Рет қаралды 92,617
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi:
*Dünyanın onulmaz gibi görünen dertleri, çözülmez gibi görünen problemleri ancak kıvam sayesinde halledilebilir. Üst üste müterakim hale gelmiş şahsî, ailevî, içtimaî ve uluslararası problemlerin çözülmesi kıvam ister. Enbiyâ-ı izam, insanlarda o kıvamı meydana getirmek ve o kıvamı ortaya koymak için adeta çırpınıp durmuşlardır.
*Ashab-ı Kiram’da dine adanmışlık ve ahiret hedefli yaşama ruh hali vardı. Kur’an nurları ve Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in insibağı onları en kötü şartlara dahi hazır hale getirmişti. Defalarca imtihandan geçeceklerine, zaman zaman düşmanla yaka paça olacaklarına, maldan ve candan fedakârlık gerektiren hadiselerle karşı karşıya kalacaklarına ve bütün tehlikelere/tehditlere mukabil dimdik durarak sonraki nesillere de hüsn-ü misal teşkil etmekle vazifeli bulunduklarına gönülden inanmışlardı. Evet, Allah’ın ve Rasûlü’nün verdiği haberler iliklerine ve nöronlarına öyle işlemişti ki, onlara kendi varlıklarına inanmanın ötesinde inanıyorlardı.
*Onlar arasında sürekli Kur’an-ı Kerim ayetleri nazil oluyordu. O muhitin kuvve-i inbatiyesini ve o Kamer-i Münir’in nurlarını yanlarına alarak, O’nun etrafında bir hâle haline gelen o insanlar sürekli vahyin sağanağıyla arınıyorlardı. Vahiy, onlara sadece mükellefiyetlerini anlatmıyordu; aralarındaki muhaverelere işaret ediyor, yapmaları gerekli olan şeyleri bildiriyor, bazı yanlışların tashihini yapıyor ve bir kısım pozitif şeyleri de takdirle anıyordu. Böylece, onlar kendilerini hep o vahiy sağanağı altında hissediyor; ayetleri kendileriyle çok alakalı olarak duyuyorlardı. Bu konuda “esbâb-ı nüzul” meselesini düşünmek ufuk açıcı olacaktır.
O, “Yürüyün Sasaniler’in üzerine” dediği zaman, sadece otuz kişi olsalardı bile yürürlerdi.
,*Kıvamdır esas olan. Kıvamında insanların çözemeyeceği mesele yoktur. O kıvama ulaşılacağı âna kadar kapılar açılmayacak, problemler hallolmayacaktır. Henüz o kıvamı yakalayamadıkları dönemde “Ya Mûsâ! O zorbalar orada oldukları müddetçe biz asla giremeyiz. Haydi sen Rabbinle git, ikiniz onlarla savaşın, biz işte burada oturuyoruz.” (Mâide, 5/24) diyen İsrailoğulları’nın arzuladıkları o mukaddes beldeye girememeleri, tam kırk sene çölde, orada burada şaşkın şaşkın dolaşıp durmaları da bu hakikati nazara vermektedir.
*Bazı kimselerin demagoji, diyalektik, yalan, tezvir ve iftirayla, mantığı felç olmuş sürüleri arkalarından sürüklemeleri marifet değildir. Avrupa’da sosyal ihtilaller tarihinde çok defa böyle yığınlar, bir kısım bedbaht ve densizlerin arkasından sürüklenip gitmiş fakat kendilerini kahretmişlerdir.
*“Cami-i Emevî’de namaz kılacağım; falanlara şunu bunu yapacağım!” Bunlar kıvama vabeste şeylerdir. Nitekim Hazreti Musa gibi ulu’l-azm bir peygamberin arkasındaki insanlar o kıvamı elde edemedikleri dönemde kırk sene Tîh’te seyr ilallah, seyr maallah, seyr fillah, seyr anillah yolunda seyr-i sülûk yapıyor gibi seyrlerini tamamladılar. Ondan sonra da geldiler, yürüdüler, seyyidina Hazreti Yûşa b. Nun’un içinde bulunduğu cemaatle Mescid-i Aksa’dan içeriye girdiler. Kıvama erdikten sonra Allah kapıları ardına kadar açtı. Evet, yalanla dolanla, demagojiyle, büyük iddialarla o korkunç problemler çözülmez, onlar kıvamla çözülür.
*Olması gereken kıvamın esası, İslam’ın üç önemli hakikatine irca edilebilir. 1. Kalbî ve ruhî hayat ufku 2. Tekvinî emirlerin mütalaası, tedrisi, tezekkürü, tedebbürü, teemmülü. 3. Ulûm-u diniye-i İslamiye.
*Oysaki Hazreti Üstad şöyle diyor, “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” Hepimiz talebeyiz; talebenin himmeti ancak o iki cenah ile pervaz eder. İftirak ettikleri zaman birinden taassup doğar; ikincisinden de belki gevşeklik, belki şüphe, belki tereddüt, belki oynaklık, belki septizm, belki sofizm doğar.
*Bunların bütününe vukuf olmayınca, Kitap da bilinmez, Sünnet de bilinmez. Bu bilinmezlerle bir yere gidilmez. Bu bilinmezlerin rehberliğinde bir yere gidilmez. Bu bilmezlerin rehberliğinde mesafe alınamaz. Bunlar Kitap adına, Sünnet adına sadece sizi aldatmış olurlar. Siyasî Müslümanlık denen şey, bu mevzuda öyle bir tuz-biber oldu ki, İslam’ın ruhunu öldürdü, Kitab’ı öldürdü, Sünnet’i öldürdü, Usûlu’d-Din’i öldürdü; sadece meseleyi lafa, lafazanlığa, demagojiye ve diyalektiğe bağladı.