Yazı hayatını Hece dergisinde devam ettiren Necip Tosun, 1999-2005 yılları arasında Hece’de yayımlattığı öykülerini ikinci öykü kitabı Otuzüçüncü Peron’da birleştirerek okurlarıyla buluştu Aralık 2005'de Hece Yayınlarından çıkan kitap on üç öyküden oluşuyor. Öykü üzerine yaptığı incelemeler ve yazdığı denemelerle öyküyü her anlamda kuşatan bir yazar olarak; Tosun Türkiye Yazarlar Birliğinin 2005 Öykü Ödülünü alarak bunu bir kez daha ispatladı. Yazar okuyucuya son derece samimi bir öykü dili sunuyor Öykü kahramanları sıradan insanlarmış gibi görünseler de bu zamanın dünyasına başkaldırıp, çevrelerinde ve kendi içlerinde olup bitenlere isyan ederek diğerlerinden ayrılıyorlar. Öykü kişilerindeki umutsuzluk, yenilmişlik., tükenmişlik, geçmişi kurcalayış, şimdi'den rahatsız olma hali ön plâna çıktığından haklı mutsuzluğu okuyucuya derin bir şekilde hissettiriyor. Kitaptaki bu mutsuzluk hali kişilerde bir eylemde bulunma gereksinimine yol açıyor: "gitme" eylemi. Bu anlamda kitabın adı öykülerle bütünleşiyor. Bu gitme hali bazen kişilerin iç dünyasında bazen de dış gerçeklikte kendini gösteriyor. Kişiler hayallerini gerçekleştirmeyi tutkuyla istediklerinden, bunu gerçek dünyada başaramadıkları vakit iç alemlerine gömülerek dış dünyayı bir anlamda reddediyorlar. Tam bu noktada karşımıza rüya unsuru çıkıyor. Yazar hemen her öyküsünde bu unsuru kullanıyor ve gerçekle rüyanın ayırt edilemediği bir durum oluşuyor, bu da öyküleri daha çekici kılıyor. Öykülerin kurmacasına baktığımızda olayların çokluğundan ziyade durumların varlığı dikkat çekiyor. Yazar bir filmi baştan sona anlatmayı değil de filmin beş dakikalık bir kısmını bütün filmi özetler şekilde vermeyi yeğliyor. Mekan olarak ise şehrin, kentin ve kasabanın sokaklarını ve ille de otogarları öykünün merkezine yerleştiriyor. Yalnız burada otogar somut olmaktan ziyade insanın içinde var olan soyut bir mekan olarak karşımıza çıkıyor. Dil bakımından kusursuz olan kitap, teknik olarak herhangi bir farklılık içermemekte. Üsluptaki aynılık okuyucuyu rahatsız etmekten ziyade okuyucunun kendisini öykülerin akışına bırakarak kitabı bir solukta bitirmesini sağlıyor. Geleneksel yapıdan kopmayan Necip Tosun bir kez daha iyi öyküyü okurlarına sunuyor. İlk öykü olan Aynalar ve Sırlar öyküsü gerçeküstü durumların kullanıldığı bir öykü olup şehrin kalabalı ğında yüzünü yitirmiş ve ışığını arayan bir ressamı anlatıyor. "Bir şeyi resmetmek için o şeyin kendisi olmak gerekir", diyen yazar hayatı anlayabilmek için kendini keşfetmenin mutlak olduğunu vurguluyor. İkinci öykü Mektup kızının kaldığı otelde ölü bulunmasıyla sarsılıp bu acıyı yapılabilecek en iyi şeyle unutmaya çalışıyor: Kasabadan kasabaya giden ve ömrünü otellerde bitirmeyi isteyen bir anne karşımıza çıkıyor. Ne kadar kaçılırsa kaçılsın insanın kendinden başka gidecek yeri olmadığı vurgulanıyor. Otuzüçüncü Peron yine bir terk etme-geri dönme halinden yola çıkarak gitme'nin işlendiği bir öykü. insanların rüyalarından vazgeçtikleri ölçüde kendilerini yitirdiklerini anlatmaya çalışan yazar gerçekle düşü iç içe sokarak okuyucuyu uyarıyor. İnsanın kendisine dıştan ve içten bakma halini gördüğümüz bu öyküde kabına sığamayan insanların belki de içlerinde hep bir peron numarası taşıdığı sonucuna varabiliriz. Ricat öyküsü bir kitabevi sahibinin, tam anlamıyla bu dünyanın manzarasından tiksinmiş biri olarak düzene isyan edip otogarın ışıltısını içinde hissetmesini konu ediniyor. Kitaba hakim olan insanların iç boşaltma hali bu öyküde fazlasıyla kendini hissettiriyor. Sis Çanları yine kitabın bütünlüğünden kopmayan bir öykü olarak, kasabasına geri dönen, yenilmiş-liği kabullenen bir dostu sayesinde hem kendisi için hem de onun için bu defa kalmayı tercih eden bir kahramanın öyküsünü görüyoruz. Kitapta var olan gerçekleri gerçek olmayan durumlarla anlatmaya çalışan Necip Tosun, bu konuda gayet başarılı oluyor. Kırılmalar öyküsü ise bunlardan biri. Yine yaşadığı çirkin dünyayı reddedip tükenmeye başlayan güzellikleri yaşatmayı ilke edinmiş isyankar bir kişilik görüyoruz.. Bedenden çok ruhu anlatan, dış'tan çok iç'i anlatan yazar, yaşamın özünde bulunan ölümü kurcalayıp, ölümdeki gerçekliği ortaya çıkararak okuru rahatsız etmeyi başarıyor: Uğultu, Bakışlar, Park Otel, Yansıma ye Kırılmalar ölüm üzerinden hayata ulaşmaya çalışan öyküler. Park Otel'de Azraille randevulaşmayı, Yansıma'da bir insanın belki de bulabileceği en iyi yer olan mezarlıktaki kendini arayışı, Uğultu'da göçük altında kalan bir insanın gerçek ses'e ulaşmasını konu ediniyor. Gidememenin ya da gitmenin pişmanlığını hissetmek isteyen okurlar için, Necip Tosun ve Otuzüçüncü Peron. Seda Yücel, Dergah Edebiyat Sanat Kültür Dergisi
@fundafulya41755 жыл бұрын
Kaliteli bir yazar, harika bir program. İnşallah tekrar bekliyoruz Necip Tosun'u programa. Derin bilgi ve sohbet birikiminden istifade etmek isteriz her zaman!
@abdullahturay36085 жыл бұрын
Fevkalade bir birikim. Öykü bence de harika bir tür. Hocamıza bu manada kesinlikle katılıyorum. Ben öykü türünden ziyade roman okuyan biriydim. Ama Yusuf Atılgan’ın Saatlerin TIKIRTISI öyküsüyle öyküye büyük bir merak sardım. Necip Tosun'un Öykümüzün Kırk Kapısı kitabıyla karşılaştım. Ardından bu söyleşiyi izledim. Çok teşekkür ediyorum.
@fatihcelik89182 жыл бұрын
Sevgili Ahmet Murat beyin kaliteli soruları ve değerli öykücü, eleştirmen Necip Tosun'un dolu dolu yanıtları ve birikim paylaşımı için çok teşekkür ederim. Ufuk açıcı, bilgilendirici ve oldukça kıymetli bir söyleşi olmuş. Bugünden bakarak Necip Tosun gelecek nesillere önemli eserler bırakmıştır demek mümkün.
@gokcenyt4 жыл бұрын
Maşallah çok dolu çok beyefendi bir yazar.
@tanertokerr4 жыл бұрын
Çalışmalarını merakla bekliyoruz. Özellikle 40 yazarın ele alınacağı kitap büyük heyecan uyandırdı.
@cngreen2950 Жыл бұрын
Tesekkurler 🇹🇷🌹❤️
@doga13724 жыл бұрын
Çok teşekkürler 🌸
@enginkuscu83914 жыл бұрын
Edebiyat edep ten gelmiyor mu?Yaratıcı yaratıcılık edepli bir ifade midir?Yaratmak yoktan var etmek demek değil midir?Edep Yahu!..
@mehmetzahid88044 жыл бұрын
İnsan için kullanırken yaratmanın yoktan yaratma anlamında kullanılmadığını biliyor olmanız lazım. Ayrıca yaratmak anlamına gelen arapça halk kelimesi Arapçada "güzelce, ölçülüce yapmak" anlamlarına da gelir.
@enginkuscu83914 жыл бұрын
@@mehmetzahid8804 üstad arapça konuşmuyoruz malumunuz.Yaratma kelimesi fazlaca kullanıldığı içinde, olur olmaz her yerde de söylenir oluyor.Hem Yaradana saygı hem de dile saygı bakımından bu kelimenin Türkçe de böylesine kullanılmaması lazım.Zaten ifade yerini de bulmuyor.Felsefe diline bildiginiz gibi yaratı ve yaratılar şeklinde sirayet de ediyor.Buralar kamuya açık yerler olduğundan yani kültüre katkı platformları mesabesinde olmaları hasebiyle;hesaba katılması gereken hususlar var.Esas mesele kelimenin art niyetle kullanılıyor olması değil.Saygı ve sevgiyle..
@serdanayman96604 жыл бұрын
Yaratıcıya mahsus olan “ halk etmek” yani yoktan varetmek değil burada kastedilen, ön yargı ile bakmayın lütfen
@serdanayman96604 жыл бұрын
Yaratıcıya mahsusu olan “ halk etmek” yani yoktan varetmek değil burada kastedilen, ön yargı ile bakmayın lütfen
@enginkuscu83914 жыл бұрын
@@serdanayman9660 kardeşim hala yaratı diyebiliyorsunuz o halde diyecek bir şeyim yok sizlere.Her fırsatta söylüyorum biz Türklerin Yaradanı vardır.Yaratmak da ona mahsustur.Bu bir rikkattir edeptendir saygıdandır.Evvelce dikkat edilen incelikler birer birer kaybolup gidiyor.Laf uzadı kusura bakılmasın madem ki vicdanlar iz'anlar rahatsız olmuyor o zaman yapacak bir şey yok.Saygı ve sevgiyle..