Anlatı | “Pesüs” | 19 Bölüm

  Рет қаралды 146

TRT 2

TRT 2

Күн бұрын

Пікірлер: 2
@purpleahmet
@purpleahmet 6 сағат бұрын
ben denizin kumları üzerinde durdum bir heykel tadında olan ve bunu geçen bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek diyordum. ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün ayrı bir nesne gibi, daha sonra da hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı bir şey olsa gerek ben bunu duyuyordum. yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak üstüme aktıkça benim ben kendimi koruyordum sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan bir anlam sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş ırtıcı bir hayvan gibi işte ben yapılması akla gelmedik daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da sonra ben yoruluyordum. yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren aşılır bir yer sanan o beton duvarları mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan ben geri çekiliyordum biraz güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük neresinden bozulur bilmiyordum ki bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması duymuyordum ki olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni düzlük ve gerçekten yaptırıyordu da mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı bembeyaz taneciklerin üstüne artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden bir bağışlanmamış dünyaydı artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından gittikçe bizim olmayan bir dünyaydı ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün diyemem çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor ve bazı düşünceler. şöyle ki: martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler bir inip bir çıktılar çocuklar gibi çığlık çığlığa bu metalsi görünümler arasından sonra ben belki de gözlerimi yumdum her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı ve hayallerimi yemeye demek oluyor ki bir süre kalsam böyle - ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum - kimseler tanımayacak beni. deniz hayvanlarının kurumuş iskeletlerine döneceğim korktum yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum öyle mi doğruldum işte yeniden bir insan tadında olan ve bunu geçen ben denizin kumları üzerinde durdum. ben denizin kumları üzerinde durdum ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de değişen bir şey olarak ve değiştiren bir anlamım var peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar neden gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum ve onlar güçlüydüler, biliyorum ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile onların istediği bir öfke oluyordu ki sonra ben susuyordum ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim ben neydim. ii hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. bir ara hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. maun tabutumda her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle bir çelişki gibi ölümsüz yaşamakta olurdum. ilkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı şehirleri anlatır gibi bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler ilkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına yıllarca sonra getirirler ki tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin şimşekler, gökgürültüleri ve yırtıcı deniz hayvanlarından ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu bir sabah denizinde sütliman güneşli, durgun bir gökyüzünün altında dinlenen gemicilere unutturduğu zaman derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman. yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. maun tabutumda her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle öyle bir çelişki gibi ölümsüz yaşamakta olurum. hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. işte ben hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda her zaman bir kedi bulunur, onu ben bir imza gibi yazılarıma koyarım - ve duvarlar yumuşardı, sarkardı ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden terlerdim sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın önündeki çiçek artıklarına bir bira çekme makinesine, ne bileyim yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu ve yıllarca bir saplantıya giderek bakmanın tam kendisi olurdum. yani ben bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen yapayalnız bir ben kurardım yapayalnız bir ben kurardım ve kedi salona girerdi birden, başlama saatini bir o somutlardı sanki. (hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da biraz eşyaları vardı bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında biraz da susuyorlardı. ve ağırca bir konsol tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber - küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak - onların aile resimleri gibiydiler ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum biri bir banka afişinde veznedar ben onu buluyordum biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı ve hastalıklı bir kadın onu da buluyordum ki olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de gündelikçi bir kadın tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice böylece üç kişiydiler. ben birdenbire buzdolabını gördüm yaşayan bir şey olarak diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının ve beyaz ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı bir seramik gibi onu dondurarak bir mine gibi şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden bir tanrı yere düşse parçalanacak ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye gökler kalıplı ve kalın duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde ve dolap buzlanıyordu durmadan. öyle ki önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla odalara giriyordu, sonra veznedarı heykeli, hasta kadını, giderek koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi - konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses incecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu örümcek ve ayna hep gösteriyordu. ben solgun yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki iyiliği artık çağımıza uymayan bir kadın ki cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu ellerim arasında ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum anlamları hiç değişmeyen mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. anılar bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı acılar ki en kalıcıydı ve nasıl yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana durmuştu ki, şöyleydi: sanırım bir soru vardı öyle sorulacak bir soru, evet, hiç olmazsa biz tarihin hangi döneminde yaşadık? bir insan müzesi gibi... kedi çıkardı birden salondan. ve bitiş saatini bir o somutlardı sanki.) iii sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı bir çağda yaşıyordum. ve bütün eksik kalmaların sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de düşünen bir şey olarak ve düşündüren ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da ve biraz da pek kullanılmayan ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya çok ağır bir yük gibi onu ben taşıyordum, düşündüklerimi ve bu durumda ne beni etkileyen ne de ben etkilendikçe bir başkasını etkileyen ve bizi geçen bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum öyle mi? yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum bir insan tadında olan ve bunu geçen ben bir dram gibi sonsuz kumları üzerinde sonsuzluğun.
@abdurrahmanozcan4743
@abdurrahmanozcan4743 7 сағат бұрын
Arkadaki ablanın olayı ne söyleyebilir misiniz
Anlatı | "Füruğ Ferruhzad" | 16. Bölüm @trt2
17:13
Kariye Camii | Restorasyon 101 | 9. Bölüm @trt2
20:11
Гениальное изобретение из обычного стаканчика!
00:31
Лютая физика | Олимпиадная физика
Рет қаралды 4,8 МЛН
Cat mode and a glass of water #family #humor #fun
00:22
Kotiki_Z
Рет қаралды 42 МЛН
TİYATRONUN KÖKENİ: DİONYSOS KÜLTÜ VE RİTÜELLER - Teatro 02
7:52
Tebeşir Dairesi
Рет қаралды 12 М.
Anlatı |  "Kuzgun"| 14. Bölüm @trt2
12:59
TRT 2
Рет қаралды 348
Anlatı | "Terziler Geldiler” | 18. Bölüm @trt2
10:11