Рет қаралды 21,130
#murakabe #murakabegünleri #murâkabe #murakabe_ #murakâbe
MURAKABE NEDİR ? MUHAMMED ESAD ERBİLİ 17. MEKTUB
Murâkabe Nedir? Murâkabe Nasıl Yapılır?
Murâkabe; iç âlemi kontrol etmek, gözetlemek, dikkati belli bir noktaya toplamak gibi mânâlara gelir.
Tasavvufta “kalbi, ona zarar veren şeylerden korumak, «Allah her an beni görüyor, kalbime nazar ediyor.» idrâki içinde olmak” veya “feyz beklemek” şeklinde târif edilmiştir. Yani murâkabe, insanın iç âlemine yönelerek kendi hâlini dâimâ muhâsebe ve tefekkür etmesidir. Böylece her an uyanık bir kalp ile Rabb’e ilticâ hâlet-i rûhiyesini kazanabilmektir.
HAKK'A ULAŞTIRAN EN KISA YOL
Gönül âlemi de, tıpkı zâhirî âlemler gibi uçsuz bucaksız bir tefekkür sahasıdır. Mevlânâ Hazretleri’nin şu kıssası, murâkabenin, yani iç âlem üzerinde tefekkürün ehemmiyetini ne güzel ifâde eder:
“Bir sûfî, neşelenip tefekküre dalmak için müzeyyen bir bahçeye gider. Bahçenin rengârenk tezyinâtı karşısında mest olur. Gözlerini kapayarak murâkabe ve tefekküre dalar. Orada bulunan gâfil bir kişi, sûfîyi uyur zanneder. Onun bu hâline hayret eder, canı sıkılır. Sûfîye:
«-Ne uyuyorsun? Gözünü aç da üzüm çubuklarını, çiçek açmış ağaçları, yeşermiş çimenleri seyret! Allâh’ın rahmet eserlerine nazar et!» der.
Sûfî de ona şöyle cevap verir:
«-Ey gâfil! Şunu iyi bil ki, rahmet-i ilâhiyyenin en büyük eseri gönüldür. Onun dışındakiler bu büyük eserin gölgesi mesâbesindedir. Ağaçlar arasında bir dere akıp gider. Onun berrak suyunda iki tarafın ağaçlarının akislerini görürsün... Su içine aksedip görülenler, hayâlî bir bağ-bahçedir. Asıl bağ ve bahçeler, gönüldedir. Çünkü gönül, nazargâh-ı ilâhîdir. Onların zarîf ve latîf akisleri, su ve çamurdan olan dünya âlemindedir. Eğer bu âlemdekiler, gönül âlemindeki o neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenâb-ı Hak bu hayâl âlemine aldanış mekânı demezdi. Âl-i İmrân Sûresi’nin 185. âyet-i kerîmesinde:
«...(Bu) dünya hayâtı, aldanma metâından başka bir şey değildir.» buyrulur.
Gâfil olanlar ve dünyayı cennet zannederek «Cennet budur!» diyenler, bu derenin görüntüsüne kananlardır. Asıl bağ ve bahçelerden, yani evliyâullah’tan uzakta kalanlar, o hayâle meylederek aldanırlar. Bir gün bu gaflet uykusu nihâyete erer. Gözler açılır, hakîkat görülür. Fakat son nefeste o manzaranın ne faydası olur? Ne mutlu o kimseye ki, ölmeden evvel ölmüş, onun rûhu, bu bağın hakîkatinden koku almıştır...”
İhsan ve Murakabe ile İlgili Örnekler
Zikrullah ve Murakabe
Zikrullah ve Murakabe
Murakabe Ne Demek?
Murakabe Ne Demek?
İhsan ve Murakabe Haline Ulaşmanın Merhaleleri
İhsan ve Murakabe Haline Ulaşmanın Merhaleleri
İhsan ve Murakabe Haline Ulaşmanın Yolu
İhsan ve Murakabe Haline Ulaşmanın Yolu
İhsan ve Murâkabe Şuuru
İhsan ve Murâkabe Şuuru
Allah’ın murakabesi
Hazret-i Ömer, hilâfeti devrinde Hazret-i Muâz’ı Kilâboğulları aşiretine göndermişti. Devlet hazinesinden gereken paraları ödeyecek, verilmesi gereken malları verecek, zenginlerden alınan zekâtları fakirlere ve muhtaçlara dağıtacaktı.
Muâz -radıyallâhu anh-, üzerine aldığı bu vazîfeyi îtinâ ile îfâ ediyor, gönüller fethederek tatlı hatıralarla geri dönüyordu. Geri döndüğünde, dünyâ malı olarak sâdece omuzuna attığı atkısı kalıyordu. Bu atkı zaten, giderken de var olan bir atkıydı. Bir defâsında hanımı dayanamayıp sordu:
“-Böyle bir vazîfe üstlenenler, belli bir ücret alırlar, evlerine de hediye getirirler. Senin hediyelerin nerede?”
Muâz radıyallâhu anh cevap verdi:
“-Benimle birlikte yanımdan hiç ayrılmayan bir murâkıp vardı. Her aldığımı, verdiğimi hesap ediyordu.”
Hanımı kızdı:
“-Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem her şeyde sana güvenirdi. Ebûbekir de öyle. Ömer geldi; seninle birlikte murâkıp mı gönderiyor? Her yaptığını tâkip mi ettiriyor?” dedi.
Söz, Hazret-i Ömer’in hanımına, ondan da Hazret-i Ömer’e ulaştı. Hazret-i Ömer, Muâz -radıyallâhu anh-’ı çağırıp sitemle sordu:
“-Ben senin ardından böyle bir murâkıp göndermediğim hâlde, duyduklarım nedir yâ Muâz? Benim sana îtimâdım yok mu zannediyorsun?”
Hazret-i Muâz’ın cevâbı pek mânidardı:
“-Ey Mü’minlerin Emîri! Hanımıma özür olarak öne sürebilecek ancak bunu bulabildim. Hem murâkıp dediğim, sizin murâkıbınız değil, Allâh’ın murâkabesi idi. Bu sebeple yaptığım hizmetin ecri zâyi olmasın diye câiz bile olsa nefsim için hiçbir şey alamam…”
Hazret-i Ömer, onun bu sözlerle neyi kastettiğini anlamıştı. Zîrâ Muâz radıyallâhu anh nefsine ve dünyâya âit her şeyden müstağnî idi. Halîfe, onu taltîf ederek kendinden bir miktar hediye verdi ve:
“-Git bununla âilenin gönlünü al!” dedi.
Ey kulum! Ben her an seninleydim, sen kiminleydin?
İhsân ve murâkabe hâlini veciz bir şekilde anlatan güzel bir misal de şudur:
Bir vâiz kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. Vâiz, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suâllerden bahisle:
“-İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nerede harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak!