Рет қаралды 27,636
Madam Floridis Dönmeyebilir
İçimde, çok eski bir insana uğramaktan kaynaklanan bir ses, bir kırık dökük çağrışımlar fırtınası esiyor şimdi. Duruyor, o küçük hazırlıkları, eviçlerini ve çörek kokularını bir kez daha umut etmeye ya da daha doğru bir deyişle o günlerden bir alacağım olup olmadığını düşünmeye çalışıyorum. Kimi anlamların, konuşmaların ya da zorunlu seslerin yanına onca yalana, yanlışa ve yanılmasaya karşın yeniden, daha fazla kayıp vermeksizin gidip gidemeyeceğimi soruyorum kendi kendime. Yabancısı olmadığım, enikonu kanıksanmış o sözcükleri istesem de istemesem de yineliyorum anlayacağınız, bir umarsızlığı tüm karşı çıkmalarıma karşı sürdürmek zorunda kalıyorum. Durup dururken üşümekten, yerli yersiz konuşmaktan, gülümsemekten ve niteliği ne olursa olsun bir hayali sürekli olarak ertelemekten kurtulmaya da çalışıyorum böylelikle. Ve sonra belki de her zaman olduğu gibi bir yerlerde bir yenilgiyi, bir eksikliği ya da yalnızca bir olasılığı bırakmış olabileceğimi ayrımsıyorum: korkar, kendimi, bir zamanlar o evde, o sokakta yaşadıklarımı biraz da şaşırtıcı bir şekilde yabancılar gibi oluyorum bu durumda. Bir yerlere takılmaları ve kimi zorunlu geriye dönmeleri baştan aşağı yenilemek gibisinden bir tavır olmalı bu. O ses, o sık sık ertelenmiş ses giderek değişiyor, başkalaşıyor o zaman da, bir metne, daha da önemlisi bir metnin hayaline yerleşiyor. İşte o anda, sanki çok uzaklardan, sanki nicedir beklenmişçesine, “Ah pedimu ah ( !) artık çok yoruldum” diyor Madam Floridis ve bu sözleriyle belli ki bana birçok eski anıyla çoğalmayı, paylaşılmadık fırtınaları ya da yalnızca bir hikâyede eskimişliği anlatmaya çalışıyor. Yabancısı olmadığım anlatamamalardan, olası bir paylaşımı ertelemelerden, kendisine birçok eski hatırayı çağrıştırmamdan söz ediyor sonra, kimi yaşantıları günün birinde, birbirimize çok uzak düşsek de paylaşabileceğimizi anlatmaya çalışıyor ve bütün bunları işlek ama pek de mükemmel olmayan bir Fransızcayla, bıyıkları hafiften uzamışken söylüyor; “Prends garde à tous ces livres, je ne les verrai plus” gibisinden cümlelerle içinde bulunduğu durumu ve sonuçlarına bir yerden sonra katlanmaya mecbur olduğu kırgınlığı elinden geldiğince dile getirmeye çalışıyor. Susuyor, biraz silkinmeyi, zamanın sakıncalı tuzaklarına yakalanmamayı onca eksikliğe ve yenilgiye bakmaksızın tanımlamaya çabalıyorum bu durumda, kendimi yeniden, böyle bir çabanın yol boylarında, biçimini sürekli olarak değiştiren bir yalandan, dahası bir unutkanlıktan durup dururken doğarcasına, bir kez daha konumlayabilecek olmanın aldatıcı sevinciyle nedense bu sefer de karşı karşıya bırakıyorum. Kendi küçük tarihimde kelimelerden ve ket vurmalardan örülmüş bir duvarı bir şekilde aşmaya çalışıyorum anlayacağınız. Sonra hava sanki birdenbire kararıyor. Nerede, nasıl olduğumu anlar gibi oluyorum o zaman da. Bir ürperti yayılıyor içime ama o sesin peşinden gitmekten gene de vazgeçemiyorum.
MARIO LEVI