Рет қаралды 39,229
وَلَئِنْ أَذَقْنَا الإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ
إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ ﴿٩﴾
“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.” (Hud 9)
وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاء بَعْدَ ضَرَّاء مَسَّتْهُ
لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ ﴿١٠﴾
“Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.” (Hud 10)
إِلاَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ
أُوْلَئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ ﴿١١﴾
“Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir.
İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hud 11)
İzake Na’ma ve Derra Kelimelerinin İzahı
Gerek izake ve gerek zevk kelimeleri, tadılan şeyin en azını (azıcık tadmayı) ifade ederler. Buna göre, maksad, "O insan, azıcık dünyevi bir hayır elde edip tattığında, hemen inada ve tuğyana girer, yine azıcık bir sıkıntı ve belaya uğrayınca da hemen ümidsizliğe. çaresizliğe ve nankörlüğe düşer" manasıdır. Halbuki dünya zaten az ve değersizdir. Dünyadan bir insanın elde edeceği şey de (ne kadar çok olsa da aslında) azdır. O miktarı tadmak, azıcık bir hayırdır. Sonra o. uyuyanların rüyasına, vesveseli insanların hayaline benzer ve son derece hızla yok olur. O halde tadılan bu şey, azın azıdır. Bununla beraber insanın onu taşımaya gücü yoktur ve onun yanısıra, insanın o azıcık şeyi en güzel bir şekilde yerine getirmeye de sabrı yoktur. Na'mâ kelimesine gelince, Vahidî şöyle der: "Bu, sahibinde izleri görünen nimettir. Darrâ kelimesi de, sahibinde eseri, tesiri görünen zarar manasınadır. Çünkü bunlar, ve (kırmızı ve şaşt) kelimeleri gibi, görünen halteri ifâde etmek için kullanılırlar. İşte, "nimet" ile "na'mâ", "mazarrat" ile "darrâ" arasındaki mana farkı budur."
Üçüncü Mesele
Bil ki dünyanın halleri devamlı değildir. Aksine hep değişken ve sonlu şeylerdir. Fakat buradaki kaide ya nimetin mihnete ve lezzetin afete dönüşmesi, yahut da bunun aksi olmasıdır. Bu da, hoşlanılmayan şeyden, sevilip hoşlanılana; haramlardan hoş ve.helal olan şeylere geçmektir.
Mümin ve Kâfirin Nimetlere Bakışları
Birinci kısım: Hak Teâlâ'nın "insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp da sonra bunu kendisinden çekip ahversek, andolsun o ümidini kesen bir adam, bir nankör olur" buyruğu ile kastedilendir. Velhasıl Allah Teâlâ, bu insanın, ümidini keseceğini ve nankör olacağını bildirmiştir. Bunu şöyie izah edebiliriz: O insan, nimetleri yok olunca ümidsizliğe düşer. Çünkü kâfir, o nimetin kendisine gelişinin tesadüfen olduğuna inanır. Daha sonra o tesadüfün yeniden kendisi için hasıl olma ihtimalini uzak görür ve bu sebebie de o nimetin tekrar kendisine gelmesini adetâ imkânsız sayar. Böylece de ümidsizliğe düşer. Müslüman ise, o nimetin ancak Allah'dan olduğuna, O'nun fazlı, ihsanı, lûtfu ve keremi ile gerçekleştiğine inanır. Dolayısıyla o müslüman için, bir ümidsizlik söz konusu olmaz Aksine o, "Belki de Allah Teâlâ bundan sonra, o nimeti bana, öncekinden daha mükemmel, güzel ve daha üstün otarak tekrar verir" der. Fakat o kâfir insan, bu nimetin tahakkuk etmesi halinde, nankör olur. Çünkü oT kendisine nimet verildiğinde bunun tesadüfi olarak meydana geldiğine veyahut da, kendi çaba ve gayretiyle olduğuna inantr. İşte bu durumda da, o nimete karşılık Allah'a şükretmez. Velhasıl kâfir, elindeki nimet zail olunca ümidsizliğe düşer, kendisine nimet verilince de nankör olur.
İkinci kısım da, insanın sevmediği şeyden, sevdiğine; sıkıntıdan nimete geçmesidir. Kâfir bu durumda şımarır ve böbürlenir. Şımarıklığın doruk noktasına gelen kâfirin en son arzusu, dünyevi mutlulukları elde etmesidir. Çünkü o, manevi ve uhrevi mutluluklara inanmamaktadır. Binâenaleyh o, dünyalığı elde ettiğinde, sanki bütün mutlulukları elde ettiğini sanır. İşte bu sebebie de, onlar yüzünden alabildiğine şımanr. Kâfir insanın böbürlenmesine gelince, bu şöyle oiur: Gayelerini elde etmesi, mutluluklarının sonudur. İşte bu sebebie o, bunlarla böbürlenir. Velhasıl Allah Teâlâ, kâfirin belâ esnasında sabreden ve nimetleri elde edince şükreden kimselerden olmadığını beyan buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, bu hususu iyice izah edince, "(Dertlere) göğüs gerip de güzel güze! amelde bulunanlar böyle değil'' buyurmuştur ki, bu cümle ile, önceki ifâdede anlatılanların zıddı kastedilmiştir. O halde burada kastedilen o kimsenin belâ esnasında sabredicilerden olmasıdır. Ayetteki, ""Güzel güzel amelde bulunanlar" sözü ile kastedilen de, bu kimsenin rahatlık ve huzur esnasında şükredenlerden olmasıdır.
Web / keremonder.com
Facebook / / kereminden
Twitter / / keremonder1
Instagram / / kerem_onder
SoundCloud / / keremonder
İngilizce Altyazı Kanalı / / @keremonderenglish
Almanca Altyazı Kanalı / / kerem Önder deutsch