109 - OSMANLI TARİHİ - YUNAN SAVAŞI |2.ABDÜLHAMİD|

  Рет қаралды 26,570

Tarih ve Türkler

Tarih ve Türkler

Күн бұрын

Пікірлер: 81
@karimatik34
@karimatik34 Жыл бұрын
Ertuğrul hocam anlatım tarzınız ses efektler ve görsellik bakımından resmen bizi o anlara bizzat getirip o anı yaşıyoruz teşekkürler
@ScoTT39-s3i
@ScoTT39-s3i Жыл бұрын
Aradığım yorum aklımdaki şeyi yazmışsın teşekkürler
@АЛТҢУРУСМАҢӨВ
@АЛТҢУРУСМАҢӨВ Жыл бұрын
Ramazan kütlü ölsün kardeşler❤🕌🕋❤
@rockyalbatros1830
@rockyalbatros1830 Жыл бұрын
bizi aydınlatan Tarih videolarınız için teşekkür ederiz
@yalnizbozkurt9555
@yalnizbozkurt9555 Жыл бұрын
emeğinize sağlık hocam çok güzel akıcı birşekilde anlatıyorsunuz
@Özgürustam
@Özgürustam Жыл бұрын
Teşekkürler
@berkancevik08
@berkancevik08 Жыл бұрын
Ağzına ve emeğine sağlık abi ❤️❤️🇹🇷🇹🇷
@veyselkoska6740
@veyselkoska6740 Жыл бұрын
Hazırlan video hernekadar hakkettiği değeri görmesede çok bilgi ve ibretlik şeyler içeriyor emeğinize sağlık❤
@gokberktann5622
@gokberktann5622 Жыл бұрын
Osmanli çok yaşa
@ScoTT39-s3i
@ScoTT39-s3i Жыл бұрын
Aynen /:
@berkancevik08
@berkancevik08 Жыл бұрын
Bu hasan abi ile mükemmel bir proje ❤️❤️
@emreguler2109
@emreguler2109 Жыл бұрын
Teşekkürler emeğe saygı 👍
@ScoTT39-s3i
@ScoTT39-s3i Жыл бұрын
Abi seni daha iyi yerlerde görürüz inşAllah 1Milyon aboneyi hakeden nadir kanallardan'sın ağzına emeğine sağlık kendini her geçen yıl geliştiriyorsun
@Özgürustam
@Özgürustam Жыл бұрын
Acaba sıra Mehmet Reşat ve vahdettine gelince ne olacak
@ilimdunyasi1453
@ilimdunyasi1453 Жыл бұрын
Hicbisey Olmayacak 20 dklik video çıkar İkisinden Hep toprak kaybedilecek..
@ylmazcan725
@ylmazcan725 Жыл бұрын
Ben şunu çok iyi anladım her an her dakika her saniye güçlü olmak zorundayız eğer bu topraklarda huzurlu yaşamak istiyorsak.
@burakbagl3028
@burakbagl3028 Жыл бұрын
benim annem girit türkü dedeler oradan göçmüş devlet antalyaya yerleştirmiş serik ahmediye boğazkentliyiz .
@abdulsamedcivil6555
@abdulsamedcivil6555 Жыл бұрын
diplomasi gereği ne yapalım herkes bize düşman
@abdulsamedcivil6555
@abdulsamedcivil6555 Жыл бұрын
Rus harbinde ufacık taviz vermedik diye ne kadar toprak kaybettik unutmamak gerek
@mehmetaliyavuz1789
@mehmetaliyavuz1789 Жыл бұрын
Üzüntü sadece üzüntü
@osmangazi5933
@osmangazi5933 Жыл бұрын
Osmanlı devletine yazık oldu
@keremberkkartal4183
@keremberkkartal4183 Жыл бұрын
İmparatorluk daha doğru olur
@olcayacar6295
@olcayacar6295 Жыл бұрын
Abi harika iceriklerin cok severek izliyorum ama abdulhamitte dönemi cok parca video seklinde anlattin sanki Ve turkiye cumhuriyeti tarihi de gelecek mi?
@ZDEKO429
@ZDEKO429 Жыл бұрын
geri dönmek niyetiyle.
@Mur76ad70
@Mur76ad70 Жыл бұрын
Peace be upon you, my brothers, the great Turkish Muslim nation, among the Muslim Arabs, your brothers. We are one nation. Our joy is one and our sorrow is one. We ask God to protect Turkey, its people, its leader Erdogan, its army, its security forces, and the police, and to protect Hatay, Kahramanmaraş, and all of Turkey and the Turkish world. The ambassadors and the war against Turkey with the support of America and the West, temple guards, separatist Freemasons and terrorists from the Kurdistan Workers’ Party (PKK) and the fight against tourism, the lira and Erdogan’s government is evidence that the earthquake was left behind by America and not a natural event. You have unity now and always for the sake of your country, and you have to avenge the blood of your martyrs, and know that your first and last enemy is America and the West, and you will know that❤❤❤❤
@gelgorkitarih3292
@gelgorkitarih3292 Жыл бұрын
laik
@sefa347
@sefa347 Жыл бұрын
@@gelgorkitarih3292kafir
@Elektrosenol
@Elektrosenol Жыл бұрын
Zamanında zorluklarla binbir türlü güçlüklerle ve kanla alınan topraklar masada diplomasiyle kaybedilmiş. Yazık!
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
1897 OSMANLI-YUNAN SAVAŞI MASADA MI KAYBEDİLDİ? Bu söz, şuan bulunduğumuz zaman da çok klasikleşti. "Osmanlı savaşı sahada kazandı, fakat masa başında kaybetti." diye. Gerçekten öyle mi oldu? Savaş 1 ay gibi kısa bir sürede bitti ve Osmanlı'nın kesin zaferi ile sona erdi. Savaşın bitimi ile alakalı birçok iddia (veyahut iftira, yalan) uydurulmuştur. Bunlardan biride, sözde Rus Çarı'nın, Abdülhamid'e gönderdiği telgraftadır. Buna göre, Rus Çarı, Abdülhamid'e şu sözleri söylemiş: "Eğer Osmanlı Atina'ya girerse bizde Erzuruma gireriz." Gerçekten oldukça gülünç bir ifade. Devletlerarası diplomaside böyle bir dilin kullanılabileceğini düşünen var mı acaba? Kaldı ki, Ziya Şakir, yazdığı "II.Abdülhamid'in Gizli Siyaseti ve Yunan Zaferi" adlı kitabın 146. Sayfasında Rus Çarı'nın Telgrafını yayınlamıştır. Osmanlı ordusu hızla Atina'ya doğru ilerlerken, Rus Çarı Abdülhamid'e savaşın durdurulması yönünde bir telgraf çekti. Bu telgrafta aynen şunlar söyleniyordu: "Ordunuzun kazandığı zafer, cidden takdirlere sezadır. Bilhassa (Dömeke) nin zaptı, tarihinize ebedi bir şeref temin etmiştir. Ordunuzun, taaruz kabiliyetinin en yüksek delilini gösteren bir misal ile iktifa edilerek artık kan dökülmesine meydan verilmemesi ve muzaffer ordunuzu bir anda durduracak sulhperverliğinizin kıymetli eserini göstermenizi rica eder ve şu telgrafı aldığınız dakikadan itibaren bu dostane ricamı kabul ederek, muhasamatın terki için ordunuza emir vereceğinizi kuvvetle ümit eylerim." Gördüğünüz gibi, devletlerarası diplomaside öyle atarlı-giderli laflar kullanılmaz. Rus Çarı'da bunu yapmış ve Abdülhamid'den savaşın durdurulması yönünde "rica"da bulunmuştur. Abdülhamid'de bu isteği kabul etmiştir. Haa, eğer bu istek geri çevrilseydi, dediğiniz gibi bu söz söylenebilirdi, fakat istek geri çevirilmemiş ve Rus Çarı'nın "rica"sı kabul edilmiştir. Bu durumda böyle bir söz söylemeyede gerek kalmamıştır. Gelelim savaşın bitimine ve Masa Başına: Abdülhamid, Rus Çarı'nın ricasını kabul etti ve savaşı durdurdu. Ardından o devrin kurtları ile 6 ay sürecek uzun bir mücadeleye girişti. (Lozan'daki kesintileri saymazsak, Türkiye'nin kaderini belirliyen bir antlaşmanın bile 6 ay sürdüğünü hatırlatmak gerek. Yani demek ki, Osmanlı, küçük bir savaş olsa bile masa başında oldukça direnç göstermiş ve zaten istediğinide kısmende olsa almıştır.) Bu hususta dikkatinizi çekmek istiyorum; Karşıda sadece Yunanistan yok. Aynı zamanda onun korumalığını (abiliğini) yapan devletler vardı. Bunlar; İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya idi. Yani karşıda bir değil, 6 devlet vardı. Buna rağmen birilerinin iddia ettiği gibi, savaşı saha başında kazanıp masa başında kaybetmedi. Hem saha başında hem de 6 devlete karşı (kısmende olsa) masa başında kazandı. 6 ay süren yoğun müzakereler sonucu bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmanın başlıca maddeleri şunlardı; (1897 İstanbul Antlaşması) 1- Girit, Osmanlı Padişahının atayacağı Hristiyan bir vali tarafından 5 yıl boyunca yönetilecek. (Savaştan önce de zaten böyleydi. Sadece valinin Hristiyan olması kararlaştırıldı.) 2- Girit'i işgal eden Yunan kuvvetleri Ada'dan çekilecek. 3- Yunanistan, Osmanlı'ya 90.2 milyon Frank (4 milyon 100 bin altın) harp tazminatı ödeyecek. 4- Olimpos ile Kamvounia Dağları arasındaki bölge Osmanlı'ya bırakılacak. 5- Yunan vatandaşlığına geçen Teselya Müslümanları, 3 Yıl zarfında bu durumu reddederek Osmanlı topraklarına yerleşebilecek. İlk olarak Girit konusuna açıklık getirelim: Girit konusu aslında 93 harbine kadar uzanıyor. 93 Harbindeki yenilgimiz üzerine yapılan Berlin Antlaşması uyarınca Girite de bir takım imtiyazlar (ayrıcalıklar) verildi. Buna göre 1878'de yürürlüğe konan Halepa Fermanı ile Girite şu haklar tanınıyordu: 1-) Girit valisi 5 yılda bir atanacak. 2-) Vali Müslüman’sa Hristiyan yardımcı veya tam tersi olacaktır. 3-) Meclis 49 Hristiyan, 31 Müslüman’dan meydana gelecek. (Bu madde ile Rumlar, Meclis’te çoğunluğu elde etmiş olacak.) 4-) Alınan kararlar Osmanlı'ya aykırı olmayacak. 5-) Hristiyan kaymakamların sayısı daha fazla olacak. 6-) Türkçenin yanında Rumca kullanılacak. (Bu madde Rumcanın resmi dil olmasının kanıtı olmuştur.) 7-) Adanın gelirleri olan gümrük, tuz ve duhan gibi gelirler ilk önce adanın ihtiyaçlarının karşılanması için harcanacak, kalan miktar ise merkeze gönderilecektir. Zaten 1878'de Girite oldukça büyük imtiyazlar verildi. Yani Girit, birilerinin iddia ettiği gibi 1898'de değil, 1878'de zaten özerk hale gelmişti. Bu durumda Abdülhamid, özerk olan bir yeri bir daha özerk yapamazdı. 1898'de Giritle ilgili düzenlemelerde Ada'ya yönelik öyle büyük haklar tanınmadı. Sadece Valinin Hristiyan olması ve Genel Meclis, jandarma, maliye, adalet işleri için de birtakım esasların tespit edileceği kararlaştırıldı. Yani anlayacağınız; Girit özerkti ve özerk kalmaya devam etti. Halepa Fermanının neredeyse aynısı 1898'de yürürlüğe kondu. Birileri sanki bu savaş sonucunda Girit özerk hale geldi gibi bir algı oluşturmaya çalışırlar ve bunun sonucunda Abdülhamid'e "kazandığı savaşta bile toprak kaybetti" iftirasını atarlar ama gerçekte böyle bir şey var mı? Tabii ki yok :D Yunanistan istese bile Giriti kolay kolay kendine bağlayamazdı. Her ne kadar Batılı büyük devletler Girit'in özerk olmasını isteseler de, hiçbir devlet Girit'in Yunanistan'a geçmesini istemiyordu. Esas pozisyonları şuydu; "Girit'te Yunanistana (Rumlara) daha çok hak verilecek ama Ada Osmanlı'ya ait olmaya devam edecekti." (Girit adası üzerinde İngiliz-Rus kapışması vardı. Eğer iyi bir denge siyaseti izlenirse elden çıkması zor bir yerdi.) Büyük Devletler Girit'in ne Yunanistana nede Osmanlı'ya verilmesinden ziyade, otonom bir yönetime sahip olmasına daha sıcak bakıyorlardı ve zaten öylede oldu. (Osmanlı için de uygun olan buydu aslında. Sürekli Ada'da isyan çıkarsa, bu başlı başına hem siyasi olarak, hemde mali olarak Osmanlı'ya zarar verecekti. Ada'daki ortamı yumuşatmak en mantıklı karardı.)
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
Gelelim "Toprak alamadık" Meselesine: Bu hususta, Türkiye'de Abdülhamid hakkında en iyi tarihçi olan (bana göre) Vahdettin Engin'e söz vermek istiyorum. Bakalım o "toprak alamadık" meselesini nasıl izah ediyor? "Osmanlı Yunan savaşı zaferle neticelendiği halde barış anlaşmasında toprak kazanılmamış olması çoğu zaman eleştiri konusu yapılmaktadır. Klasikleşmiş bir söylem bu savaş vesilesi ile de gündeme gelmektedir: "Savaş cephede kazanılmış ama masa başında kaybedilmiştir." Halbuki meseleye gerçekçi bakıldığında olayın bu kadar basit olmadığı görülür. Öncelikle şu konuda bir mutabakat lazım. Savaşlar her zaman toprak kazanmak için mi yapılmaktadır? Tabii ki değil. Nitekim 1897 Osmanlı-Yunan savaşı da bu tarz bir gelişmedir. Savaş Yunanistan'dan toprak almak için değil, bu yıllarda Girit meselesi dolayısı ile haddini aşan işlere kalkışan ve Avrupa'nın da desteğiyle bir hayli şımaran bu ülkeye haddini bildirmek amacıyla yapılmıştır. Sonuçta haddi de bildirilmiştir. Yoksa zaten Mora yarımadasının güneyinde küçük bir devlet olan Yunanistan'dan toprak alma beklentisi yoktu. Bu hususta şu çarpıcı örnek her zaman fikir verecek tarzdadır: Bilindiği üzere 93 harbinde Ruslar taa Tuna boylarından Yeşilköy'e kadar olan bölgeyi işgal etmişlerdi. Peki, bu savaşın sonucunda Rusya toprak kazandı mı? Hayır. Barış anlaşmasından sonra Rus ordusu geri çekildi. Bu durumda Rusya savaşta kazandığını masa başında kaybetmiş mi oluyordu? Tabii ki hayır. Rusya hedeflerine ulaşmıştı ve sonrasında da Balkanlarda hiçbir toprak kazancı olmadan ordusunu geri çekmişti. 1897 Osmanlı-Yunan savaşına da böyle bakmak gerekir. Osmanlı-Yunan savaşının esas kazanımı Müslüman Dünyasında yarattığı akislerdir. Uzun bir süredir Dünyanın her tarafında Müslümanlar Hristiyanların baskısı altında kalmakta, onlar karşısında yenilgiye uğramaktaydılar. Bu savaşta ise Müslüman bir ordu bir Hristiyan ordusunu ezici bir şekilde mağlup etmiş bulunuyordu. Bunun getirdiği manevi motivasyon sadece ülke sınırları içerisinde yaşanmamış, başta Hint Müslümanları olmak üzere Dünyanın her köşesindeki Müslümanlar bu zaferin tadını çıkarmışlar, kendilerini manen güçlü hissetmişlerdir. Sadece bu sonuç bile savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, sadece Müslümanların kendilerini manen güçlü hissetmeleri bile "Savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Ama durun, bu kadarı ile sınırlı değil kazancımız.. Gökhan Çetinsaya ise bu savaşın sonuçlarını şu şekilde değerlendiriyor: "1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zafer Abdülhamid rejimi için yoğun bir kriz ortamından çıkışı sağlayan bir manivela olmuştur. Osmanlı Devleti'nin Ermeni hadiseleri dolayısıyla içine düştüğü zaafı bir avantaj sayanlar, 6 Şubat 1897'de Girit'te isyan başlattı. İstanbul'dan beklentilerini masa başında alamayacaklarını gören Yunan orduları Tesalya’da sınırı geçerek Osmanlı topraklarına saldırdı. 17 Nisan’da başlayan savaş, 19 Mayıs 1897’de ateşkesin sağlanmasıyla sona erdi. 4 Aralık 1897’de barış sağlandı. Bu askeri zafer, bir kaç açıdan Abdülhamid rejimine hem imparatorluk içerisinde, hem Büyük Devletler nezdinde ve hem de İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandırdı. Abdülhamid rejimi bu askeri zafer sayesinde, tabiri caizse, bir taşla bir kaç kuş vurmuştur denilebilir. Rejimin dayanıklılığının yahut sağlamlığının ortaya çıkması karşısında hem Büyük Devletler, hem Ermeni örgütleri hem de Jön Türk muhalefeti eylemlerini durdurmuş, ve Osmanlı Devleti 1894-1896 krizinde girdiği bataklıktan kurtulmuştur. Nitekim, bu süreç sonucunda: A) Ermeni isyanları sona erdi. B) Jön Türk muhalefeti iflas etti. Makedonya Meselesi ile birlikte muhalefetin yeniden canlanmasına kadar rejim nefes aldı. C) Büyük Devletlerin hem müştereken hem de kendi başlarına yaptıkları siyasi müdahaleleri, tehditleri ve baskıları sona ererken, Osmanlıyı parçalama planları da tekrar rafa kalktı. D) Sultan Abdülhamid bütün İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandı ve Halife olarak meşruiyetini sağlamlaştırdı. E) Bu sürece katkıda bulunan ve bu sürecin sonucu olarak görülebilecek bir olay da Almanya imparatoru Kayzer II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a ve Kudüs’e yaptığı ziyarettir. F) Bu nisbî güvenlik ve istikrar ortamı hem reform sürecine tekrar hız kazandırmış, uzun vadeli olanlar da dahil reform paketlerinin ve büyük yatırım projelerinin tekrar gündeme gelmesini sağlamıştır." Yani anlayacağınız bu savaşa sadece toprak kazanmak yönünden bakarsak hiçbir şey kazanamayız. Ki, baksak bile, bu savaşın sonucunda Osmanlı sınır bölgesinde az da olsa toprak aldı. Yani her yönden savaşı biz kazandık. Hem askeri, hem siyasi, hem de psikolojik yönden. Abdülhamid, savaş öncesi durumu çok iyi bir şekilde idare etmiş, kendini tüm cihana suçsuz olarak göstermiş, Yunanlıların saldırılarına (bir noktaya kadar) cevap vermeyip, mes'uliyeti onlara atıp kendini haklı göstermeye çalışmış. Avrupa'da kendisine bağlı olan onlarca gazeteciye Osmanlı lehine yazılar yazdırmış. Onların yardımıyla da Avrupa'daki "Osmanlılar suçlu" algısını yok edip, "Yunanlar suçlu" algısına çevirtmiş. Böylece savaş için gerekli bir zemin oluştumuş. Diğer Balkan ülkelerini de diplomatik manevralarıyla tarafsız kalmaya zorlamış, ardından ise, Yunanistan'a savaş ilan etmiştir. Bu savaş ile ilgili yapılan yorumların temelinde yatan en büyük hata "toprak" meselesidir. Bakın, burada amaç Yunanistan'dan toprak almak değil. Temel amaç; Yunanlılara haddini bildirmekti ve hadleri bildirildide. Osmanlı'nın "toprak alayım" gibi bir derdi yok. Olamaz da. Büyük Devletler bırakır mı sanıyorsunuz? Bu yüzdendir ki, buradaki amaç Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, Girit meselesi ile haddini aşan Yunanlara haddini bildirmektir. Amaca ulaşıldı mı? Evet. Ayriyetten Gökhan Çetinsaya'nın da dikkatini çektiği gibi, Osmanlı bu savaşı kazanmak ile birçok sorunun kendiliğinden çözülmesine de vesile olmuştur. Abdülhamid'in de temel amacı buydu zaten. Bu zaferin sonucunda "masa başında" belki büyük bir kazancımız olmadı ama diğer bütün alanlarda büyük bir kazancımız oldu.
@m.selimark5981
@m.selimark5981 Жыл бұрын
​@@hamidim1842 Allah razı olsun. Çok güzel izah etmiş ve nakletmişsiniz. Mümkünse bir internet bağlantısı paylaşabilir misiniz bu konuyla alakalı
@abdulhakimsaid9264
@abdulhakimsaid9264 10 ай бұрын
...Yenişehir fanarı,şimdiki Larissa...
@selahattingunhan6232
@selahattingunhan6232 Жыл бұрын
Kazandığımız savaşı masa oyunlarıyla kaybettik üstelik Girit adası elden gitti...Onun için Kıbrıs'a sahip çıkmak zorundayız.. Kıbrıs düşerse sıra Anadolu'ya geleceği belli
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
1897 OSMANLI-YUNAN SAVAŞI MASADA MI KAYBEDİLDİ? Bu söz, şuan bulunduğumuz zaman da çok klasikleşti. "Osmanlı savaşı sahada kazandı, fakat masa başında kaybetti." diye. Gerçekten öyle mi oldu? Savaş 1 ay gibi kısa bir sürede bitti ve Osmanlı'nın kesin zaferi ile sona erdi. Savaşın bitimi ile alakalı birçok iddia (veyahut iftira, yalan) uydurulmuştur. Bunlardan biride, sözde Rus Çarı'nın, Abdülhamid'e gönderdiği telgraftadır. Buna göre, Rus Çarı, Abdülhamid'e şu sözleri söylemiş: "Eğer Osmanlı Atina'ya girerse bizde Erzuruma gireriz." Gerçekten oldukça gülünç bir ifade. Devletlerarası diplomaside böyle bir dilin kullanılabileceğini düşünen var mı acaba? Kaldı ki, Ziya Şakir, yazdığı "II.Abdülhamid'in Gizli Siyaseti ve Yunan Zaferi" adlı kitabın 146. Sayfasında Rus Çarı'nın Telgrafını yayınlamıştır. Osmanlı ordusu hızla Atina'ya doğru ilerlerken, Rus Çarı Abdülhamid'e savaşın durdurulması yönünde bir telgraf çekti. Bu telgrafta aynen şunlar söyleniyordu: "Ordunuzun kazandığı zafer, cidden takdirlere sezadır. Bilhassa (Dömeke) nin zaptı, tarihinize ebedi bir şeref temin etmiştir. Ordunuzun, taaruz kabiliyetinin en yüksek delilini gösteren bir misal ile iktifa edilerek artık kan dökülmesine meydan verilmemesi ve muzaffer ordunuzu bir anda durduracak sulhperverliğinizin kıymetli eserini göstermenizi rica eder ve şu telgrafı aldığınız dakikadan itibaren bu dostane ricamı kabul ederek, muhasamatın terki için ordunuza emir vereceğinizi kuvvetle ümit eylerim." Gördüğünüz gibi, devletlerarası diplomaside öyle atarlı-giderli laflar kullanılmaz. Rus Çarı'da bunu yapmış ve Abdülhamid'den savaşın durdurulması yönünde "rica"da bulunmuştur. Abdülhamid'de bu isteği kabul etmiştir. Haa, eğer bu istek geri çevrilseydi, dediğiniz gibi bu söz söylenebilirdi, fakat istek geri çevirilmemiş ve Rus Çarı'nın "rica"sı kabul edilmiştir. Bu durumda böyle bir söz söylemeyede gerek kalmamıştır. Gelelim savaşın bitimine ve Masa Başına: Abdülhamid, Rus Çarı'nın ricasını kabul etti ve savaşı durdurdu. Ardından o devrin kurtları ile 6 ay sürecek uzun bir mücadeleye girişti. (Lozan'daki kesintileri saymazsak, Türkiye'nin kaderini belirliyen bir antlaşmanın bile 6 ay sürdüğünü hatırlatmak gerek. Yani demek ki, Osmanlı, küçük bir savaş olsa bile masa başında oldukça direnç göstermiş ve zaten istediğinide kısmende olsa almıştır.) Bu hususta dikkatinizi çekmek istiyorum; Karşıda sadece Yunanistan yok. Aynı zamanda onun korumalığını (abiliğini) yapan devletler vardı. Bunlar; İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya idi. Yani karşıda bir değil, 6 devlet vardı. Buna rağmen birilerinin iddia ettiği gibi, savaşı saha başında kazanıp masa başında kaybetmedi. Hem saha başında hem de 6 devlete karşı (kısmende olsa) masa başında kazandı. 6 ay süren yoğun müzakereler sonucu bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmanın başlıca maddeleri şunlardı; (1897 İstanbul Antlaşması) 1- Girit, Osmanlı Padişahının atayacağı Hristiyan bir vali tarafından 5 yıl boyunca yönetilecek. (Savaştan önce de zaten böyleydi. Sadece valinin Hristiyan olması kararlaştırıldı.) 2- Girit'i işgal eden Yunan kuvvetleri Ada'dan çekilecek. 3- Yunanistan, Osmanlı'ya 90.2 milyon Frank (4 milyon 100 bin altın) harp tazminatı ödeyecek. 4- Olimpos ile Kamvounia Dağları arasındaki bölge Osmanlı'ya bırakılacak. 5- Yunan vatandaşlığına geçen Teselya Müslümanları, 3 Yıl zarfında bu durumu reddederek Osmanlı topraklarına yerleşebilecek. İlk olarak Girit konusuna açıklık getirelim: Girit konusu aslında 93 harbine kadar uzanıyor. 93 Harbindeki yenilgimiz üzerine yapılan Berlin Antlaşması uyarınca Girite de bir takım imtiyazlar (ayrıcalıklar) verildi. Buna göre 1878'de yürürlüğe konan Halepa Fermanı ile Girite şu haklar tanınıyordu: 1-) Girit valisi 5 yılda bir atanacak. 2-) Vali Müslüman’sa Hristiyan yardımcı veya tam tersi olacaktır. 3-) Meclis 49 Hristiyan, 31 Müslüman’dan meydana gelecek. (Bu madde ile Rumlar, Meclis’te çoğunluğu elde etmiş olacak.) 4-) Alınan kararlar Osmanlı'ya aykırı olmayacak. 5-) Hristiyan kaymakamların sayısı daha fazla olacak. 6-) Türkçenin yanında Rumca kullanılacak. (Bu madde Rumcanın resmi dil olmasının kanıtı olmuştur.) 7-) Adanın gelirleri olan gümrük, tuz ve duhan gibi gelirler ilk önce adanın ihtiyaçlarının karşılanması için harcanacak, kalan miktar ise merkeze gönderilecektir. Zaten 1878'de Girite oldukça büyük imtiyazlar verildi. Yani Girit, birilerinin iddia ettiği gibi 1898'de değil, 1878'de zaten özerk hale gelmişti. Bu durumda Abdülhamid, özerk olan bir yeri bir daha özerk yapamazdı. 1898'de Giritle ilgili düzenlemelerde Ada'ya yönelik öyle büyük haklar tanınmadı. Sadece Valinin Hristiyan olması ve Genel Meclis, jandarma, maliye, adalet işleri için de birtakım esasların tespit edileceği kararlaştırıldı. Yani anlayacağınız; Girit özerkti ve özerk kalmaya devam etti. Halepa Fermanının neredeyse aynısı 1898'de yürürlüğe kondu. Birileri sanki bu savaş sonucunda Girit özerk hale geldi gibi bir algı oluşturmaya çalışırlar ve bunun sonucunda Abdülhamid'e "kazandığı savaşta bile toprak kaybetti" iftirasını atarlar ama gerçekte böyle bir şey var mı? Tabii ki yok :D Yunanistan istese bile Giriti kolay kolay kendine bağlayamazdı. Her ne kadar Batılı büyük devletler Girit'in özerk olmasını isteseler de, hiçbir devlet Girit'in Yunanistan'a geçmesini istemiyordu. Esas pozisyonları şuydu; "Girit'te Yunanistana (Rumlara) daha çok hak verilecek ama Ada Osmanlı'ya ait olmaya devam edecekti." (Girit adası üzerinde İngiliz-Rus kapışması vardı. Eğer iyi bir denge siyaseti izlenirse elden çıkması zor bir yerdi.) Büyük Devletler Girit'in ne Yunanistana nede Osmanlı'ya verilmesinden ziyade, otonom bir yönetime sahip olmasına daha sıcak bakıyorlardı ve zaten öylede oldu. (Osmanlı için de uygun olan buydu aslında. Sürekli Ada'da isyan çıkarsa, bu başlı başına hem siyasi olarak, hemde mali olarak Osmanlı'ya zarar verecekti. Ada'daki ortamı yumuşatmak en mantıklı karardı.)
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
Gelelim "Toprak alamadık" Meselesine: Bu hususta, Türkiye'de Abdülhamid hakkında en iyi tarihçi olan (bana göre) Vahdettin Engin'e söz vermek istiyorum. Bakalım o "toprak alamadık" meselesini nasıl izah ediyor? "Osmanlı Yunan savaşı zaferle neticelendiği halde barış anlaşmasında toprak kazanılmamış olması çoğu zaman eleştiri konusu yapılmaktadır. Klasikleşmiş bir söylem bu savaş vesilesi ile de gündeme gelmektedir: "Savaş cephede kazanılmış ama masa başında kaybedilmiştir." Halbuki meseleye gerçekçi bakıldığında olayın bu kadar basit olmadığı görülür. Öncelikle şu konuda bir mutabakat lazım. Savaşlar her zaman toprak kazanmak için mi yapılmaktadır? Tabii ki değil. Nitekim 1897 Osmanlı-Yunan savaşı da bu tarz bir gelişmedir. Savaş Yunanistan'dan toprak almak için değil, bu yıllarda Girit meselesi dolayısı ile haddini aşan işlere kalkışan ve Avrupa'nın da desteğiyle bir hayli şımaran bu ülkeye haddini bildirmek amacıyla yapılmıştır. Sonuçta haddi de bildirilmiştir. Yoksa zaten Mora yarımadasının güneyinde küçük bir devlet olan Yunanistan'dan toprak alma beklentisi yoktu. Bu hususta şu çarpıcı örnek her zaman fikir verecek tarzdadır: Bilindiği üzere 93 harbinde Ruslar taa Tuna boylarından Yeşilköy'e kadar olan bölgeyi işgal etmişlerdi. Peki, bu savaşın sonucunda Rusya toprak kazandı mı? Hayır. Barış anlaşmasından sonra Rus ordusu geri çekildi. Bu durumda Rusya savaşta kazandığını masa başında kaybetmiş mi oluyordu? Tabii ki hayır. Rusya hedeflerine ulaşmıştı ve sonrasında da Balkanlarda hiçbir toprak kazancı olmadan ordusunu geri çekmişti. 1897 Osmanlı-Yunan savaşına da böyle bakmak gerekir. Osmanlı-Yunan savaşının esas kazanımı Müslüman Dünyasında yarattığı akislerdir. Uzun bir süredir Dünyanın her tarafında Müslümanlar Hristiyanların baskısı altında kalmakta, onlar karşısında yenilgiye uğramaktaydılar. Bu savaşta ise Müslüman bir ordu bir Hristiyan ordusunu ezici bir şekilde mağlup etmiş bulunuyordu. Bunun getirdiği manevi motivasyon sadece ülke sınırları içerisinde yaşanmamış, başta Hint Müslümanları olmak üzere Dünyanın her köşesindeki Müslümanlar bu zaferin tadını çıkarmışlar, kendilerini manen güçlü hissetmişlerdir. Sadece bu sonuç bile savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, sadece Müslümanların kendilerini manen güçlü hissetmeleri bile "Savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Ama durun, bu kadarı ile sınırlı değil kazancımız.. Gökhan Çetinsaya ise bu savaşın sonuçlarını şu şekilde değerlendiriyor: "1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zafer Abdülhamid rejimi için yoğun bir kriz ortamından çıkışı sağlayan bir manivela olmuştur. Osmanlı Devleti'nin Ermeni hadiseleri dolayısıyla içine düştüğü zaafı bir avantaj sayanlar, 6 Şubat 1897'de Girit'te isyan başlattı. İstanbul'dan beklentilerini masa başında alamayacaklarını gören Yunan orduları Tesalya’da sınırı geçerek Osmanlı topraklarına saldırdı. 17 Nisan’da başlayan savaş, 19 Mayıs 1897’de ateşkesin sağlanmasıyla sona erdi. 4 Aralık 1897’de barış sağlandı. Bu askeri zafer, bir kaç açıdan Abdülhamid rejimine hem imparatorluk içerisinde, hem Büyük Devletler nezdinde ve hem de İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandırdı. Abdülhamid rejimi bu askeri zafer sayesinde, tabiri caizse, bir taşla bir kaç kuş vurmuştur denilebilir. Rejimin dayanıklılığının yahut sağlamlığının ortaya çıkması karşısında hem Büyük Devletler, hem Ermeni örgütleri hem de Jön Türk muhalefeti eylemlerini durdurmuş, ve Osmanlı Devleti 1894-1896 krizinde girdiği bataklıktan kurtulmuştur. Nitekim, bu süreç sonucunda: A) Ermeni isyanları sona erdi. B) Jön Türk muhalefeti iflas etti. Makedonya Meselesi ile birlikte muhalefetin yeniden canlanmasına kadar rejim nefes aldı. C) Büyük Devletlerin hem müştereken hem de kendi başlarına yaptıkları siyasi müdahaleleri, tehditleri ve baskıları sona ererken, Osmanlıyı parçalama planları da tekrar rafa kalktı. D) Sultan Abdülhamid bütün İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandı ve Halife olarak meşruiyetini sağlamlaştırdı. E) Bu sürece katkıda bulunan ve bu sürecin sonucu olarak görülebilecek bir olay da Almanya imparatoru Kayzer II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a ve Kudüs’e yaptığı ziyarettir. F) Bu nisbî güvenlik ve istikrar ortamı hem reform sürecine tekrar hız kazandırmış, uzun vadeli olanlar da dahil reform paketlerinin ve büyük yatırım projelerinin tekrar gündeme gelmesini sağlamıştır." Yani anlayacağınız bu savaşa sadece toprak kazanmak yönünden bakarsak hiçbir şey kazanamayız. Ki, baksak bile, bu savaşın sonucunda Osmanlı sınır bölgesinde az da olsa toprak aldı. Yani her yönden savaşı biz kazandık. Hem askeri, hem siyasi, hem de psikolojik yönden. Abdülhamid, savaş öncesi durumu çok iyi bir şekilde idare etmiş, kendini tüm cihana suçsuz olarak göstermiş, Yunanlıların saldırılarına (bir noktaya kadar) cevap vermeyip, mes'uliyeti onlara atıp kendini haklı göstermeye çalışmış. Avrupa'da kendisine bağlı olan onlarca gazeteciye Osmanlı lehine yazılar yazdırmış. Onların yardımıyla da Avrupa'daki "Osmanlılar suçlu" algısını yok edip, "Yunanlar suçlu" algısına çevirtmiş. Böylece savaş için gerekli bir zemin oluştumuş. Diğer Balkan ülkelerini de diplomatik manevralarıyla tarafsız kalmaya zorlamış, ardından ise, Yunanistan'a savaş ilan etmiştir. Bu savaş ile ilgili yapılan yorumların temelinde yatan en büyük hata "toprak" meselesidir. Bakın, burada amaç Yunanistan'dan toprak almak değil. Temel amaç; Yunanlılara haddini bildirmekti ve hadleri bildirildide. Osmanlı'nın "toprak alayım" gibi bir derdi yok. Olamaz da. Büyük Devletler bırakır mı sanıyorsunuz? Bu yüzdendir ki, buradaki amaç Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, Girit meselesi ile haddini aşan Yunanlara haddini bildirmektir. Amaca ulaşıldı mı? Evet. Ayriyetten Gökhan Çetinsaya'nın da dikkatini çektiği gibi, Osmanlı bu savaşı kazanmak ile birçok sorunun kendiliğinden çözülmesine de vesile olmuştur. Abdülhamid'in de temel amacı buydu zaten. Bu zaferin sonucunda "masa başında" belki büyük bir kazancımız olmadı ama diğer bütün alanlarda büyük bir kazancımız oldu.
@gelgorkitarih3292
@gelgorkitarih3292 Жыл бұрын
@@hamidim1842 paylaşımın için teşekkürler hepsini okudum
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
@@gelgorkitarih3292 İki yorum attım ben, ikiside geldi mi acaba? Bazen KZbin tarafından siliniyorda yorumlar :D Bu arada sonuna kadar okuduğun için teşekkürler. Genellikle zor gelir insanlara (:"
@gelgorkitarih3292
@gelgorkitarih3292 Жыл бұрын
@@hamidim1842 yok bir tane yorum var 1 sayfadan az zaten
@bektascelik7962
@bektascelik7962 Жыл бұрын
🙂👍👍
@dronelogs6181
@dronelogs6181 Жыл бұрын
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
@ruberu1000
@ruberu1000 Жыл бұрын
Bu nebiçim zafer ki Girit kaybediyoruz, böyle saçma bişey görmedim
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
1897 OSMANLI-YUNAN SAVAŞI MASADA MI KAYBEDİLDİ? Bu söz, şuan bulunduğumuz zaman da çok klasikleşti. "Osmanlı savaşı sahada kazandı, fakat masa başında kaybetti." diye. Gerçekten öyle mi oldu? Savaş 1 ay gibi kısa bir sürede bitti ve Osmanlı'nın kesin zaferi ile sona erdi. Savaşın bitimi ile alakalı birçok iddia (veyahut iftira, yalan) uydurulmuştur. Bunlardan biride, sözde Rus Çarı'nın, Abdülhamid'e gönderdiği telgraftadır. Buna göre, Rus Çarı, Abdülhamid'e şu sözleri söylemiş: "Eğer Osmanlı Atina'ya girerse bizde Erzuruma gireriz." Gerçekten oldukça gülünç bir ifade. Devletlerarası diplomaside böyle bir dilin kullanılabileceğini düşünen var mı acaba? Kaldı ki, Ziya Şakir, yazdığı "II.Abdülhamid'in Gizli Siyaseti ve Yunan Zaferi" adlı kitabın 146. Sayfasında Rus Çarı'nın Telgrafını yayınlamıştır. Osmanlı ordusu hızla Atina'ya doğru ilerlerken, Rus Çarı Abdülhamid'e savaşın durdurulması yönünde bir telgraf çekti. Bu telgrafta aynen şunlar söyleniyordu: "Ordunuzun kazandığı zafer, cidden takdirlere sezadır. Bilhassa (Dömeke) nin zaptı, tarihinize ebedi bir şeref temin etmiştir. Ordunuzun, taaruz kabiliyetinin en yüksek delilini gösteren bir misal ile iktifa edilerek artık kan dökülmesine meydan verilmemesi ve muzaffer ordunuzu bir anda durduracak sulhperverliğinizin kıymetli eserini göstermenizi rica eder ve şu telgrafı aldığınız dakikadan itibaren bu dostane ricamı kabul ederek, muhasamatın terki için ordunuza emir vereceğinizi kuvvetle ümit eylerim." Gördüğünüz gibi, devletlerarası diplomaside öyle atarlı-giderli laflar kullanılmaz. Rus Çarı'da bunu yapmış ve Abdülhamid'den savaşın durdurulması yönünde "rica"da bulunmuştur. Abdülhamid'de bu isteği kabul etmiştir. Haa, eğer bu istek geri çevrilseydi, dediğiniz gibi bu söz söylenebilirdi, fakat istek geri çevirilmemiş ve Rus Çarı'nın "rica"sı kabul edilmiştir. Bu durumda böyle bir söz söylemeyede gerek kalmamıştır. Gelelim savaşın bitimine ve Masa Başına: Abdülhamid, Rus Çarı'nın ricasını kabul etti ve savaşı durdurdu. Ardından o devrin kurtları ile 6 ay sürecek uzun bir mücadeleye girişti. (Lozan'daki kesintileri saymazsak, Türkiye'nin kaderini belirliyen bir antlaşmanın bile 6 ay sürdüğünü hatırlatmak gerek. Yani demek ki, Osmanlı, küçük bir savaş olsa bile masa başında oldukça direnç göstermiş ve zaten istediğinide kısmende olsa almıştır.) Bu hususta dikkatinizi çekmek istiyorum; Karşıda sadece Yunanistan yok. Aynı zamanda onun korumalığını (abiliğini) yapan devletler vardı. Bunlar; İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya idi. Yani karşıda bir değil, 6 devlet vardı. Buna rağmen birilerinin iddia ettiği gibi, savaşı saha başında kazanıp masa başında kaybetmedi. Hem saha başında hem de 6 devlete karşı (kısmende olsa) masa başında kazandı. 6 ay süren yoğun müzakereler sonucu bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmanın başlıca maddeleri şunlardı; (1897 İstanbul Antlaşması) 1- Girit, Osmanlı Padişahının atayacağı Hristiyan bir vali tarafından 5 yıl boyunca yönetilecek. (Savaştan önce de zaten böyleydi. Sadece valinin Hristiyan olması kararlaştırıldı.) 2- Girit'i işgal eden Yunan kuvvetleri Ada'dan çekilecek. 3- Yunanistan, Osmanlı'ya 90.2 milyon Frank (4 milyon 100 bin altın) harp tazminatı ödeyecek. 4- Olimpos ile Kamvounia Dağları arasındaki bölge Osmanlı'ya bırakılacak. 5- Yunan vatandaşlığına geçen Teselya Müslümanları, 3 Yıl zarfında bu durumu reddederek Osmanlı topraklarına yerleşebilecek. İlk olarak Girit konusuna açıklık getirelim: Girit konusu aslında 93 harbine kadar uzanıyor. 93 Harbindeki yenilgimiz üzerine yapılan Berlin Antlaşması uyarınca Girite de bir takım imtiyazlar (ayrıcalıklar) verildi. Buna göre 1878'de yürürlüğe konan Halepa Fermanı ile Girite şu haklar tanınıyordu: 1-) Girit valisi 5 yılda bir atanacak. 2-) Vali Müslüman’sa Hristiyan yardımcı veya tam tersi olacaktır. 3-) Meclis 49 Hristiyan, 31 Müslüman’dan meydana gelecek. (Bu madde ile Rumlar, Meclis’te çoğunluğu elde etmiş olacak.) 4-) Alınan kararlar Osmanlı'ya aykırı olmayacak. 5-) Hristiyan kaymakamların sayısı daha fazla olacak. 6-) Türkçenin yanında Rumca kullanılacak. (Bu madde Rumcanın resmi dil olmasının kanıtı olmuştur.) 7-) Adanın gelirleri olan gümrük, tuz ve duhan gibi gelirler ilk önce adanın ihtiyaçlarının karşılanması için harcanacak, kalan miktar ise merkeze gönderilecektir. Zaten 1878'de Girite oldukça büyük imtiyazlar verildi. Yani Girit, birilerinin iddia ettiği gibi 1898'de değil, 1878'de zaten özerk hale gelmişti. Bu durumda Abdülhamid, özerk olan bir yeri bir daha özerk yapamazdı. 1898'de Giritle ilgili düzenlemelerde Ada'ya yönelik öyle büyük haklar tanınmadı. Sadece Valinin Hristiyan olması ve Genel Meclis, jandarma, maliye, adalet işleri için de birtakım esasların tespit edileceği kararlaştırıldı. Yani anlayacağınız; Girit özerkti ve özerk kalmaya devam etti. Halepa Fermanının neredeyse aynısı 1898'de yürürlüğe kondu. Birileri sanki bu savaş sonucunda Girit özerk hale geldi gibi bir algı oluşturmaya çalışırlar ve bunun sonucunda Abdülhamid'e "kazandığı savaşta bile toprak kaybetti" iftirasını atarlar ama gerçekte böyle bir şey var mı? Tabii ki yok :D Yunanistan istese bile Giriti kolay kolay kendine bağlayamazdı. Her ne kadar Batılı büyük devletler Girit'in özerk olmasını isteseler de, hiçbir devlet Girit'in Yunanistan'a geçmesini istemiyordu. Esas pozisyonları şuydu; "Girit'te Yunanistana (Rumlara) daha çok hak verilecek ama Ada Osmanlı'ya ait olmaya devam edecekti." (Girit adası üzerinde İngiliz-Rus kapışması vardı. Eğer iyi bir denge siyaseti izlenirse elden çıkması zor bir yerdi.) Büyük Devletler Girit'in ne Yunanistana nede Osmanlı'ya verilmesinden ziyade, otonom bir yönetime sahip olmasına daha sıcak bakıyorlardı ve zaten öylede oldu. (Osmanlı için de uygun olan buydu aslında. Sürekli Ada'da isyan çıkarsa, bu başlı başına hem siyasi olarak, hemde mali olarak Osmanlı'ya zarar verecekti. Ada'daki ortamı yumuşatmak en mantıklı karardı.)
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
Gelelim "Toprak alamadık" Meselesine: Bu hususta, Türkiye'de Abdülhamid hakkında en iyi tarihçi olan (bana göre) Vahdettin Engin'e söz vermek istiyorum. Bakalım o "toprak alamadık" meselesini nasıl izah ediyor? "Osmanlı Yunan savaşı zaferle neticelendiği halde barış anlaşmasında toprak kazanılmamış olması çoğu zaman eleştiri konusu yapılmaktadır. Klasikleşmiş bir söylem bu savaş vesilesi ile de gündeme gelmektedir: "Savaş cephede kazanılmış ama masa başında kaybedilmiştir." Halbuki meseleye gerçekçi bakıldığında olayın bu kadar basit olmadığı görülür. Öncelikle şu konuda bir mutabakat lazım. Savaşlar her zaman toprak kazanmak için mi yapılmaktadır? Tabii ki değil. Nitekim 1897 Osmanlı-Yunan savaşı da bu tarz bir gelişmedir. Savaş Yunanistan'dan toprak almak için değil, bu yıllarda Girit meselesi dolayısı ile haddini aşan işlere kalkışan ve Avrupa'nın da desteğiyle bir hayli şımaran bu ülkeye haddini bildirmek amacıyla yapılmıştır. Sonuçta haddi de bildirilmiştir. Yoksa zaten Mora yarımadasının güneyinde küçük bir devlet olan Yunanistan'dan toprak alma beklentisi yoktu. Bu hususta şu çarpıcı örnek her zaman fikir verecek tarzdadır: Bilindiği üzere 93 harbinde Ruslar taa Tuna boylarından Yeşilköy'e kadar olan bölgeyi işgal etmişlerdi. Peki, bu savaşın sonucunda Rusya toprak kazandı mı? Hayır. Barış anlaşmasından sonra Rus ordusu geri çekildi. Bu durumda Rusya savaşta kazandığını masa başında kaybetmiş mi oluyordu? Tabii ki hayır. Rusya hedeflerine ulaşmıştı ve sonrasında da Balkanlarda hiçbir toprak kazancı olmadan ordusunu geri çekmişti. 1897 Osmanlı-Yunan savaşına da böyle bakmak gerekir. Osmanlı-Yunan savaşının esas kazanımı Müslüman Dünyasında yarattığı akislerdir. Uzun bir süredir Dünyanın her tarafında Müslümanlar Hristiyanların baskısı altında kalmakta, onlar karşısında yenilgiye uğramaktaydılar. Bu savaşta ise Müslüman bir ordu bir Hristiyan ordusunu ezici bir şekilde mağlup etmiş bulunuyordu. Bunun getirdiği manevi motivasyon sadece ülke sınırları içerisinde yaşanmamış, başta Hint Müslümanları olmak üzere Dünyanın her köşesindeki Müslümanlar bu zaferin tadını çıkarmışlar, kendilerini manen güçlü hissetmişlerdir. Sadece bu sonuç bile savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, sadece Müslümanların kendilerini manen güçlü hissetmeleri bile "Savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Ama durun, bu kadarı ile sınırlı değil kazancımız.. Gökhan Çetinsaya ise bu savaşın sonuçlarını şu şekilde değerlendiriyor: "1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zafer Abdülhamid rejimi için yoğun bir kriz ortamından çıkışı sağlayan bir manivela olmuştur. Osmanlı Devleti'nin Ermeni hadiseleri dolayısıyla içine düştüğü zaafı bir avantaj sayanlar, 6 Şubat 1897'de Girit'te isyan başlattı. İstanbul'dan beklentilerini masa başında alamayacaklarını gören Yunan orduları Tesalya’da sınırı geçerek Osmanlı topraklarına saldırdı. 17 Nisan’da başlayan savaş, 19 Mayıs 1897’de ateşkesin sağlanmasıyla sona erdi. 4 Aralık 1897’de barış sağlandı. Bu askeri zafer, bir kaç açıdan Abdülhamid rejimine hem imparatorluk içerisinde, hem Büyük Devletler nezdinde ve hem de İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandırdı. Abdülhamid rejimi bu askeri zafer sayesinde, tabiri caizse, bir taşla bir kaç kuş vurmuştur denilebilir. Rejimin dayanıklılığının yahut sağlamlığının ortaya çıkması karşısında hem Büyük Devletler, hem Ermeni örgütleri hem de Jön Türk muhalefeti eylemlerini durdurmuş, ve Osmanlı Devleti 1894-1896 krizinde girdiği bataklıktan kurtulmuştur. Nitekim, bu süreç sonucunda: A) Ermeni isyanları sona erdi. B) Jön Türk muhalefeti iflas etti. Makedonya Meselesi ile birlikte muhalefetin yeniden canlanmasına kadar rejim nefes aldı. C) Büyük Devletlerin hem müştereken hem de kendi başlarına yaptıkları siyasi müdahaleleri, tehditleri ve baskıları sona ererken, Osmanlıyı parçalama planları da tekrar rafa kalktı. D) Sultan Abdülhamid bütün İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandı ve Halife olarak meşruiyetini sağlamlaştırdı. E) Bu sürece katkıda bulunan ve bu sürecin sonucu olarak görülebilecek bir olay da Almanya imparatoru Kayzer II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a ve Kudüs’e yaptığı ziyarettir. F) Bu nisbî güvenlik ve istikrar ortamı hem reform sürecine tekrar hız kazandırmış, uzun vadeli olanlar da dahil reform paketlerinin ve büyük yatırım projelerinin tekrar gündeme gelmesini sağlamıştır." Yani anlayacağınız bu savaşa sadece toprak kazanmak yönünden bakarsak hiçbir şey kazanamayız. Ki, baksak bile, bu savaşın sonucunda Osmanlı sınır bölgesinde az da olsa toprak aldı. Yani her yönden savaşı biz kazandık. Hem askeri, hem siyasi, hem de psikolojik yönden. Abdülhamid, savaş öncesi durumu çok iyi bir şekilde idare etmiş, kendini tüm cihana suçsuz olarak göstermiş, Yunanlıların saldırılarına (bir noktaya kadar) cevap vermeyip, mes'uliyeti onlara atıp kendini haklı göstermeye çalışmış. Avrupa'da kendisine bağlı olan onlarca gazeteciye Osmanlı lehine yazılar yazdırmış. Onların yardımıyla da Avrupa'daki "Osmanlılar suçlu" algısını yok edip, "Yunanlar suçlu" algısına çevirtmiş. Böylece savaş için gerekli bir zemin oluştumuş. Diğer Balkan ülkelerini de diplomatik manevralarıyla tarafsız kalmaya zorlamış, ardından ise, Yunanistan'a savaş ilan etmiştir. Bu savaş ile ilgili yapılan yorumların temelinde yatan en büyük hata "toprak" meselesidir. Bakın, burada amaç Yunanistan'dan toprak almak değil. Temel amaç; Yunanlılara haddini bildirmekti ve hadleri bildirildide. Osmanlı'nın "toprak alayım" gibi bir derdi yok. Olamaz da. Büyük Devletler bırakır mı sanıyorsunuz? Bu yüzdendir ki, buradaki amaç Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, Girit meselesi ile haddini aşan Yunanlara haddini bildirmektir. Amaca ulaşıldı mı? Evet. Ayriyetten Gökhan Çetinsaya'nın da dikkatini çektiği gibi, Osmanlı bu savaşı kazanmak ile birçok sorunun kendiliğinden çözülmesine de vesile olmuştur. Abdülhamid'in de temel amacı buydu zaten. Bu zaferin sonucunda "masa başında" belki büyük bir kazancımız olmadı ama diğer bütün alanlarda büyük bir kazancımız oldu.
@haydarsahin5718
@haydarsahin5718 Жыл бұрын
Fesli kadirlilere göre zafer
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
@@haydarsahin5718 1897 OSMANLI-YUNAN SAVAŞI MASADA MI KAYBEDİLDİ? Bu söz, şuan bulunduğumuz zaman da çok klasikleşti. "Osmanlı savaşı sahada kazandı, fakat masa başında kaybetti." diye. Gerçekten öyle mi oldu? Savaş 1 ay gibi kısa bir sürede bitti ve Osmanlı'nın kesin zaferi ile sona erdi. Savaşın bitimi ile alakalı birçok iddia (veyahut iftira, yalan) uydurulmuştur. Bunlardan biride, sözde Rus Çarı'nın, Abdülhamid'e gönderdiği telgraftadır. Buna göre, Rus Çarı, Abdülhamid'e şu sözleri söylemiş: "Eğer Osmanlı Atina'ya girerse bizde Erzuruma gireriz." Gerçekten oldukça gülünç bir ifade. Devletlerarası diplomaside böyle bir dilin kullanılabileceğini düşünen var mı acaba? Kaldı ki, Ziya Şakir, yazdığı "II.Abdülhamid'in Gizli Siyaseti ve Yunan Zaferi" adlı kitabın 146. Sayfasında Rus Çarı'nın Telgrafını yayınlamıştır. Osmanlı ordusu hızla Atina'ya doğru ilerlerken, Rus Çarı Abdülhamid'e savaşın durdurulması yönünde bir telgraf çekti. Bu telgrafta aynen şunlar söyleniyordu: "Ordunuzun kazandığı zafer, cidden takdirlere sezadır. Bilhassa (Dömeke) nin zaptı, tarihinize ebedi bir şeref temin etmiştir. Ordunuzun, taaruz kabiliyetinin en yüksek delilini gösteren bir misal ile iktifa edilerek artık kan dökülmesine meydan verilmemesi ve muzaffer ordunuzu bir anda durduracak sulhperverliğinizin kıymetli eserini göstermenizi rica eder ve şu telgrafı aldığınız dakikadan itibaren bu dostane ricamı kabul ederek, muhasamatın terki için ordunuza emir vereceğinizi kuvvetle ümit eylerim." Gördüğünüz gibi, devletlerarası diplomaside öyle atarlı-giderli laflar kullanılmaz. Rus Çarı'da bunu yapmış ve Abdülhamid'den savaşın durdurulması yönünde "rica"da bulunmuştur. Abdülhamid'de bu isteği kabul etmiştir. Haa, eğer bu istek geri çevrilseydi, dediğiniz gibi bu söz söylenebilirdi, fakat istek geri çevirilmemiş ve Rus Çarı'nın "rica"sı kabul edilmiştir. Bu durumda böyle bir söz söylemeyede gerek kalmamıştır. Gelelim savaşın bitimine ve Masa Başına: Abdülhamid, Rus Çarı'nın ricasını kabul etti ve savaşı durdurdu. Ardından o devrin kurtları ile 6 ay sürecek uzun bir mücadeleye girişti. (Lozan'daki kesintileri saymazsak, Türkiye'nin kaderini belirliyen bir antlaşmanın bile 6 ay sürdüğünü hatırlatmak gerek. Yani demek ki, Osmanlı, küçük bir savaş olsa bile masa başında oldukça direnç göstermiş ve zaten istediğinide kısmende olsa almıştır.) Bu hususta dikkatinizi çekmek istiyorum; Karşıda sadece Yunanistan yok. Aynı zamanda onun korumalığını (abiliğini) yapan devletler vardı. Bunlar; İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya idi. Yani karşıda bir değil, 6 devlet vardı. Buna rağmen birilerinin iddia ettiği gibi, savaşı saha başında kazanıp masa başında kaybetmedi. Hem saha başında hem de 6 devlete karşı (kısmende olsa) masa başında kazandı. 6 ay süren yoğun müzakereler sonucu bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmanın başlıca maddeleri şunlardı; (1897 İstanbul Antlaşması) 1- Girit, Osmanlı Padişahının atayacağı Hristiyan bir vali tarafından 5 yıl boyunca yönetilecek. (Savaştan önce de zaten böyleydi. Sadece valinin Hristiyan olması kararlaştırıldı.) 2- Girit'i işgal eden Yunan kuvvetleri Ada'dan çekilecek. 3- Yunanistan, Osmanlı'ya 90.2 milyon Frank (4 milyon 100 bin altın) harp tazminatı ödeyecek. 4- Olimpos ile Kamvounia Dağları arasındaki bölge Osmanlı'ya bırakılacak. 5- Yunan vatandaşlığına geçen Teselya Müslümanları, 3 Yıl zarfında bu durumu reddederek Osmanlı topraklarına yerleşebilecek. İlk olarak Girit konusuna açıklık getirelim: Girit konusu aslında 93 harbine kadar uzanıyor. 93 Harbindeki yenilgimiz üzerine yapılan Berlin Antlaşması uyarınca Girite de bir takım imtiyazlar (ayrıcalıklar) verildi. Buna göre 1878'de yürürlüğe konan Halepa Fermanı ile Girite şu haklar tanınıyordu: 1-) Girit valisi 5 yılda bir atanacak. 2-) Vali Müslüman’sa Hristiyan yardımcı veya tam tersi olacaktır. 3-) Meclis 49 Hristiyan, 31 Müslüman’dan meydana gelecek. (Bu madde ile Rumlar, Meclis’te çoğunluğu elde etmiş olacak.) 4-) Alınan kararlar Osmanlı'ya aykırı olmayacak. 5-) Hristiyan kaymakamların sayısı daha fazla olacak. 6-) Türkçenin yanında Rumca kullanılacak. (Bu madde Rumcanın resmi dil olmasının kanıtı olmuştur.) 7-) Adanın gelirleri olan gümrük, tuz ve duhan gibi gelirler ilk önce adanın ihtiyaçlarının karşılanması için harcanacak, kalan miktar ise merkeze gönderilecektir. Zaten 1878'de Girite oldukça büyük imtiyazlar verildi. Yani Girit, birilerinin iddia ettiği gibi 1898'de değil, 1878'de zaten özerk hale gelmişti. Bu durumda Abdülhamid, özerk olan bir yeri bir daha özerk yapamazdı. 1898'de Giritle ilgili düzenlemelerde Ada'ya yönelik öyle büyük haklar tanınmadı. Sadece Valinin Hristiyan olması ve Genel Meclis, jandarma, maliye, adalet işleri için de birtakım esasların tespit edileceği kararlaştırıldı. Yani anlayacağınız; Girit özerkti ve özerk kalmaya devam etti. Halepa Fermanının neredeyse aynısı 1898'de yürürlüğe kondu. Birileri sanki bu savaş sonucunda Girit özerk hale geldi gibi bir algı oluşturmaya çalışırlar ve bunun sonucunda Abdülhamid'e "kazandığı savaşta bile toprak kaybetti" iftirasını atarlar ama gerçekte böyle bir şey var mı? Tabii ki yok :D Yunanistan istese bile Giriti kolay kolay kendine bağlayamazdı. Her ne kadar Batılı büyük devletler Girit'in özerk olmasını isteseler de, hiçbir devlet Girit'in Yunanistan'a geçmesini istemiyordu. Esas pozisyonları şuydu; "Girit'te Yunanistana (Rumlara) daha çok hak verilecek ama Ada Osmanlı'ya ait olmaya devam edecekti." (Girit adası üzerinde İngiliz-Rus kapışması vardı. Eğer iyi bir denge siyaseti izlenirse elden çıkması zor bir yerdi.) Büyük Devletler Girit'in ne Yunanistana nede Osmanlı'ya verilmesinden ziyade, otonom bir yönetime sahip olmasına daha sıcak bakıyorlardı ve zaten öylede oldu. (Osmanlı için de uygun olan buydu aslında. Sürekli Ada'da isyan çıkarsa, bu başlı başına hem siyasi olarak, hemde mali olarak Osmanlı'ya zarar verecekti. Ada'daki ortamı yumuşatmak en mantıklı karardı.)
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
@@haydarsahin5718 Gelelim "Toprak alamadık" Meselesine: Bu hususta, Türkiye'de Abdülhamid hakkında en iyi tarihçi olan (bana göre) Vahdettin Engin'e söz vermek istiyorum. Bakalım o "toprak alamadık" meselesini nasıl izah ediyor? "Osmanlı Yunan savaşı zaferle neticelendiği halde barış anlaşmasında toprak kazanılmamış olması çoğu zaman eleştiri konusu yapılmaktadır. Klasikleşmiş bir söylem bu savaş vesilesi ile de gündeme gelmektedir: "Savaş cephede kazanılmış ama masa başında kaybedilmiştir." Halbuki meseleye gerçekçi bakıldığında olayın bu kadar basit olmadığı görülür. Öncelikle şu konuda bir mutabakat lazım. Savaşlar her zaman toprak kazanmak için mi yapılmaktadır? Tabii ki değil. Nitekim 1897 Osmanlı-Yunan savaşı da bu tarz bir gelişmedir. Savaş Yunanistan'dan toprak almak için değil, bu yıllarda Girit meselesi dolayısı ile haddini aşan işlere kalkışan ve Avrupa'nın da desteğiyle bir hayli şımaran bu ülkeye haddini bildirmek amacıyla yapılmıştır. Sonuçta haddi de bildirilmiştir. Yoksa zaten Mora yarımadasının güneyinde küçük bir devlet olan Yunanistan'dan toprak alma beklentisi yoktu. Bu hususta şu çarpıcı örnek her zaman fikir verecek tarzdadır: Bilindiği üzere 93 harbinde Ruslar taa Tuna boylarından Yeşilköy'e kadar olan bölgeyi işgal etmişlerdi. Peki, bu savaşın sonucunda Rusya toprak kazandı mı? Hayır. Barış anlaşmasından sonra Rus ordusu geri çekildi. Bu durumda Rusya savaşta kazandığını masa başında kaybetmiş mi oluyordu? Tabii ki hayır. Rusya hedeflerine ulaşmıştı ve sonrasında da Balkanlarda hiçbir toprak kazancı olmadan ordusunu geri çekmişti. 1897 Osmanlı-Yunan savaşına da böyle bakmak gerekir. Osmanlı-Yunan savaşının esas kazanımı Müslüman Dünyasında yarattığı akislerdir. Uzun bir süredir Dünyanın her tarafında Müslümanlar Hristiyanların baskısı altında kalmakta, onlar karşısında yenilgiye uğramaktaydılar. Bu savaşta ise Müslüman bir ordu bir Hristiyan ordusunu ezici bir şekilde mağlup etmiş bulunuyordu. Bunun getirdiği manevi motivasyon sadece ülke sınırları içerisinde yaşanmamış, başta Hint Müslümanları olmak üzere Dünyanın her köşesindeki Müslümanlar bu zaferin tadını çıkarmışlar, kendilerini manen güçlü hissetmişlerdir. Sadece bu sonuç bile savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, sadece Müslümanların kendilerini manen güçlü hissetmeleri bile "Savaşın karşılığı temin edilmiş önemli bir kazanç sayılmalıdır." Ama durun, bu kadarı ile sınırlı değil kazancımız.. Gökhan Çetinsaya ise bu savaşın sonuçlarını şu şekilde değerlendiriyor: "1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zafer Abdülhamid rejimi için yoğun bir kriz ortamından çıkışı sağlayan bir manivela olmuştur. Osmanlı Devleti'nin Ermeni hadiseleri dolayısıyla içine düştüğü zaafı bir avantaj sayanlar, 6 Şubat 1897'de Girit'te isyan başlattı. İstanbul'dan beklentilerini masa başında alamayacaklarını gören Yunan orduları Tesalya’da sınırı geçerek Osmanlı topraklarına saldırdı. 17 Nisan’da başlayan savaş, 19 Mayıs 1897’de ateşkesin sağlanmasıyla sona erdi. 4 Aralık 1897’de barış sağlandı. Bu askeri zafer, bir kaç açıdan Abdülhamid rejimine hem imparatorluk içerisinde, hem Büyük Devletler nezdinde ve hem de İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandırdı. Abdülhamid rejimi bu askeri zafer sayesinde, tabiri caizse, bir taşla bir kaç kuş vurmuştur denilebilir. Rejimin dayanıklılığının yahut sağlamlığının ortaya çıkması karşısında hem Büyük Devletler, hem Ermeni örgütleri hem de Jön Türk muhalefeti eylemlerini durdurmuş, ve Osmanlı Devleti 1894-1896 krizinde girdiği bataklıktan kurtulmuştur. Nitekim, bu süreç sonucunda: A) Ermeni isyanları sona erdi. B) Jön Türk muhalefeti iflas etti. Makedonya Meselesi ile birlikte muhalefetin yeniden canlanmasına kadar rejim nefes aldı. C) Büyük Devletlerin hem müştereken hem de kendi başlarına yaptıkları siyasi müdahaleleri, tehditleri ve baskıları sona ererken, Osmanlıyı parçalama planları da tekrar rafa kalktı. D) Sultan Abdülhamid bütün İslâm dünyasında büyük bir prestij kazandı ve Halife olarak meşruiyetini sağlamlaştırdı. E) Bu sürece katkıda bulunan ve bu sürecin sonucu olarak görülebilecek bir olay da Almanya imparatoru Kayzer II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a ve Kudüs’e yaptığı ziyarettir. F) Bu nisbî güvenlik ve istikrar ortamı hem reform sürecine tekrar hız kazandırmış, uzun vadeli olanlar da dahil reform paketlerinin ve büyük yatırım projelerinin tekrar gündeme gelmesini sağlamıştır." Yani anlayacağınız bu savaşa sadece toprak kazanmak yönünden bakarsak hiçbir şey kazanamayız. Ki, baksak bile, bu savaşın sonucunda Osmanlı sınır bölgesinde az da olsa toprak aldı. Yani her yönden savaşı biz kazandık. Hem askeri, hem siyasi, hem de psikolojik yönden. Abdülhamid, savaş öncesi durumu çok iyi bir şekilde idare etmiş, kendini tüm cihana suçsuz olarak göstermiş, Yunanlıların saldırılarına (bir noktaya kadar) cevap vermeyip, mes'uliyeti onlara atıp kendini haklı göstermeye çalışmış. Avrupa'da kendisine bağlı olan onlarca gazeteciye Osmanlı lehine yazılar yazdırmış. Onların yardımıyla da Avrupa'daki "Osmanlılar suçlu" algısını yok edip, "Yunanlar suçlu" algısına çevirtmiş. Böylece savaş için gerekli bir zemin oluştumuş. Diğer Balkan ülkelerini de diplomatik manevralarıyla tarafsız kalmaya zorlamış, ardından ise, Yunanistan'a savaş ilan etmiştir. Bu savaş ile ilgili yapılan yorumların temelinde yatan en büyük hata "toprak" meselesidir. Bakın, burada amaç Yunanistan'dan toprak almak değil. Temel amaç; Yunanlılara haddini bildirmekti ve hadleri bildirildide. Osmanlı'nın "toprak alayım" gibi bir derdi yok. Olamaz da. Büyük Devletler bırakır mı sanıyorsunuz? Bu yüzdendir ki, buradaki amaç Vahdettin Hoca'nın da dediği gibi, Girit meselesi ile haddini aşan Yunanlara haddini bildirmektir. Amaca ulaşıldı mı? Evet. Ayriyetten Gökhan Çetinsaya'nın da dikkatini çektiği gibi, Osmanlı bu savaşı kazanmak ile birçok sorunun kendiliğinden çözülmesine de vesile olmuştur. Abdülhamid'in de temel amacı buydu zaten. Bu zaferin sonucunda "masa başında" belki büyük bir kazancımız olmadı ama diğer bütün alanlarda büyük bir kazancımız oldu.
@goktug8381
@goktug8381 Жыл бұрын
Rus Çarı Osmanlı'dan harbe son vermesini rica mı etti ? Rus Çarı bizzat eğer Atina'ya girerseniz Erzurum'a gireriz diyor ne güzel bir rica bu Atina'yı alalım derken Anadolu'yu kaybedelim ?
@hamidim1842
@hamidim1842 Жыл бұрын
Rica etti tabii. Devletlerarası hukukta öyle atarlı-giderli konuşulmaz, böyle ricacı konuşulur. Ziya Şakir, yazdığı "II.Abdülhamid'in Gizli Siyaseti ve Yunan Zaferi" adlı kitabın 146. Sayfasında Rus Çarı'nın Telgrafını yayınlamıştır. Osmanlı ordusu hızla Atina'ya doğru ilerlerken, Rus Çarı Abdülhamid'e savaşın durdurulması yönünde bir telgraf çekti. Bu telgrafta aynen şunlar söyleniyordu: "Ordunuzun kazandığı zafer, cidden takdirlere sezadır. Bilhassa (Dömeke) nin zaptı, tarihinize ebedi bir şeref temin etmiştir. Ordunuzun, taaruz kabiliyetinin en yüksek delilini gösteren bir misal ile iktifa edilerek artık kan dökülmesine meydan verilmemesi ve muzaffer ordunuzu bir anda durduracak sulhperverliğinizin kıymetli eserini göstermenizi rica eder ve şu telgrafı aldığınız dakikadan itibaren bu dostane ricamı kabul ederek, muhasamatın terki için ordunuza emir vereceğinizi kuvvetle ümit eylerim." Peki, senin söylediğin söze dair bir kaynağın var mı? Yok.
@melahatdemir381
@melahatdemir381 Жыл бұрын
1808-1922 osmanlı dağılma dönemi
@Se5-s5b
@Se5-s5b Жыл бұрын
1875'de ilk olarak dağılma başladı.
@altunaze6127
@altunaze6127 Жыл бұрын
1839da dağılmaya başladı
@erkantoprakci2661
@erkantoprakci2661 Жыл бұрын
@@Se5-s5b bencede
@IbrahimHesenli-o8f
@IbrahimHesenli-o8f 8 ай бұрын
Yunanıstan
@enes_erdogmus2030
@enes_erdogmus2030 Жыл бұрын
407.like
@mustafasarikaya903
@mustafasarikaya903 Жыл бұрын
Hocam Mustafa Kemal bu savaşta hangi tarafta yer almak istedi ve neden
@berkcankucuk7600
@berkcankucuk7600 Жыл бұрын
Hangi tarafta olacak Osmanlı tabi ki bu soruyu nasıl sorarsın?
@enes9674
@enes9674 Жыл бұрын
@@berkcankucuk7600 harbi bu nası bi soru namussuza bak mustafa kemal babanın oğlumu besmeleyle al ağzına
@cenkluleci4378
@cenkluleci4378 Жыл бұрын
Ne oldu bizim yere göğe sığdıramadığımız Abdulhamit masa da mı keybetmişnbk sen hani bir karış toprak kaybetmemişti
@kagankral6475
@kagankral6475 Жыл бұрын
Tüm Avrupa devletleri Yunanistanı işgal etmek diyor yani mecburen Abdülhamid diplomasiye gitti tüm Yunanistanı alıcak gücü olmasına rağmen Masada da Yunanistanı tuttular
@rabiakara6160
@rabiakara6160 3 ай бұрын
Malum kişiler yüceltir bunları da gizlerler
110 - OSMANLI TARİHİ - MAKEDONYA OLAYLARI |2.ABDÜLHAMİD|
15:11
Tarih ve Türkler
Рет қаралды 21 М.
113 - OSMANLI TARİHİ - 1. BALKAN SAVAŞI |MEHMED REŞAD|
21:09
Tarih ve Türkler
Рет қаралды 39 М.
HELP!!!
00:46
Natan por Aí
Рет қаралды 73 МЛН
122 - OSMANLI TARİHİ - BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SONU |VAHİDETTİN|
18:39
Spanish Civil War 1936-1939 || FULL DOCUMENTARY
27:44
DFT Tarih
Рет қаралды 252 М.
118 - OSMANLI TARİHİ - ÇANAKKALE SAVAŞLARI |MEHMET REŞAT|
16:02
Tarih ve Türkler
Рет қаралды 17 М.
KOREAN WAR TURKEY || Battle of Wawon 1950 || Full Documentary
30:27
DFT Tarih
Рет қаралды 1,7 МЛН
Komşu YUNANİSTAN Hakkında Hiç Bilmediğiniz 17 İNANILMAZ GERÇEK
12:58
Sümeyra Çenet Videoları
Рет қаралды 1,6 МЛН
How did the Turks become Muslims? Battle of Talas 751
35:47
DFT Tarih
Рет қаралды 4,3 МЛН