Рет қаралды 23,014
1) I suppose = I think
(SANIRIM)
suppose tek başına kullanıldığında düzenli bir fiildir.
Örnekler:
I suppose it will rain tomorrow. (Sanırım yarın yağmur yağacak.)
I don’t suppose it will rain tomorrow. (Yarın yağmur yağacağını sanmıyorum.)
I don’t suppose you could lend me £50, could you? (Bana 50-pound ödünç verebileceğini sanmıyorum, verebilir miydin?)
I don’t suppose Tom will come to the party. (Tom’un partiye geleceğini sanmıyorum.)
I suppose you should study today. (Sanırım bugün ders çalışsan iyi olur.)
I suppose this film is very interesting. (Sanırım bu film çok ilginç.)
A: ‘’Do you suppose he will be here on time?’’ (Onun tam zamanında burada olacağını sanıyor musun?)
B: ‘’I suppose so.’’ (Evet, sanıyorum.)
A: ‘’I don’t suppose so.’’ (Ben sanmıyorum.)
I supposed you were a doctor. Sorry. (Doktor olduğunuzu sandım. Pardon.)
I supposed she was English. (Onun İngiliz olduğunu zannettim.)
I suppose she has got a lot of problems. (Sanırım onun çok problemi/sorunu var.)
2) be supposed to + V1 yapısı cümleye ‘’…mesi gerekir, …mesi beklenir’’ anlamı katmaktadır. Bu kalıp bizim kendi isteğimizle yapmak zorunda olmayıp, insanların bizden bekledikleri eylemlerin yapılması gerektiği anlamını vermek için kullanılır. Ama çoğu zaman beklentilerin aksine bu eylemler yerine getirilmez.
Kullanım Yerleri:
1- Kurallar, sorumluluklar, gereklilik ;
I am supposed to be at work at 9 o’clock tomorrow morning. (Yarın sabah saat 9’da işte olmam gerekiyor.) -benden istenen bu
You are supposed to listen to your teacher. (Öğretmenini dinlemen gerekiyor.) -dinlemek istemiyor olabilir
We are not supposed to talk in the library. (Kütüphanede konuşmamamız gerekiyor.) -belki konuşuruz
You are supposed to teach us English. (Bize İngilizce öğretmeniz gerekiyor) -sizden istenilen bu
You are supposed to stop when the light turns red. (Kırmızı ışık yanınca durman gerekiyor.) -senden istenen bu
You are supposed to help me. (Bana yardım etmen gerekiyor.) -senden istenilen bu
*Cümleyi olumsuz kullandığımızda da yani not supposed to kalıbını kullandığımızda da kurallara uymadığımızı, sorumluluklarımızı yerine getirmediğimizi veya gerekliliklerin yapılmadığı anlamı verir.
You aren’t supposed to touch the fruits. (Meyvelere dokunmamanız gerekiyor.)- ama dokunuyor
You aren’t supposed to go there. (Oraya gitmemeniz gerekiyor.)- ama gidiyorsun
2- Beklentiler, tahminler, kulaktan dolma bilgiler:
It is supposed to be rainy tomorrow. (Yarın havanın yağmurlu olması bekleniyor.) -çünkü böyle bir algı var
This restaurant is supposed to be good. (Bu restoranın iyi olması gerekiyor.) -çünkü böyle bir algı var
3- Gelecekte yapılacak olan ama önceden organize edilmiş aktiviteler: (I am doing
I am supposed to meet with Tom tonight. (Bu gece Tom ile buluşacağım.) -önceden organize edilmiş bir buluşma, şimdi kararlaştırılmamış
We are supposed to study English tonight. (Bu gece İngilizce çalışıyoruz.)- önceden ayarlanmış
be supposed to kalıbının geçmiş yapısını ve cümleye kattığı anlamı inceleyelim.
was/were supposed to bir başkasının bizden yapmamızı beklediği ancak yapmadığımız bir olaydan bahsederken kullanırız.
I was supposed to go to the meeting early. (Toplantıya erken gitmem gerekiyordu ama gitmedim.) -bir zorunluluk olarak toplantıya erken gitmem bekleniyordu ama bazı sebeplerden dolayı gidemedim
Mia was supposed to finish her project by now. (Mia projesini şimdiye kadar bitirmesi gerekiyordu.) -normal şartlarda projesini şimdiye bitirmesi bekleniyordu ama bitiremedi anlamı çıkıyor
You weren’t supposed to be at the beach. (Plajda olmaman gerekiyordu.) -ama oradaydın
It wasn’t supposed to be rainy last night. (Dün gece havanın yağmurlu olmaması gerekiyordu.) -ama yağmurluydu
3) SUPPOSE / SUPPOSING / WHAT IF
Suppose/supposing (that) you lost your credit card, what would you do first? (Farzedelim ki kredi kartını kaybettin, ilk ne yapardın?) - kaybetmedin ama diyelim ki kaybettin, gerçeklik dışı
A: I am not going to take my phone with me. (Telefonumu yanıma almayacağım.)
B: Suppose the boss phones? (Ya patron ararsa?) - arama ihtimali var
B: Supposing the boss phoned? (Ya patron arasaydı?) --- arama ihtimali yoktu, gerçeklik dışı
B: What if the boss phones? (Ya patron ararsa?) --- arama ihtimali var
Suppose/supposing you won the lottery, what would you do? (Farzedelim lotoyu kazandın, ne yapardın?)
Suppose/supposing you didn’t go to England? (Farzedelim İngiltere’ye gitmedin?)
What if they don’t employ you, what will you do? (Eğer sana iş vermezlerse ne yapacaksın?)
What if I don’t pass my exam? (Eğer sınavımı geçmezsem ne olur?)
What if I didn’t pass my exam? (Eğer sınavımı geçmeseydim ne olurdu?) - diyelim ki geçtin