Allah razı olsun boyle nasıhatlerlede bulundugunuz ıcın
@ahmetcakmak51013 жыл бұрын
LAİLAHEİLLALLAH
@siyahbeyazsevdasi4 жыл бұрын
ANNECİĞİMİN İMANINI ÇALMAYA GELEN ŞEYTAN. - İkinci bölüm - 26 Aralık 2014 Cuma günü. İkindi vakti… Anneciğimin yatağının ucuna ilişmiş, onu üzüntü içerisinde seyrediyorum. Derin bir uykuda, sessiz sedasız yatıyor. Babam ise hemen yan koltukta, bitkin vaziyette duada. Anneciğim birden gözlerini açtı. Bakışlarını çok uzaklarda bir yere dikmişti ve güzel bir şeyleri seyrediyor gibiydi. Bakışlarından seyrettiği şeyin kendisine doğru yaklaştığını anlıyordum. Yüzüne yayılan gülümsemede huzurlu bir ifade vardı. “Baba, anneme bir şeyler oluyor.” diye çığlığı bastım ancak kendimi çabucak toparlayıp, hemen yanı başımda duran zemzemle ağzını ıslattım, yüzüne gözüne sürdüm. Bu dünyadaki rızkının fani âlemin en kıymetli nimeti olan zemzem olmasını istemiştim çünkü. Yüksek sesle ara vermeden “Lâ ilâhe illalah, Muhammeden Resulullah” demeye başladım. Nefes alışları sıklaşmıştı. Anında boncuk boncuk beliren ecel terlerini iki defa sildim. Bu arada çok ilginç, ibretlik bir olay gerçekleşti. Ben anneciğim son nefesinde imanla gitmesi için çabalarken, hemen omuz hizamdan babamın sesiyle, bir karaltı, ısrarlı bir şekilde bana “Anneni rahatsız etme, onun ölmesine daha çok var, şimdi seni duyarsa ben ölecekmişim diye üzülür, rahat bırak onu, uyusun. Git içeri, ben başında beklerim.” gibi sözlerle beni telkinden vazgeçirmeye çalışıyordu. Nasıl ısrar ediyordu, anlatamam. Babam zannettiğim bu karaltıyı savuşturmak adına elimle itelemek suretiyle, onun arkamda kalmasını sağlayarak uzaklaştırmak istiyordum. Karaltı bir sağ omzuma, bir sol omzuma geliyordu. Kendisine cevap vermeden ve telkinimi bozmadan kelime-i şehadet çekmeye devam ettim. “Hadi sen de söyle anneciğim, Allah de, Muhammed de.” diyordum ısrarla. Sesimi daha da yükseltmiş, âdeta bağırıyordum artık. O gayretle ben de ter içinde kalmıştım. Can teslim derdinde olmasına rağmen anneciğimin dilini oynattığını gördüm. Gözleriyle de dediklerimi söylediğini işaret etti. O zaman beni duyduğunu ve kelime-i şahadet çektiğini anladım. Nihayet saat 18:45 de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Doyasıya defalarca öptüm anneciğimi. Hafif aralık kalan göz kapaklarını kapattım. Babamla birlikte, incitmeden üstündeki giysileri çıkarıp beyaz bir çarşafa sardık. Hacdan getirdiğim beyaz bir eşarpla çenesini, sargı beziyle de ayak parmaklarını bağladık. Babam çarşafı annemin yüzüne çekerken, “Yüzünü örttüğüm için kusura bakma karıcığım” dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Babama “Neden bana şehadet sırasında söylememem için ısrar ettin” dedim. “Sen şehadet çekerken ben yukarı kattaki banyoya abdest almak için çıkmıştım. Sesini duyuyordum, acele ile yanınıza gelmek için aşağıya indim. Son nefesini verdiği anda ulaştım.” dedi. Peki, bana böyle bir ısrarda bulundun mu?” diye sordum tekrar. “Hayır, katiyen ben böyle bir şey söylemedim, geldiğimde canını teslim etti zaten. Hiç böyle bir şey yapar mıyım evladım?” dedi. Oğlum da babamın söylediklerini doğruladı. Babam aşağıya inerken oğlum da hemen arkasındaymış.Çok şaşırmıştım. Demek ki, babamın sesiyle, benden telkini kesmemi isteyen, son nefeslerinde, en zayıf oldukları anda müminlerin imanını çalmaya çalışan kişi lanetli şeytandı. Hamdolsun ki bu defa başaramamıştı. Esmerdi annem ama bu son dakikalarında yüzüne nur çökmüştü ve beyaz tenli biri olmuştu. Sağlığında çok üşüyen biri olduğu için Cenaze Müdürlüğü’nün “Morga kaldıralım.” teklifine yanaşmadım. Ertesi gün evimizde toplanan aile efradının da tespit ettiği gibi, vücudu hiç soğumamış ve katılaşmamıştı. Yaşamındaki gibi sıcak ve yumuşacıktı. En ufak bir kötü koku yayılmamıştı bedeninden.Dolayısıyla hayretler içerisinde müşahede ettiğimiz bu hâlini iyiye yorduk. Cenaze işlemleri sırasında her şey o kadar yolunda ve kolay gitti ki… Hiçbir zorluk çekmedik, sanki her şey ayağımıza geldi. Hacca gitmeyi çok istemiş ama gidememişti anneciğim. Bu üzüntüsünü sık sık dile getirirdi. Annemin vefatını duyan bir arkadaşım Fatih Cami'sinin avlusuna gelerek elime bir torba uzattı. “Bunun içinde Arafat toprağı var. Hacdan döndüğümden beri bir yıldır, bir Müslüman’ın kabrine konulmak üzere vermek istiyordum ancak bir türlü kısmet olmamıştı. Annenin vefatını duyduğumdan beri içime bir sıkıntı düştü. Aklıma sürekli bu toprak geliyor, ille de getirip teslim etme isteği doğuyordu içime. Demek ki annene nasipmiş. Kabrine serpersiniz.” dedi. Ben de toprağı cenaze namazını kıldıran ve defin işlemini yapacak olan hocaya teslim ettim. Hocamız “Bazı cenazelerde dilimi oynatamayacak gibi olurum, üzerime ağırlık, içime sıkıntı çöker, o zaman mevtanın iyi durumda olmadığını anlarım, annenizde tam aksi bir durum yaşıyorum, çok güzel bir şekilde karşılanacak inşallah. Ne mutlu ona.” sözleriyle içimizi rahatlatmıştı ayrıca. Annem, vasiyet olarak babama “Öldüğümde beni İstanbul’a gömün” diyormuş. İstanbul Fatih’te doğmuş, büyümüştü ve Fatih’i çok severdi. Gözlerini burada açmıştı ve burada yumdu. Helalleşerek ve kelime-i şehadetle ruhunu teslim etmek isterdi. O istediği de oldu. Anneciğim ömrünü eşini, çocuklarını ve çevresindekileri mutlu etmek için çabalayarak, bin bir zorlukla ve fedakârlıkla geçirdi. Bildiğimiz çilekeş annelerdendi. Kendinden evvel sevdiklerini düşünen, lokmasından vazgeçen, uykusundan feragat eden, çalışan, çabalayan iyi bir insandı. Allah sevgisi ve korkusu taşıyan, ibadetlerini aksatmayan, haramdan kaçan, yalan söylemeyen, günahtan uzak duran, haksızlığı sevmeyen iyi bir kuldu. Babacığım hanımının ardından bir buçuk yıl kadar yaşadı ve onu da kaybettik. Annemin vefatından sonraki Ramazan ayında babam, “Bu benim fitrem, bu da annenin fitresi. Bu da zekâtımız. Uygun gördüğüne verirsin.” diyerek para uzatmıştı elime. “Babacığım, yanlış anlama ama anneme zekât ve fitre düşmüyor.” deyince hiddetlendi birden. “Sen anneni benim için öldü mü sanıyorsun kızım? Biz her gece günlük hayatımızı yaşamaya devam ediyoruz.” dedi gözyaşlarıyla. Gerçekten de vefatına kadar her gece annemi rüyasında görmeye, onunla hasret gidermeye devam etmişti. Böyle büyük bir aşktı onlarınki. Allah her ikisine de gani gani rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar. Kabirleri cennet bahçelerinden bir bahçe, cennetleri de sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v.) komşu olsun. Amin. Mücella Pakdemir
@@Ida10e Allah razı olsun kardeşim. Çok teşekkür ederim. Amin.
@nuraysaripapatyam2 жыл бұрын
LAİLAHEİLLAALLAH EMEĞİNİZE DİLİNİZE SAĞLIK ,🌼🤲
2 жыл бұрын
Allah razı olsun sağolun teşekkür ederim efendim
@eminetuncer64134 жыл бұрын
Rabb'bim kendine kul Efendimize ümmet olmayı nasip etsin inşallah aminnn ecmainn
@siyahbeyazsevdasi4 жыл бұрын
ANNECİĞİMİN İMANINI ÇALMAYA GELEN ŞEYTAN. - Birinci bölüm - Canım anneciğim bir yıl kadar önce iştahtan kesilmişti. Çeşitli defalar hastanelerde check-up yapıldı. Doktorlar gayet sağlıklı olduğunu söyleyip, durumunu yaşlılığına yorumlayarak geri yolluyorlardı bizi. Annemin ağrısı, sancısı yoktu, sadece giderek artan bir bitkinliği vardı. "Bu 80 yaş bana ağır geldi." diyordu. İşten güçten elini ayağını çekmişti. Gündelik hayatlarını babacığım idare ediyordu. Benim de bir ayağım anne - babamın yaşadıkları Marmaris'te idi. Arada doktora göstermeye devam ediyorduk. Vefatından üç ay önce, iştahsızlığının ve bitkinliğinin nedenini araştırmak için tekrar hastaneye götürdüğümüzde bağırsaklarından şüphelendiler ve kolonoskopi istediler. Muğla Devlet hastanesinde yapılan tarama net çıkmayınca İstanbul'a getirip tekrar kolonoskopi yaptırdık. Bu defa bağırsaklarında bir tümöre rastlandı. Kanser teşhisi konuldu. İştahı iyice kesildiğinden dolayı özel sıvı gıda ile beslenmeye başladı. Ancak beslenmeyi reddediyor, su dahi içmek istemiyordu. Yeniden İstanbul Samatya Hastanesi’ne götürdük. Hastanede iki haftadan fazla damardan beslendi. Doktoru "Tıbbın yapabileceği bir şey kalmadı. Hastamız çok zayıf. Ameliyat edecek olursak masada kalır. İsterseniz hastanede ömrünü tamamlasın, isterseniz alıp evinize götürün." demişti. İlaçla tedaviden de olumlu bir şey beklemememiz, kendimizi acı sonuca hazırlamamız gerektiğini yüzümüze açık açık söylemişti. Evimize getirmeyi tercih ettik. Hastalığın şiddetinden ötürü gerçekten de bir deri bir kemik kalmıştı anneciğim. Sıvı gıda ile beslemeye çalışıyorduk ama o su bile içmekte zorlanıyordu. Annemin çok yakında öleceğini bile bile onunla geçirdiğimiz son günler tam bir kâbustu. Çaresizliği dibine kadar yaşadık. Zaman zaman babamla sarılıp ağlaştık, bazen o beni teselli etti, bazen ben onu. Hasta ziyaretine gelenlerle, telefonla arayanlarla ve aile bireyleri olarak hepimizle helâlleşti. Beş yaşından itibaren namazlarını aksatmayan, hasta olsa dahi orucunu bırakmayan biriydi anneciğim. Artık yataktan kalkamaz hale geldiğinde aklı namazdaydı ve teyemmümle kıldığı namazları için de “İyileşince kaza edeceğim inşallah.” diyordu. Hastalığından dolayı şuuru tam olarak yerinde olmadığı son zamanlarında, bizim seslenmelerimizi duymadığı hâlde, hayret ki ezan sesini duyuyor ve hemen abdest alma hareketleri yapıyor ve kendi dünyasında namaz kılıyordu. Başını ve vücudunu oynatma şeklinden ve mırıldandığı namaz surelerinden bunu anlıyorduk. Vefatına kadar namaz vakti olsun olmasın o sürekli namaz kılmaya devam etti kendi âleminde. Yemek yedirme çabalarımızda, temizlik esnasında veya muayene edildiğinde “Namaz kılarken rahatsız edilir mi bir insan, selâm vermemi bekleseydiniz ya!” gibi sitemler ediyordu. Bilincini tamamen yitirinceye kadarki süreçte, başucuna oturup, anneciğime sık sık amentü, kelime-i tevhid, kelime-i şahadet ve başta Fatiha suresi olmak üzere çeşitli sureleri ve ayetleri tekrar ettirdim. Son günlerinde sürekli uyku hâlinde idi. Babacığımla nöbetleşe başında bekliyorduk, Kur'an okuyor, duamızı eksik etmiyorduk. Vefat edeceği günden bir gün evvel, anneciğimin vücut temizliğini yapmış, çarşaflarını ve kıyafetlerini değiştirmiştim. Babacığımı da kefen ve yeni çarşaf alması için yakınımızda bulunan bir mağazaya göndermiştim. Babam mağazadan içeri girmiş ancak ağlamaktan konuşamamış. Bir iskemleye oturtmuş, su ikram ederek sakinleşmesini beklemişler. Derdini anlayınca da babacığımdan uzak bir köşede kefeni ve çarşafı paketleyip, para dahi talep etmeden babamı teselli ederek evimize göndermişler. Annemle babamın aşkları dillere destan olacak bir aşktı. Görücü usulü evliliklerinin ilk günlerinde babam anneme hangi çiçeği sevdiğini sormuş, annem karanfili sevdiğini söyleyince de babam bir saksıya karanfil ekmiş. Yeni sürgün veren dallarını çoğaltarak son yıllarına kadar o karanfili yaşatmayı başarmıştı. O saksıya el sürmemiz, su vermemiz, hatta koklamamız bile biz çocuklarına yasaktı. O çiçek sadece anneme özeldi çünkü. Çiçek açma mevsimi geldiğinde ilk karanfili keser annemin saçlarına takar, kendi elleriyle kahve yapıp annemle karşılıklı içerek, birbirlerine iltifat ederlerdi. Bu ve buna benzer güzelliklerle dolu 65 yıllık saygı ve sevgiye dayalı evlilikleri, etle kemik gibi kaynaştırmıştı ikisini de. Evde dahi el ele tutuşup otururlar, birbirlerine daima güzel sözlerle hitap ederlerdi. Muhabbetleri hiç bitmezdi. Her gece yatmadan evvel mutlaka karşılıklı helallik isterlerdi. Böylesi kıymetli bir hayat arkadaşına veda edecek olmasının babama ne kadar ağır geldiğini anlamak zor olmasa gerek. Mücella Pakdemir Devamı var...
@selmadonmez34664 жыл бұрын
Ne mutlu oyle bir anne babayla ve sevgiyle büyümüşsün annene de rabbim cenettinde cemalulahinı gormeyi nssip etsin çok guzel bir ornek aile herkese nasil oldun insallah allah her mümine kurtuluş ta olmayı nasip etsin 😭🤲