"Diaspora Romanı 1. Bölüm: Gökyüzüyle Başlayan Yolculuk Gökyüzü karanlıktı. Havaalanı ışıkları, yıldızsız bir geceyi aydınlatıyordu. Etimesgut’un beton pistinden yükselen uçak, modern dünyanın icat ettiği bu uçan araç, beni ve beni beklemekte olan Süheyla’yı bambaşka bir hayata taşıyacaktı. Bir yanda geçmişin gölgeleri, diğer yanda geleceğin belirsiz ışıkları arasında bir sarkaçtaydım. Bu yolculuk, bir uçak biletiyle sınırlı değildi. Kendi iç dünyamda da bir yolculuğa çıkıyordum. Uçağın camından baktığımda altımızda ışıklarla süslenmiş Balkan şehirleri belirdi. Yeryüzünün kendine has düzeni, yukarıdan bambaşka görünüyordu. Dağlar, ovalar ve şehirler; insan elinin işlediği izlerle doğanın eşsiz uyumunu sergiliyordu. Sanki Süheyla yanımda sessizce oturuyordu. İçinde bulunduğumuz sessizlik, konuşulmayanların yükünü taşıyordu. Aklımda "Sara Nur" vardı; gözlerimle hiç görmediğim, ama varlığını her hücremde hissettiğim kızımız. "İlk kez uçuyorum," dedim alçak bir sesle. Sanki yanımda olan Süheyla başını salladı, yüzünde hem bir heyecan hem de bir kaygı gölgesi belirdi. Onun mu, benim mi? Ellerimizi birleştirdiğimi hayal ettim. Bir yanda ayrıldığım toprakların sıcaklığı, diğer yanda varacağımız diyara duyduğum müphem korku vardı. 2. Bölüm: Düsseldorf’un Işıkları 6 Ocak sabahı, uçak Düsseldorf Havaalanı’na inişe geçtiğinde, Almanya’nın soğuk kış havası bizi karşıladı. Kuzey Rhen’in başkenti olan bu şehir, adeta farklı bir dünya gibi görünüyordu. Her şey düzenli, her şey sanki bir makinenin parçasıydı. Gökyüzü griydi, ama yere indiğimiz o gri bulutların ardında bir ışık arıyordum: Kızım Sara Nur’un gözlerini. Pasaport kontrolünden geçerken, yanımda hayallediğim Süheyla ile aramızda konuşmasız bir iletişim vardı. Uzun bir süredir bu anı beklemiştim. Bavullarımızı alırken karşılayanlar, “Kemal, bu kavuşma bizim kaderimizi değiştirecek,” dediğini hissediyordum karşılamadıki eşimin sesini. Sesi hem umut hem de hafif bir hüzün taşıyordu. Sara Nur’u ilk kez görüyordum. Sara Nur, annesinin kucağında bana bakıyordu. O an, dünya durdu. Minik elleri, koyu kahverengi gözleriyle bana baktığında içimde bir sıcaklık yükseldi. “İşte bu,” dedim kendi kendime, “hayatın anlamı bu.” Ellerimi ona uzattım. Gülümseyerek elini avucuma koydu. “Gözümün nuru,” diye mırıldandım. Süheyla, bir köşede sessizce izliyordu. Bu, bir babanın ve kızının ilk kez buluştuğu andı. Doğduğunda yanında olamamıştım. Bu, içimde derin bir boşluk bırakmıştı. Ama şimdi, o boşluğu dolduracak bir an yaklaşıyordu. Havaalanının kapısından çıktığımızda karşılandık. Birlikte küçük bir taksiyle yola koyulduk. 3. Bölüm: İlk Kavuşma Düsseldorf’ta bir yakınımızın evinde kahvaltıdan sonra, Dortmund’a vardığımızda, küçük bir ev bizi bekliyordu. İçeri girdiğimde, kızımdan kalan izler beni karşıladı: minik bir yatak, oyuncaklar ve bir çift bebek çorabı. Ellerimle dokunamadığım anların yükü, şimdi gözyaşlarıyla kendini gösteriyordu. Hayır böyle bir evde bir anı biriktirmemiştik henüz, birlikte yaşamımız yeni başlayacaktı. Kapıyı açıp girdik evimize. 4. Bölüm: Göç Hikayesinin Başlangıcı Almanya’da geçen her gün, bizi yeni bir hayatın parçalarına dönüştürüyordu. 1990’lar Avrupa’sı, yeni binyılın eşiğinde kendini sorgularken, biz de küçük bir diaspora ailesi olarak kendi kimliğimizi keşfediyorduk. Almanca kurslarına gitmek, farklı kültürlerle tanışmak ve Sara Nur’a yeni bir dünya sunmak için çabalıyorduk. Ramazan geldiğinde, bu kutsal ayı yabancı bir ülkede ilk kez karşılamanın zorluklarını yaşadık. Ama her zorluk, bizi daha da güçlendiriyordu. Sara Nur’un ilk adımları, ilk gülüşü, ilk kelimeleri bizim için yeni bir hayatın başlangıcını müjdeliyordu.