Рет қаралды 2,835
193 Mektubat Mecmuası el-Hutbetü'ş-Şâmiye Tercümesi, Sayfa 440, 441, 442 (Mektubat Mecmuası Osmanlıca Orijinal Nüsha, Hayrat Neşriyat)
İşte İslâmiyet’in hakāiki hem ma‘nen, hem maddeten terakkî etmeye kābil ve mükemmel bir isti‘dâdı var. Birinci Cihet olan ma‘nen terakkî ise, biliniz, hakîkî vukūâtı kaydeden tarih, hakîkate en doğru şâhiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hatta Rus’u mağlûb eden Japon başkumandanının İslâmiyet’in hakkāniyetine şehâdeti de şudur ki: Hakîkat-i İslâmiyetin kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakkî ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakîkat-i İslâmiyede za‘fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve herc ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sâir dinler ise bil’akistir. Yani salâbet ve taassublarının za‘fiyeti nisbetinde temeddün ve terakkî ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassublarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere ma‘rûz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.
Hem asr-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhâkeme-i akliye ile ve delîl-i yakînî ile ve İslâmiyet’e tercîh etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avâmın delilsiz, taklîdî bir sûrette başka dine girmesinin bu mes’elede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka mes’eledir. Halbuki bütün dinlerin etbâ‘ları ise, hatta en ziyâde dinine taassub gösteren İngilizlerin ve eski Rusların muhâkeme-i akliye ile İslâmiyet’e dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat‘î burhân ile İslâmiyet’e girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar. (Hâşiye)
Hâşiye: İşte bu mezkûr da‘vâya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umûmînin ve şiddetli bir istibdâd-ı mutlakın zuhûruyla beraber, bu da‘vâya kırk beş sene sonra, şimâlin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’ân’ı mekteblerinde ders vermek ve kabûl etmek ve komünistliğe ve dinsizliğe karşı sed olmak için kabûl etmeleri; ve İngiliz’in mühim hatîblerinin bir kısmı Kur’ân’ı İngiliz’e kabûl ettirmeye tarafdâr çıkmaları; ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakîkatlerine tarafdâr çıkması; ve İslâmiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musâlaha bulacağına karar vermesi; ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvîk etmesi; ve onlarla ittifâka çalışması, kırk beş sene evvel olan bu müddeâyı isbat ediyor. Kuvvetli bir şâhid olur.
SAYFA 441
Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakāik-i îmâniyenin kemâlâtını ef‘âlimizle izhâr etsek, sâir dinlerin tâbi‘leri, elbette cemâatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıt‘aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler.
Hem nev‘-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin îkāzâtıyla uyanmış, intibâha gelmiş. İnsaniyetin mâhiyetini anlamış. Elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar. Ve olamazlar. En dinsizi de dine ilticâ etmeye mecbûrdur. Çünki acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinâd noktası; ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyâcâta mübtelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdâd noktası, yalnız ve yalnız Sâni‘-i Âlem'i tanımak ve îmân etmek ve âhirete inanmak ve tasdîk etmekten başka uyanmış beşerin çaresi yok. Kalbin sadefinde dîn-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî-ma‘nevî kıyâmetler kopacak. Ve hayvanâtın en bedbahtı, en perişanı olacak.
Hâsıl-ı kelâm: Beşer, bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin îkāzâtıyla uyanmış. Ve insaniyetin cevherini ve câmi‘ isti‘dâdını hissetmiş. Ve insan, acîb, cem‘iyetli isti‘dâdıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış. Belki ebede meb‘ûstur ki, ebede uzanan arzular mâhiyetinde var. Ve bu dar, fânî dünya, insanın nihâyetsiz emel ve arzularına kâfî gelmediğini herkes bir derece hissetmeye başlamış. Hatta insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan hayâle denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak. Fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir sûrette bir i‘dâm senin başına gelecek.” Elbette hakîkî insaniyetini kaybetmeyen ve intibâha gelmiş o insanın hayâli, sevinç ve beşârete bedel, derinden derine teessüf ve eyvâhlarla, saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.
SAYFA 442
İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir dîn-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel ölüm i‘dâmına karşı, dîn-i haktaki bir hakîkati arıyor ki, kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakîkate şehâdet eder. Kırk beş sene sonra tamamıyla beşerin bu ihtiyâc-ı şedîdini, dinsizliğin zuhûruyla küre-i arzın kıt‘aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar. Hem âyât-ı Kur’âniye başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havâle eder. “Aklına bak” der. “Fikrine, kalbine mürâcaat et. Meşveret et, onunla görüş ki, bu hakîkati bilesin” diyor........