ulaşmıştı. Bense olduğum yerdece durmuş, şaşkın bakışlarımla onu izliyordum. "Esia, nasılsın?" diye sordu tam karşımda durarak. Kalın sesini böyle nahif kullanınca o kadar etkileyici oluyordu ki... "Ben.. iyiyim." dedim çok beklemeyerek. Gözlerimi bir an olsun çekemiyordum gözlerinden. Pek niyetimde yoktu zaten. Dün bayılmam sebebiyle çok bakamamıştım, şimdi hakkımı doya doya kullanmak istiyordum. "Tamam hadi gel otur sırana, çok ayakta kalma. Dün annenle müdür konuşurken duydum, iyice dinlenmen lazımmış. Hem neden geldin ki sen bu gün okula? Evde kalıp dinlenmen lazımdı.." Ben yeni doğupta ilk defa insan görmüş bebek gibi ona bakarken o beni sırama doğru geçirmişti. Hipnoz olmuşcasına oturdum ve çantamı alıp yanıma koymasına izin verdim. Daha doğrusu onu bakmaktan pek algılayamıyordum hareketlerini. "Oldu böyle rahatsın değil mi? Kapıcıdan yastık getireyim mi?" "Yok yok iyiyim ben," dedim arkaya bir adım atmasıyla. Gerçekten gidip yastık mı getirecekti? Taehyung durup bana baktı ve derin bir nefes alıp başını yukarı aşağı salladı hafifçe. "İhtiyacın olan bir şey varsa mutlaka söyle bana." dedi arkada kendi yerine geçti. Bense hissettiğim o garip duygular içerisinde ağırlık gösteren özlemle ağlamamak için çabalıyordum. Günlerdir hatta haftalardır başka bir kızla olan halleri sağlığımın bile kötüleşmesine sebep olmuştu. Tanrım, bana ne olmuştu? Aşk bu muydu gerçekten? Hep acı mı çekecektim? Hep korkacak mıydım? O yanımdayken ağlamak zorunda mıydım hep? Tanrım, bu nasıl bir aşktı? Kötü bir kız olduğum için ceza mıydı yoksa? ⋆⋆⋆ ❥︎Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
•➄• ⋆⋆⋆ İlk ders bitti. Dikkatimi çok veremedim. Taehyungla o kız yanyana oturmuyordu şimdi. Bu içimde öyle bir hafifletme yaratmıştı ki, uzun zaman sonra ilk defa rahatça derin bir nefes almıştım. Ben derste tuttuğum notları toparlarken Taehyungun arkamdan bağırmasıyla yerimden sıçramıştım. "Açma lan pencereyi!" Şaşkınlıktan çıkamamışken sağ çaprazımda olan kız pencerenin kulpunda duran eliyle korkmuş bir halde arkama, yani Taehyunga bakıyordu. "Ş..şey ben hava almak istemiştim-" "Git başka bir yerde al havanı! Sınıfta pencere açılmayacak, duydunuz mu hepiniz beni?!" Sınıftakiler biraz öfke, birazda korkuyla Taehyunga bakarken ben neden sinirlendiğini anlamaya çalışıyordum. Gerçi o Taehyungdu. Sinirlenmek için nedene ihtiyaç duymazdı. Kız dolu gözleriyle sınıftan çıkarken öylece arkasından baktım. Üzülmüştüm; sebepsiz yere tüm sınıfın önünde üzerine gelinmişti. Arkamı döndüm sırasında yayılarak oturan Taehyunga bakmak için. Ama o zaten bana bakıyormuş. Bu bir süre afallamama neden olsa da bozmadım ifademi. "Neden bağırdın ki kıza? Sadece pencereyi açacaktı biraz." dedim ciddi tutmaya özen gösterdiğim tınım ve çattığım kaşlarımla. Ancak Taehyung düz yüzüyle bana bakmaya devam etti. Bakışları her ne kadar yumuşak olsa bile ifadesi çok sakindi. "Açamaz." dedi basit bir şeymiş gibi. Bu tavrı onun zorba hallerine olan sinirimi ortaya çıkarmıştı. "Nedenmiş o? O da sınıfın bir öğrencisi." "Bu açabileceği anlamına gelmez, hava soğuk." Hala çok sakin konuşuyordu. Bense hem bakışları karşısında kısıtlanmış hissediyor, hem de cümleleriyle sabrım sınanıyordu. "Sadece bir tenefüs hava alacaktı." dedim. "Gidip başka bir yerde alabileceğini söyledim." Tanrım delirecektim! "Söylemedin bağırdın. Ayrıca kıza 'lan' dedin, kızlara 'lan' denmez." Güzel, şimdi de ahlak bekçisi olmuştum, aferin bana. "Kim olduğu umurumda değil." Bu cümlesi kaşlarımı havalandırmama sebep olmuştu. Ne demek umurumda değil? "Bana da söyleyeceksin anlamına mı geliyor bu?" dedim nasıl olduğunu anlamayarak bir anda. Ardından yutkundum. Bu konuşma hiç iyi yerlere gitmiyordu. "Kendini diğer insanlarla nasıl bir tutarsın?" Soru değilde sitem dolu kurduğu cümlesiyle durdum. Yüz kaslarım gevşerken öylece ona bakakaldım. Bir süre sessizce birbirimize baktıktan sonra Taehyung iç çekip yayıldığı yerde dikleşti ve bu aramızdaki mesafeni azaltmıştı. "Bak," dedi ben hala ne olduğunu anlamaya çalışırken. "Benimle ilgili ne düşünüyorsun bilmiyorum, çoğu tavrın kafamı karıştırıyor Esia." Sende benim Taehyung. Aklım bulanıyor seni düşündükçe. "Bazen öyle berrak oluyorsun ki sayfaları açık bir kitap okuyormuş gibiyim, bazense öyle bir saklıyorsun ki düşüncelerini; bakıyorum bakıyorum ama bir türlü anlamıyorum seni." Bana kırgındı, hemde fazlasıyla. Söylediklerini sindirememişken daha ayağa kalktı ve gitmeden son kez bana baktı yukardan. "Sen.. garip birisin Esia, zorsun. Ama sen aynı zamanda çok güzel yoruyorsun, daha çok bağlıyorsun kendine. Kaçamıyorum; okyanus yarılıyor ve içine çekiyor daha da. Bir türlü cevapta bulamıyorum; beni sevmen için mutlaka iyi biri mi olmam lazım..? Herneyse ben şimdi gidiyorum bir kaç işim var, sakın pencereyi açma, koridora da çıkma. Annen eminim yemek koymuştur bu sefer sana, hepsini ye. Son ders gelicem tekrar, şimdilik... kendine iyi bak." Arkasını döndü ve hızlı adımlarla çıktı sınıftan. Dediği gibi diğer derslerde gelmedi. Pencere açılmadı sınıfta, koridora çıkmadım. Annemin koyduğu yemeğin hepsini yedim. Bunları yaparken garip bir şekilde sanki Taehyung beni izliyormuş gibi hissediyordum. Yapmam gerekenleri söylerken seçenek vermemişti bile, 'lütfen' gibi ifadeler kullanmamıştı. Sadece emir kipiyle konuşmuştu ve belki de buydu zorundaymış gibi hissetmem. Ama yine de rahatsız hissetmemiştim. Ailemde emirler verirdi çoğu zaman, o anlarda her ne kadar boyun eğsem de kızardım ama Taehyungun verdiği emirler kötü hissettirmemişti. Bunun için kendime kızdım ve halimden utandım. Ben asla ailesine layık bir kız olamıyordum, çok kötüydüm. ⋆⋆⋆ Okul bitmek üzereydi. Son sınavlarımızı vermiştik ve hepimiz yaz tatili için heyecanlıydık. Bu zamana kadar Taehyungla aramızda hiç bir şey yaşanmamıştı. Sanki hiç beni sevdiğini söylememiş gibi davranıyorduk ikimizde. Taehyungu o kızla bir kaç kez daha görmüştüm ama devamı gelmemişti. Galiba araları bozulmuştu. Bunun beni sevindirmesi belki de yanlıştı ama artık içimde yaşadığım duyguları tartmayı burakmıştım. Okuduğum kitaplarda insanın duygularını kontrol edemediği zamanlar olduğu ve o anlarda sadece akışına burakmak gerektiği yazıyordu. Böylece her şeyi dahayi öğrenecek, kendimizi daha çok tanıyacaktık. Bende zamanımı kendimle ilgili araştırmalar yaparak geçirmiştim. Neler düşündüğümü sorgulamıyordum ama inceliyordum. Kendimle konuşuyor bu sefer kendimi anlamaya çalışıyordum. Artık aileme layık olmak derdim olmasın diye uğraşıyordum daha fazla. Bu biraz zor olsa da başarılıydım. Taehyung konusundaysa kendime zaman vermiştim sadece. 16 yaşında çok genç bir kızdım ve bu tür duyguları yaşamam normaldi. Belki de sadece bana olan tavırlarından etkilenmiştim, saçımı okşaması beni fazla derinden vurmuştu. Ben şefkatle nadir karşılaşan biriydim ve onun böyle güzel bakması kendimi güvende hissettirmiş olmalıydı. Bu sadece geçici heves olabilirdi, ama içimde bir yerlerde hala bir ses ona aşık olduğumu söylüyordu. Açıkçası bunu pek önemsemiyordum. Aşk bana göre büyütülmesi gereken bir duygu değildi. Her kes aşık olabilirdi. En kötü insanın bile kalbinde bir aşığı olabilirdi. Bana göre önemli olan sevgiydi. Sevgi emek ve çaba isterdi. Güvenmek gerekti. İşte bu yüzden sevmek zordu. Uzaktan aşık olabilirdik, ki galiba ben olmuştum, ama uzaktan sevemezdik bence. Aşk karşılıksız olabilirdi, sevgiyse ihtiyaçtı. İnsan sevmeye ve sevilmeye bağımlı olabilirdi. Aşkın kötü tarafları vardı, ama sevgi kötülüğü kabul bile etmiyordu. İşte bu yüzden hala biraz olsun rahattım, çünki Taehyungu sevdiğimi düşünmüyordum. Evet onun bakışlarına ihtiyaç duyduğum anlar olmuştu ama şu an düşününce bunun sadece bir kıskançlık olduğunu anlayabiliyordum. Taehyungun o kıza bakmasını istememiştim, bana baktığı gözlerinin her kese açık olduğunu düşünmek beni kızdırmıştı. Bana özel kalmasını istemiştim belki de kim bilir. Ama artık bir önemi yoktu. Taehyungu görmek evet, beni heyecanlandırıyordu ama bu kıpır kıpır ve ya mutluluk verici değildi. Daha çok tedirgin oluyordum. Acaba bu gün bir şey konuşacak mı, bu gün bana bakacak mı diye korkuyordum aslında. Çünki yine redd etmek istemiyordum. Yine canını yakmasını istemiyordum benim yüzümden. İkimizde çok gençtik ve daha yaşayacağımız bir sürü yıl vardı. Daha vücutlarımız bile tam olgunlaşmamışken, karakterimiz yeni yeni oturuyordu. Eminim farklı insanlar tanıyacak ve ikimizde ait olduğumuz yeri bulacaktık. Ve eğer ki büyüdüğümüz zaman tekrar karşılaşırsak ve ikimizinde içinde bitmeyen bir şeyler olursa işte o zaman gerçekten evet derdim. Ama şimdi olmazdı. Hem onun, hem de benim için en iyisi buydu. ⋆⋆⋆ ❥︎Diğer Yorumda
@mia_h88232 жыл бұрын
Doğrusunu söylemek gerekirse neden bilmiyorum benim dikkatimi çeken şey Diana'nın söylemediği rahatsızlığı oldu. İlaç almasını gerektiren bir rahatsılığı var ve üzerinde durmuyor. Belki onun hastalığı Taehyung'un hastalığının yanıda hiç kalabilir ama doğrusu Diana yı psikolog olmaya iten sebepleri de merak ediyorum. Psikoloji nin gerçekten okunmasın kolay bir bölüm olduğunu düşünmüyorum. O yüzden acaba her ne kadar Diana üzerini örtsede hangi sebeplerden ötürü okudu bu bölümü?
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Bölümdeki en önemli kilit noktayı bulduğun için sana önce teşekkür ederim kar tanem. Bu bölümü atarken asıl amacım 'hastalık' dediğimiz bu farklılıkların hepimizde değişik şekillerde olabileceğiydi, bunu da Diana'nın ilaç konusuna değinerek yapmak istedim. Ve tabi ki Diana'nın bu mesleği seçmesi boşuna bir heves değil, asla olmadı; ki zaten hepimiz geleceğimizi şekillendirirken aslında en büyük kırgınlıklarımızı en başta tutarız. Fazla detay vermek istemiyorum şimdilik, ama son olarak en başında da dediğim gibi; hastane içerisindeki her kesin taktığı bir maske var, maskelerin renkleri farklı ama aynı amaçlarla kullanılıyorlar. Ve Diana'da artık o hastanenin bir doktoru
@mia_h88232 жыл бұрын
@@vhocolotaetae Ben teşekkür ederim Meleğimm. Bu arada yazmayı unutmuşum. Gerçekten güzel bir bölüm olmuş eline sağlık
@Gulmina222 жыл бұрын
Sabah acaba bugün yeni bölüm atar mısın diye düşünmüştüm
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
İyi ki atmışım kar tanem ^ᴥ︎︎︎^
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
o yaşlı psikiyatrist belki de bir şeyleri hatırlamasını engellemeye çalışmıştır. sadece denek olarak kullandığını düşünmüyorum
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
yetimhane görevlileri onu çöp konteynerinde nasıl buluyordu? konteynerin içinde miydi? içinde mi uyuyordu?
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
İlk bulunduğunda konteynerin arkasında uyuyordu, ancak sonralar evet, konteynerin içine girdiği oluyordu. Hatta sana bir detay; üzerini çöplerle örtüyordu
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
@@vhocolotaetae saçma gelecek ama belki ailesinden gördüğü muameleden dolayı böyle yapmış olabilir mi? Kendisini konteynerde uyumayı layık görmek gibi
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
@@hatunsilanyasar7597 düşüncelerin saçma değil kar tanem ve elbette olabilir. Eski odasını da harabeye çevirmesinin bir nedeni belki de gerçekten kendini çöplere layık görmesidir ¯\_(ツ)_/¯
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
ya hak
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Merhaba kar tanelerim! Bu bölümü kısa bir geçit bölümü olarak düşünebilirsiniz. Kısaca Taehyungun bilinen geçmişini öğreneceğiz. Ne kadar devam edeceğini bilmiyorum ama herhalde başka bir bölüm daha yetiştirebilirim diye düşünüyorum. Hayırlısı diyelim, iyi okumalar ^^ ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ♫︎‧͙⁺˚*・༓´ ¯ ` •↝şarkıyla dinlerseniz daha iyi bir deneyim elde edersiniz ^^ ───── ❝ Chapter 5 ❞ ───── 𝑆𝑜𝑛𝑠𝑢𝑧𝑙𝑢𝑔̆𝑎 𝑘𝑎𝑑𝑎𝑟 𝑢𝑧𝑎𝑛𝑎𝑛 𝑣𝑎𝑑𝑖𝑚𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑔̆𝑖 𝑆𝑜𝑛𝑢𝑛𝑎 𝑘𝑎𝑑𝑎𝑟 𝑦𝑢̈𝑟𝑢̈𝑑𝑢̈𝑔̆𝑢̈𝑚 𝑎𝑡𝑒𝑠̧𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑝𝑎𝑟𝑙𝑎𝑘 𝚤𝑠̧𝚤𝑔̆𝚤 𝐵𝑒𝑛𝑖 ℎ𝑒𝑝 𝑒𝑛 𝑏𝑎𝑠̧𝚤𝑛𝑑𝑎 𝑡𝑒𝑟𝑘𝑒𝑡𝑡𝑖𝑛 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚 Kim Taehyung. 27 yaşında ve 16 yaşından beridir hastanelerde yaşamını sürdürüyor. Defalarca kaçmaya çalışmış, 12 yıl boyunca 6 hastane değiştirmiş. Onlarca doktorla görüşmüş, ama tek bir olumlu sonuç elde edilmemiş. Kimse Taehyungun ne halde olduğunu bulamamış, belirli bir teşhis konulamamış hastalığına. Kim Taehyung hastane kayıtlarında 'hasta' olarak geçiyor. Sadece 'hasta'. İlk bulunduğunda çırılçıplakmış ve bir çöp konteynerinin arkasında uyuyormuş. Sonbaharın ortalarında üzerinde tek parça kıyafet bulunmaksızın evsiz insanlar tarafından ordan çıkarılmış ve kimsesiz olduğu belirlendikten sonra çocuk yetiştirme yurduna verilmiş. Ancak diğer çocuklardan farklı olan davranışları hemen dikkat çekmiş. Taehyung kıyafetlerini sürekli parçalıyormuş. Bazen çocuklar onu etrafta çıplak gezerken bulurmuş. Yemek yemeyi redd ediyor, sürekli uyuyormuş. Bazı çocuklar onunla konuşmaya çalışsa da tek kelime etmezmiş kimseye. İstediği bir şey olursa yurdun duvarlarına çizdiği resimlerle anlatmaya çalışırmış. Yurt görevlileri kısa sürede Taehyungun normal bir çocuk olmadığını farketmiş, -zira bazı geceler yurdun kapısındaki çöp konteynerinin içine girdiği oluyordu - onun için psikiyatrist çağırmışlar. Gelen psikiyatrist 14 yaşındaki Taehyungla türlü konuşmalar yapmış, farklı ilaçları bedenine enjekti etmiş. Yaşlı bir adam olan psikiyatrist Taeyungun küçük vücudu üzerinde izinsizce denemeler yapmakla kalmamış, aynı zamanda zihin oyunlarına da üstünlük vermiş. Yaklaşık 2 yıl bu adamın türlü işkencelerine maruz kalan Taehyung en sonunda dayanamayarak tedavi sırasında bedeni üzerinde kullanılan neşterlerden birini kullanarak psikiyatristinin şah damarını kesmiş. O anda sadece 16 yaşında olan Taehyung mahkemeye çıkmış ve hem psikiyatristin yanlış tedavi yöntemleri hem de akli dengesi yerinde olmama sebebiyle tutuksuz yargılanma almış. O günden sonra Kim Taehyung 'hasta' teriminin yanında birde 'katil' sıfatıyla hastanelere mahkum kalmış... Okuduğum bilgiler içimde yaşlaşmış bir burukluk yaratmıştı. Daha küçük bir çocukken kim bilir nelere maruz kalmıştı ki soğuk bir havada çıplak uyumuştu. Taehyungun durumu ciddi şekilde karışıktı ve bunlar madalyonun görünen kısmıydı. Birde bilmediklerimiz vardı; Taehyungun içinde saklayarak kendini günden güne tükettiği gerçekleri. Onu iyileştirmek hiç kolay olmayacaktı. Dosyada her ne kadar ailesine dair bilgiler bulmak istesemde tek bilindiği kimsesiz olmasıydı. Polisler 14 yaşında adını sormuş ancak günler sonra zorla da olsa 'Kim Taehyung' diyebilmişti. Sayfalarca süren kocaman dosyayı okurken bazı doktorlardan fiziksel şiddet gördüğü ve hatta taciz edildiğini öğrenmiştim. Buysa neden doktorlardan nefret ettiğini açıklıyordu. Kim bilir daha bilmediğimiz neler yaşamıştı. Parmaklarımın arasında sabir duramayan dosyayı masamın bir köşesine fırlattım ve geriye yaslandım gözlerimi kapatarak. Nefeslerimi düzenli alarak sakinleşmeye çalışmak benim kendi üzerimde en çok kullandığım yöntemdi; ancak şu an işe yaramıyordu. Kulaklarımda Taehyungun bana 'anne' diye seslenişi vardı ve ellerimde silsem bile hala daha kanlıymış gibi titremeler mevcuttu. Aklımsa yine her şeyden kaçarak gizlenmeyi seçmişti; bu onun yaptığı en iyi şeydi. Ancak düşünmek zorundaydım. Ben bir psikoloqdum ve yıllardır bu meslekle bütünleşmiştim. Taehyungun zor bir geçmişi, karışık bir vakası olduğunun farkındaydım, ancak bu benim için ilk değildi. Gerçekten katlanılmaz şeyler yaşayan insanlar tanımıştım; şu anda devam ediyordular hayatlarına. Biz insandık; her şeye bir şekilde alışırdık. Kapımın tıklanmasıyla yerimde doğrulmuş ve "Gir" demiştim. Kapı yavaşça aralanmış ve arkasından hemşire Hae Soo görünmüştü. Tam olarak içeri girmemiş bedeni, yere eğik başından da ne kadar ürkek bir yapısı olduğunu açıklıyordu. Çekiniyor diyebilirdim, ancak daha önce beni Choi Woo San'ın odasına götürmüşkende aynı tavırları sergilemişti. Tek fark ise kızarmayan yanaklarıydı. "Efendim Hae Soo, bir şey mi oldu?" diye sordum hafifçe tabessüm ederek. Yanımda gerilmesini istemiyordum; onunla iyi anlaşabilirdik. Gergince birleşik parmaklarını ayırmış ve başını kaldırarak gözgöze gelmemizi sağlamıştı. Yüzünde yorgun ve mahçup bir ifade vardı. "Rahatsız ettiğim için özür dilerim doktor hanım, ancak Taehyung uyandı ve sizi göremeyince kriz geçirmeye başladı, durduramayınca son çare bizde sakinleştirici iğne yapmak zorunda kaldık. Bende onun doktoru olduğunuz için size haber vermem gerektiğini düşündüm." Hızlı hızlı soluklanmadan sıraladığı cümleler ayaklanmama yetmişti. Kapıldığım telaş beni bile afallatırken bir an adım atmayı unutmuştum. Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalışırken görüş açımı giren siyahlıklarla bir elim yakınımdaki masama tutunmuş, diğer elimiyse şakaklarıma götürmüştüm; gözlerim kararmıştı ani hareketlerim yüzünden. Bir kaç saniye durup kendime gelmeyi bekledim. Bu sırada koşarak yanıma gelen Hae Soo kolumu tutup destek verirken korku kaplayan sesiyle konuşmaya başlamıştı. "Doktor hanım, iyi misiniz?! Tanrım, yoksa ben mi bir şey yaptım? Doktor hanım, özür dilerim kötü hissettiğinizi bilmiyordum, çok üzgünüm-" "Hae Soo, ben iyiyim," dedim devam etmesini beklemeden. Omzularımı dikleştirip düzelen bakış açımla derin bir nefes aldım. Gözlerimi bana verilen küçük odamın pencerisinin üzerinde asılan duvar saatine çevirdiğimde vakitin çoktan altıyı geçtiğini farkettim. İlaç zamanım atlamıştı ve ben almayı unutmuştum. İç çekerek yanımda bana endişeyle bakan genç kıza döndüm. Gülümsedim daha fazla korkmasın diye. "Sadece yorgunum biraz, Taehyung nerde şu an?" Tereddütlü bakışları karşısında söyleyip söylememek arasında kaldığını anlamıştım. "Emin misiniz doktor hanım, yorgunsanız dinlenmeniz gerekir." "Eminim Hae Soo, hadi beni Taehyungun yanına götür." dedim tatlı olduğunu umduğum bir gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirirken. Hae Soo yutkunmuş ardından başını sallayarak geri çekilmiş ve çekilmem için önceliği bana vermişti. Odadan çıkıp yine yanyana yürümeye başladığımızda ister istemez gülümsemiştim. İçimden bir ses Hae Soo ile iyi anlaşacağımızı söylüyordu. ❐ Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
❐ Devamı Odam birinci kattaydı. Her ne kadar Taehyunga daha yakın bir oda istesemde bu mümkün olmamıştı, zira üçüncü kat tamamen tedavi gören kişilere ayrılmıştı ve ikinci katta bana uygun boş bir oda bulunmamıştı. Daha fazla sorun yaratmamak adına odamın birinci katta olmasını kabul etmiştim. Taehyung için ise yeni bir oda hazırlanmasını talep etmiştim ve yine üçüncü katta ama eskisine tezat penceresi, yatağı ve hatta dolabı bile olan bir oda ayrılmıştı. Oraya gideceğimizi düşünsemde Hae Soo resepsiyondan ileri uzanan koridora yönelmişti. Hastaneyi gezmek için fırsatım olmamıştı ve bu kısmı ilk defa görüyordum. Küçük bir koridoru geçtikten sonra geniş bir alana girdik. Tam ortada yarım yuvarlak şeklinde bej renginde bir koltuk vardı. Koltuğun karşısınaysa üzeri bomboş olan bir sehpa konulmuştu. Hae Soo koltuğun dönük olduğu yerdeki bir kapıya doğru ilerledi. Kapıyı iki kez tıklattıktan sonra cevap gelmesini beklemeden açmıştı. Ve tamda beklediğim gibi bir adım geri çekilerek önceliği bana verdiğinde ona son kez gülümsedim ve içeri geçtim. Daha odayı inceleyemeden burnuma gelen serum kokusuyla revirde olduğumu anlamıştım. Fazla büyük olmayan odada küçük bir masa, yan tarafında uzunca bir dolap ve ilerisinde duran bir sedye vardı. Mavi örtülü sedyenin üzerinde yatan Taehyungun gözleri kapalıydı. Onun baş ucundaysa serumunu yenileyen doktor önlüklü bir kadın duruyordu. İkimizde gözgöze geldiğimizde nazikçe gülümsemişti. "Merhaba psikoloq hanım," dedi elindeki şırıngayı odanın köşesinde duran lavobonun düz kısmına burakırken. Ardından bana doğru ilerlemiş ve elini uzatmıştı tanışmak niyetiyle. "Ben Lee Soo-Byul, burda çalışan doktorlardan biriyim, hastanemize hoşgeldiniz." Uzattığı elini tuttuğumda bende gülümsemiştim hafifçe. Bu sırada göz ucuyla Taehyunga bakıyordum. "Tanıştığımıza memnun oldum bayan Lee ve Diana'yı tercih ederim," dedim sonda bana karşı kullandığı 'psikoloq hanım' sıfatını kastederek. Anlayışla başını salladıktan sonra devam ettim. "Taehyung nasıl?" "Ah, o iyi," dedi bir adım benden uzaklaşıp bakışlarını benim gibi uyuyan Taehyunga çevirirken. Saniyelik ona baktığımda yüzündeki bıkmışlığı görebilmiştim. "Yani her zamanki hali diyebilirim, burdaki her kesten daha çok ağırlıyoruz onu." "Bu iyi olduğunu kanıtlamıyor o zaman," dedim Taehyunga yaklaşırken. Gözlerim ilk olarak yüzünde durakladığında çatlamış ve yaraları olan dudaklarına değmişti. Çok fazla zorlamış olmalıydı kendini. Göz kenarlarıysa mosmordu. Onu ilk gördüğümde de böyleydi. Günlerdir uyumuyor olmalıydı. O an aklıma Taehyungun dosyasında okuduğum uyku kısmı geldi; çöplere girerek uyuyan küçük Taehyung. O halde ne olmuştuda uykudan kaçar hale gelmişti şimdi? Hangi korkusunu anlatıyordu bu? Kim bilir neyin yaşanmışlığını taşıyordu bu mor renkler. Gözlerimi kaldırıp serumuna baktığımda sarı renkteki sıvının ilk ne olduğunu anlayamamış çattığım kaşlarımla arkamda kalan doktora dönmüştüm. "Bu nedir?" diye sordum. Bakışları önce seruma kaymış, ardından bana dönmüştü. Sabit ve ne yaptığını bilen bir ifadesi vardı. "Bemiks*," dedi kısaca. Başımla onayladıktan sonra tekrar Taehyunga döndüm. Sedye üzerinde uzanırken bedeninin ne kadar zayıf ve çelimsiz olduğunu daha iyi anlamıştım. Üzerinde hala beyaz kazağı vardı ve katlanan kol kısımlarından bileklerini görebiliyordum. Her iki bileğini kaplayan sayısız kesik izleri dudaklarımın titremesine neden olmuştu. O kadar inceydi ki elleri tüm damarlarını görebiliyordum. Kendine her zarar verdiğinde daha çok acımış olmalıydı canı. Ve içimden bir ses kesiklerin yalnız bilekleriyle sonlanmadığını söylüyordu bana. Ona her dokunulduğunda kendine zarar vermiş olabilir miydi? Bu düşünce derin bir nefes almamı sağladığında yüzüne kaymıştı bakışlarım. Belirgin elmacık kemiklerinde hala hafif kan izleri vardı. Kendime engel olamayıp elimi yüzüne yaklaştırdım. Burnunda soluduğu nefesleri parmaklarıma değiyordu şimdi. Uyumasına rağmen korkarcasına soluduğu hava, titrekçe verdiği solukları bir anlık boğazımın tıkanmasına sebebiyet vermiş; nefes alamamıştım. Uyurken bile rahat değildi. Tenine dokunduğumda parmak uçlarıma işleyen soğukluk ve kuruluğu yutkunamadığımdan tıkanan boğazıma benzetmiştim. İşaret ve orta parmağımı çok hafif yanağında gezdirdim. Kan izleri kurumuştu ve teniyle bir olmuş gibi hiç bir hissiyat vermiyordu dokunduğumda. Onu buraya yatırıp serum takmak yerine önce kanını temizleseler belki biraz olsun çatlardı doktorlara karşı olan nefretten yükselttiği duvarları. "Islak mendil verir misiniz?" diye rica ettim hala odada olan doktora bakmadan. Önce adım sesleri yükselmiş, açılan çekmece sesinden sonra adım sesleri bana yaklaşmıştı. Yan tarafımda duran doktor eliyle bana bir ıslak mendil paketi uzatırken küçük bir tebessümle "teşekkür ederim" demiş paketi almıştım. Sesimi kullanırken titrememesi için uğraşmak zorunda kalmış ve dolan gözlerim sebebiyle doktora çok bakamamıştım. Taehyungun yanağından çektiğim titreyen parmaklarımla paketten bir tane mendil çıkarmış ve tekrar yanağına uzanmıştım. Nazikçe, uyanmasın diye küçük aralıklarla belirgin elmacık kemiklerine sürdüğüm beyaz mendilin üzeri kısa bir süre içinde kırmızı lekelerle dolmuştu. Dudaklarımı ısırarak kendimi gözyaşı dökmemek için sıkmış, titrek bir nefesin ardından başka bir mendili elime alarak bu sefer diğer yanağına geçmiştim. Diğerine kıyasla daha temizdi, bu yüzden hızlıca bitirerek çene kısmını da silmiştim aynı mendille. Bir paket mendille dakikalarca Taehyungun yüzünü, çene kısmını, boynunu, ellerini ve hatta ayaklarını silmiştim. Doktorun Taehyungun topuklarındaki kiri silerken şaşkınca bana baktığının ve bunu asla beklemediğinin farkındaydım ama umurumda değildi. Biz burda doktorduk ve onlara yardım etmek için kendi rızamızla vardık. Benim yaptığımı o Taehyung buraya getirildiği ilk anda yapmalıydı ama ne yazık ki Bemiks serum vermeyi akıl edebilmişti sadece. Paketteki mendiller bittiğinde benimde üzerimde bir bitmişlik oluşmuştu. Yorulmuştum; sildiğim kanların ona ait olup olmadığını bile bilmiyordum, tenine bulaşan kirlerin hangi kaçışların hatıraları olduğunu bilmiyordum, vücudunu haksızca süsleyen kesiklerin vesile olduğu acılarla aynı derinlikte olup olmadığını bilmiyordum. Hiç bir şey bilmiyordum, ben bana 'anne' diyerek uyumak istediğini söyleyen bu adam hakkında hiç bir şeyi anlamıyordum ve onun kapalı gözlerine bakmak bile gecikmişliğin utancını çarpıyordu vicdanıma. Keşke, keşke çok daha önce tanışsaydık. Belki şu ankinden daha az kesik olurdu bedeninde, belki daha çok uyurdu bu güne kadar. "Bayan Diana," diyerek yanıma yaklaşan doktora baktım. Gözlerindeki hüznü eliyle uzattığı peçeteyi görmeden önce anlayamamıştım. "Ağlıyorsunuz." diyerekten devam ettiğinde parmaklarım gözlerime değmişti refleksle. Islaklık parmak uçlarımdan avuçlarıma akarken dudaklarım aralanmıştı. Ancak bir şey diyemeden kısıkça teşekkür ederek bana uzattığı peçeteyi almıştım. Gözyaşlarımın izlerini silmekse hiç bir işe yaramamıştı tekrar Taehyunga baktığımda; yenileri daha irice akıvermişti farkındalığında vermiş olduğu rahatlıkla. Taehyung; her kesin değişiyle 'hasta Taehyung'. Geçen zamanı tanımazcasına uyanmasını beklediğim yaralı adam. Gözlerini açtığında ilk beni görüp kocaman gülümseyerek "Anne" diye haykıran 𝑜𝑔̆𝑙𝑢𝑚. Sana yemin olsun; bedeninde başka bir kesik açılmasına izin vermeyeceğim. 𝐻𝑖𝑐̧ 𝑡𝑎𝑛𝚤𝑠̧𝑚𝑎𝑑𝚤𝑘 𝑠𝑒𝑛𝑖𝑛𝑙𝑒 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚, 𝑡𝑎 𝑘𝑖 𝑏𝑎𝑛𝑎 𝑒𝑛 𝑏𝑢̈𝑦𝑢̈𝑘 𝑘𝑒𝑠𝑖𝑔̆𝑖𝑛𝑖 𝑔𝑜̈𝑠𝑡𝑒𝑟𝑒𝑛𝑒 𝑘𝑎𝑑𝑎𝑟. ───── ❝ to be continued ❞ ───── (*Bemiks serum - sarı renkte çeşitli vitaminlerle zengin olup sıvı kaybı; ishal, grip, baş dönmesi, alkol alımı, soğuk algınlığı ve başka sebeplerden yaranan halsizlik, durumlarında kullanılmaktadır.) Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Fikirlerinizi yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Başka bölümlerde daha görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın ve mutlu olun~ Sizi Seviyorum ♡︎
@mia_h88232 жыл бұрын
Yine aşık olmuşumm...🙊🙊🙊
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
İkilemde kaldım. Choi bir yandan hastanenin başında duran ve Taehyung'dan bıkmış, bir yandan ise her şeyin sebebiymiş gibi.
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
Şimdi ben doğru mu anladım? Tae'nin kafasında iki kişi yaşıyor. Biri geçmişinde takılıp kalmış ve kurduğu senaryolar ile mutlu. Diğeri ise her şeyin farkında, olduğu yerden ve doktorlardan nefret ediyor.
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Taehyung hasta olarak geldi hastaneye ve Choi Woo San'ın dediği gibi yıllarca tedavi görmesine rağmen hiç bir sonuç vermedi. Kimse geçmişini öğrenemedi. Taehyung her şeyin farkında derken kastığım aptal olmadığıydı kar tanem. Tabi ki kimin kim olduğunu biliyor, etrafındaki olayları analiz ediyor o da diğer her kes gibi. Ancak geçmişinde yaşadığı şeyler nedeniyle onu her an uyaran ve gözlerinin önüne perde çeken zihni asla izin vermiyor hayatını normal devam etmesine. Şu an çok bilgi vermek istemiyorum kar tanem, her şey tek tek açığa çıkacak zaten, ama sen sordukça da ben dayanamıyorum. Umarım anlamışsındır küçükte olsa. Düşüncelerini ve fikirlerini seviyorum, teşekkür ederim hepsi için ♡︎
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
al doktoru dağın tepesinden fırlat Taeyhyung'a bakmasını niye istiyorsun
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Choi Woo San'ı asla yan karakter olarak düşünme kar tanem, hatta seri boyunca en çok onun sözleri ve davranışları önemli. Demek ki ne görmüş bizim doktorumuzda bir türlü burakamıyor artık
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
@@vhocolotaetae Tae'nin başına birini koyarak kurtulmak/rahat etmek istiyor olabilir mi?
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
@@hatunsilanyasar7597 bölümde kıyafetlerden bahsettik kar tanem, bazı insanlar rengini hemen belli eder ancak bazıları gizler kendini farklı maskelerin arkasında. Diana Choi Woo San'ı zamanla tanıyacak ve onun giydiği kıyafetin hangi renk olduğunu öğrenecek ^^
@hatunsilanyasar75972 жыл бұрын
oyun istiyor annesi
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
Merhaba kar tanelerim! Kısa bir bölüm oldu ve hatta geçiş bölümü olarak düşünebilirsiniz. Ağustos ayına girdik ve benim öğretmenlerim ders programlarımızı hazırlamış bile, yoğun bir tempo beni bekliyor anlayacağınız. Umarım bekleyişinize değecek bir bölüm olmuştur, iyi okumalar <3 ˚ ༘✶ ⋆。˚ ⁀➷ ↬ Oppacı değilim! ↬ Bu bir hayal et değildir! ↬ Hikaye tamamen bana aittir! Herhangi bir çalma, esinlenme ve ya kopyalama gibi bir durum bulunmamaktadır! ↬ Eğer bu tarzda hikayeleri sevmiyorsanız kanalı terk ediniz! ✗ Lütfen bu uyarıları dikkate alınız, teşekkürler. ♫︎‧͙⁺˚*・༓´ ¯ ` •↝şarkıyla dinlerseniz daha iyi bir deneyim elde edersiniz ^^ ───── ❝ Chapter 4 ❞ ───── 𝐻𝑎𝑠𝑟𝑒𝑡 𝑡𝑒ℎ𝑙𝑖𝑘𝑒𝑙𝑖𝑑𝑖𝑟 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚 𝑌𝑎𝑛𝑑𝚤 𝑦𝑎𝑛𝑑𝚤 𝑘𝑢̈𝑙 𝑜𝑙𝑑𝑢 𝑘𝑎𝑙𝑏𝑖𝑚 Bazen öyle anlar gelir ki arzularımız yönetir bizi. Yanlış olduğunu biliriz ya, yine de engel olamayız kendimize. Bunu isteyen biz değiliz aslında, içten içe yapmamamız gerektiğini biliriz ama nefsimiz önüne geçer her şeyin. Çoğu kes gördüğüm şey olmuştur bu. Her şey için geçerlidir. Aslında kötü doğmayız hiç birimiz. Çırılçıplak geldiğimiz dünyada kendi istedikleri kıyafetleri giydirirler üzerimizi. Kat kat toplanır hepsi, zamanla kölesi oluruz kıyafetlerin. Bu kıyafetler aynı da olmaz tabi. Başımıza şapkalar takar kimse görmesin isteriz bizi; ilk kaçışlar şapka takmakla başlar. Yerdeki taşlardan korktuğumuz için ayakkabı giyeriz. Düşüşlerden ve kaybetmekten korkarız biz. Siyah giyinir bazıları. Çoğumuz onların içine kapanık ve yapayalnız olduğunu düşünür. Halbuki en çok bakan onlardır. En çok arkadaşı olan onlardır. Bedenlerini siyahla kapatırlar ama gözlerini örtmezler. Konuşmazlar; anlamaya çalışırlar. Dertleri gösteriş değildir, tek istedikleri ev bulmak onların. Siyah giyinen insanlar gökyüzünde denizi gösteren ev isterler. Bazılarıysa renkli giyinir. Gösteriş değildir amaçları, sadece böyle öğretildi onlara. Onlar mutluluk isterler, dünya üzerinde yeri asla sabit olmayanlardır renkli giyinenler. Sürekli terk edilirler, sürekli kendilerini iyileştirirler. Binlerce acı sırtlanırlar, ama bir kez olsun silinmez dudaklarındaki tebessüm. Parlak bakarlar, güzel konuşurlar. İncitmekten korkarlar aslında. O kadar anlamamış ki kimse onları, içinde birikmiş her şey. Konuşurken sesleri titrer onların, yanlış anlaşılmaktan korkarlar. Renkli giyinen insanlar uçurumu tercih ederler yıldızlar için. Ama bağlantı vardır mutlaka. Siyahta, renklide tam olmak ister. Dünya üzerindeki her insanın eksik bir tarafı vardır. Üstüste giyindikleri o kıyafetlerin arasında mutlaka boşluklar vardır. Hasret kaldıkları bir şeyler vardır hepimizin. Bu bekleyiş ve ya arayıştır, değişir. Bazılarımız yaşadığımız, yaşattığımız bir şeyi kaybettiğimizde beklemeye başlar. O sırada hasret kalır o şeye. Zamanla beklemeye alışır, ulaştığında bu sefer beklemeyi özler. Bazılarımız hiç yaşamadığımız birini, bir duyguyu arar her yerde. Görürler ama yaşamakta isterler. Durmadan, bıkıp usanmadan ararlar. En küçük umuda tutunurlar kaybettiklerinde bile burakmazlar aramayı. Uslanmaz savaşçılar onlar. Asla da bulamazlar istediklerini. Çünki o kişiler ki, hiç yaşamadıkları bir şeyi arar; karşılaşsalar bile tanımazlar o şeyi. Hayatının sonuna kadar hasretle yaşar insan. Hasretiye yanar sonra küllerinin uçlarını birbirine bağlayıp dikdikleri halatla tekrar ölürler. Şimdi bende düşünüyordum. Neydi beni durduramayan, ne olmuştu da yanlış olduğunu bile bile gidememiştim bu hastaneden. Tanımadığım bir adamın elini tutmuş, saçlarını okşamıştım. Bende neyin eksikliğini hatırlatmıştı Taehyung? Hiç bir zaman mükemmel bir hayatım olmadı. Çocukkende, büyürkende ve hatta şimdi bile eksik geliyordu bazı parçalar. Hatta öyle ki bazılarınında yeri yanlıştı. Düzensiz bir çocukluğum olmuştu benim, karışık büyümüştüm ve şimdi de mozaik yapbozlar gibiydim. Ama büyümek bana kendi başıma yetmeyi öğretmişti. Yalnızlıktan ve ya karanlıktan korkmaya alışmıştım ben. Her kes için bu durum böyle değil miydi zaten? Karanlık aslında her insan için korkutucu olmuştur. Biz insanlar göremediğimiz zaman korkarız. Göremediklerimiz bizi titretir. Çocukluğumuzdan bize görmediğimiz tanrıya inanmamız, ondan korkmamız eğitildi. Karanlığın şeytanın olduğu söylendi. Her kes ışığı diledi bizim için. Bu yüzden insanoğlu korktu karanlıktan. Ama sonra ışığında sakladığı şeyler olduğunu öğrendik. Şeytan artık aydınlığa da çökmüştü. Böylece korkuyla yaşamaya alıştık bizde. Karanlıktan korkmamak değildi asıl mesele; biz alışmıştık sadece. Yoksa insanlar en korkak yaratıklardır. Mutluluktan bile kaçarız biz. Karanlık olan asıl gözlerimizin önü; kör ediyor bizi. Şeytanı artık dışarda değilde içimizde arar olduk. Ne kadar da değiştik; kendi karanlığımızda ışığın hasretiyle boğulur olduk şimdilerde. İsteksiz adımlarım beni Choi Woo San'ın odasının önüne getirdiğinde derin bir iç çekişle birlikte kapıyı iki kez çaldım. Hemen ardından gelen 'gir' komutuyla kapı kolunu aşağı indirdim ve içeri doğru ittim. Masasının arkasında oturuyordu ve bakışları yan tarafta; büyük penceresinin arkasındaydı. O an penceresinin tam olarak hastanenin önünü gösterdiğini gördüm. Taehyungun yarattığı karmaşayı görmüş ve aşağı inmiş olmalıydı. Hiç bir şey demeden yavaş adımlarla masanın karşısındaki kahve sandalyelerden ilk geldiğimde oturduğum sağ tarafta olanına oturdum. Konuşmak için gelmiştim ama Choi Woo San kıstığı gözleriyle geldiğimden beridir bakışlarını pencereden çekmemişti. Açıklama beklediğini biliyordum. Hakkı da vardı. Ama bana bakmazsa ilk konuşan da ben olmayacaktım. "Taehyung hastanemizde yıllardır tedavi görüyor doktor hanım," diye söze başladı hiç beklemediğim şekilde. Hala bana bakmıyordu, ancak dikkatle onu dinlediğimin farkındaydı. "Onunla bizzat ilgilendiğim zamanlar oldu, şehirdışından doktorlar geldiği de oldu; ama o ilk defa nefret ettiği doktorlardan biriyle gözgöze geldi." Şaşkınlıktan ağzım aralanırken gözlerimizin kesiştiği ilk anı düşündüm. Elini, kanlı elini tuttuğumda bana bakmıştı. Gözbebeklerine kadar titreyen bakışları benimkileri bulduğu an büyüyerek netlik kazanmıştı. Kanlıyken elini tutuşum mu onu tetiklemişti, yoksa sesim mi tanıdık gelmişti bilmiyordum, ama Choi Woo San'ın nefret ettiği doktorlar sözü garip bir dürtü uyandırmıştı içimde. Beni doktor olarak görmüyordu muhtemelen. Onun için annesiydim; hasretle beklediği kadın. "Üstelik beklenmedik şekilde sizi 'annesi' olarak tanımlıyor zihni." Tepkisizce Choi Woo San'a bakmaya devam ettim. "Bu benimde asla beklemediğim ve karşılaşmadığım bir durum, ben bir an ona bakarken ne yapacağımı bilemedim. Sadece merak ettim, ama merakım büyük bir hüsranla sonuçlandı." diyerekten bir taraftanda gördüğüm korkunç odaya gönderme yapmıştım. Choi Woo San bakışlarını sonunda bana çevirirken hiç etkilenmişe benzemiyordu, hatta gözleri bu konuya asla girmemem gerektiğini söylüyordu. Dudaklarımı yaladım ve verdiğim iç çekişle direkt asıl meseleye girmeye karar verdim. "Benden ne istiyorsunuz?" ✓ Diğer Yorumda
@vhocolotaetae2 жыл бұрын
☞︎︎︎ Devamı "Taehyung normal bir hasta değil, çoğu şeyin farkında ve aslında size bakan gözlerinde bile bir doktor olduğunuzu görebiliyor. Sadece zihni ona oyunlar oynuyor ve bu da Taehyungun en sonunda yorulup kanmasına neden oluyor. Bir şey onun iyileşmesini engelliyor. Biz ona ulaşmaya çalıştıkça zihni önümüze geçmişinden oluşan kocaman bir set çekiyor. Bize güvenmiyor, hiç bir şey anlatmıyor. Ama sizi gördüğünde ilk defa bir istekte bulundu. Uyumak istediğini söyledi. Günler sonra Taehyung şu an da uyuyor. Ve bu sizi annesi sandığı için. Doktor hanım açık olacağım, sizden istediğim şey bir süre hastanemizde Taehyung'la ilgilenmeniz. Bir şekilde geçmişine ulaşabilirseniz onu iyileştirme şansımız olur. Yıllardır burda ve artık ciddi anlamda tükeniyor, ne kadar zayıf olduğunu sizde görmüşsünüzdür. Yemek yemiyor bayılacak duruma gelmediği sürece, uyumuyor bile korkusundan. Hemşirelerimizin onu uyuduğu anlarda kabuslar nedeniyle çığlıklar atıp kıvranırken bulduğu zamanlar oldu, bu yüzden kendine zarar vermeye çalıştı sürekli. Taehyungu zapt edemiyoruz artık, bu gün kaçtığını gördünüz bu ilk değildi. Son haftalarda fazla hiperaktif davranıyor, panik atakları düzensiz hale geldi ve sürekli kendine zarar veriyor. Bunlar bahane olarak düşünebilirsiniz doktor hanım, ama değil. Sizi zor durumda burakmak istemem asla. Sadece bir süre burda olursanız ve hem Taehyungun tedavisinde olup hem de yeni çaylak doktorlarımızla ilgilenirseniz kliniğinizle ortak çalışmak gibi bir şansımız olur." Buraya gelirken amacım sadece basit bir 'hayır' demekti. Ve sonrasında kendi küçük kliniğime geri dönüp hayatıma kaldığım yerden devam edecektim. Ama şu an bazı yeniliklerin beni beklediğini hissediyorum. Yeni bir maratonda yepyeni insanlarla birlikteyim. Karşımdaysa bana 'anne' diyen ve zihniyle ilgili sorunları olan bir adam var. Gidebilirim, istersem arkamı bile dönmeden giderim. Ama sonrasında asla unutamayacağımı da biliyorum. Sürekli aklımda dönüp duracak soru işaretleriyle ne kadar yaşayabilirdim? Burda kalmak istiyordum. Taehyungu tanımak istiyordum. Akıttığı kanların hangi acılara bedel olduğunu öğrenmek istiyordum. Bu süreçte beni 'annesi' olarak görecekse bunu yapabilirdi. Madem ona yaklaşmak ve onu iyileştirmek için 'anne' olmam gerekiyordu, bunu yapardım. "Kabul ediyorum bay Choi, burda kalıcam. Ama elbette bazı gerekçelerim var." Her ne kadar bir anlaşma yapılmış olsa da üstünlüğün eşit derecede kalmasını sağlamak lazımdı. Bana ihtiyacı olanlar onlardı ve benim bunun altında kalmayacağımı anlamalıydılar. "Elbette, sizi dinliyorum." dedi Choi Woo San anlayışla. Dirseklerini masasına dayamış ve çapraz yaparak birleştirdiği parmaklarıyla biraz daha dikleşmişti yerinde. Kabul etmem onda özgüven yaratmış olmalıydı. Dediğim gibi; Choi Woo San özgüvenli birisi olabilirdi ancak benim kim olduğumu ve ne için burda kaldığımı hep bilmeliydi. Bunun içinde öyle bir şart koymalıydım ki görsün ve gördükçe bu anı hatırlasın. "Öncelikle Taehyung için yeni bir oda istiyorum. Güneş alan ve büyük bir penceresi olan tek kişilik bir oda. Yemek ve diğer tüm düzenini yeniden oluşturmam gerekecek, çünki şimdiki asla yardımcı olmuyor ve her gün gördükçe bu onu geri itecek benden. Bunun dışında eğitim vereceğim doktorlarla ayrıca bir görüşme yapmak istiyorum. Kısa bir tanışma gibi düşünülebilir. Ama tüm bunlardan ayrıca istediğim daha önemli bir şey var; hastanenin belli yerlerinde yeniden düzenlemeler yapmak." Choi Woo San sabırla dinlediği her maddenin sonuncusuna ulaştığımda kaşlarını çatmıştı. "Nasıl yani?" diye sordu omuzları gerginleşirken. Bundan hoşlanmayacağını biliyordum ve zaten amacım sınırlarını görmekti. Eğer izin verirse her iki taraf için sağlıklı bir anlaşma olucaktı bu. "Demek istediğim hastane dışında ve içerisinda asla hoşlanmayacağım şeylerle karşılaştım. Bahçenin temiz olmaması ve çok fazla bank olması gibi. Ve özellikle hastane içerisinde duvarların falza solgun görünmesi, merdivenlerin her adımda ses çıkarması ve kapıların ses geçirmesi gibi sayamadığım fazlaca detay. Hepsini değiştiremeyeceğinizin farkındayım ama eğer kabul ederseniz en azından bazı belirgin şeyleri onarmayı düşünüyorum. Masraflar konusundaysa tümünü kendim karşılayacağım." "Lütfen doktor hanım, böyle söylemeyin. Hastanemizin ne durumda olduğunun farkındayım ve düzeltmek istediğinizi anlıyorum. Ancak masraf dediğiniz şeyleri kendi üzerinize almanız ancak kırıcı olur. Anlaşma dahilindeki her şey ve sunduğunuz her gerekçe benim boynumadır." "O halde anlaştık diyebilir miyiz?" dedim gülümseyerek. Choi Woo San samimi bir tebessümü yüzüne yerleştirdi ve elini uzatarak "Anlaştık doktor hanım." dedi. El sıkıştık. Bu sırada Choi Woo San anlaşma senediini her maddesiyle birlikte yarın imzalayacağımızı belirtti. Onaylayıp vedalaştıktan sonra odadan ayrıldım. Koridorda ilerlerken dikkatlice duvarları inceliyor yapacağım değişiklikleri aklımda kuruyordum. Yarın buranın resmi bir şekilde doktoru olacaktım; bir süreliğine. İçimden bir ses bu sürenin düşündüğümden daha da uzayacağını söylüyordu ama artık geri dönmek için zamanım kalmamıştı. Karşımda beni nelerin beklediğini bilmiyordum ama çok yakında onların bir parçası olucaktım. 𝐾𝑎𝑟𝑠̧𝚤𝑚𝑑𝑎𝑠𝚤𝑛 𝑠𝑎𝑛𝑑𝚤𝑔̆𝚤𝑚 ℎ𝑒𝑟 𝑎𝑛 𝑠𝑎𝑛𝑎 𝑎𝑟𝑘𝑎𝑚𝚤 𝑑𝑜̈𝑛𝑑𝑢̈𝑔̆𝑢̈𝑚 𝐾𝑎𝑙𝑏𝑖𝑚𝑑𝑒 𝑜𝑙𝑑𝑢𝑔̆𝑢𝑛𝑢 𝑖𝑛𝑘𝑎𝑟 𝑒𝑡𝑡𝑖𝑔̆𝑖𝑚 ℎ𝑒𝑟 𝑘𝑎𝑛𝑎𝑦𝚤𝑠̧𝚤𝑛 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚 𝐴𝑓𝑓𝑒𝑡 𝑏𝑒𝑛𝑖 ───── ❝ to be continued ❞ ───── Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Fikirlerinizi yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Başka bölümlerde daha görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın ve mutlu olun~ Sizi Seviyorum ♡︎