Рет қаралды 690
‘Kimi kez itici, kimi kez büyüleyici biri’ diye tanımlanıyor o. Bilin bakalım kimdir? Anahtar kelimelerden biri: İmparator. Diğeri, bir isim, eşinin ismi: Josephine. Eh Fransa’dan olduğunu da biliyoruz. Bravo! Doğru yanıt: Napolyon Bonapart. Yok, bu bölümün esas kızı Napolyon Bonapart değil. Aslında tam olarak onun hakkında bir roman da değil konuşacağımız. Ama onun çevresinde dolaşıyoruz. Ana kahramanlarımızdan biri olan Onri, Napolyon’un seferlerinde yakın hizmetinde çalışan bir Fransız köylüsü. Ve Fransızların çoğu gibi Napolyon’un ilk zamanlarında ona çok hayran. Onun peşinden Rusya’nın buz kesmiş topraklarına giden, davulcu olmak isterken kendini imparator için tavuk boğazlarken bulan sıradan bir asker. Bize hikâyenin bir kısmını o anlatıyor. Diğer anlatıcımız da Venedik’ten bir balıkçı kızı, Vilanel, onun çok sıradan olduğunu iddia edemeyiz. Önce kaz ayaklarıyla ayrılıyor diğer insanlardan, sonra da kendini ve kalbini kaptırdığı çılgınca tutkusuyla. Bu iki anlatıcının ve bir imparatorun kaderi de Jeanette Winterson’ın 1987’de kaleme aldığı "Tutku" adlı romanda birleşiyor. Winterson, bu romanla John Llewelyn Rhys (Con Luvelin Riys) ödülünü de almış.
Jeannette Winterson, çok ilginç ve renkli metinlere imza atan biri. Otobiyografik ögeler taşıyan ilk romanı "Tek Meyve Portakal Değildir" ile bir anda büyük bir okur kitlesi edinen İngiliz yazar, 1985 yılında yayımlanan bu kitapla da Whitbread Ödülünü almıştı. Masalsı bir tadı var romanlarının. Yıllar yıllar önce 90’lı yıllarda tanışmıştım bir okur olarak onunla. Ve üslubuna bayılmıştım. Hâlâ da severim. O yıllarda beni Winterson’la tanıştıran kişi de sevgili dostum gazeteci, televizyoncu, sosyolog, yazar, derya deniz Can Kozanoğlu idi. "Tutku"yu önermişti bana. O yüzden dedim ki Can’a, gel seninle şöyle 90’lı yıllara uzanalım. Hoş ona böyle söyledin mi, Türkiye’de yaşanan siyasi olaylar, bunların sosyolojik yansımaları falan çıkabilir her an karşımıza. Ben de o yüzden tam olarak öyle demedim tabii. Beni Berhand Schlink ve Jeanette Winterson ile sen tanıştırdın o yıllarda, hangi yazarı konuşalım "Ben Okurum"da diye sordum. Winterson deyince, ikinci soru geldi tabii: Hangi kitabını? O da Tutku’yu söyledi. İşte böyle başladı bizim Jeannette Winterson retrospektifimiz.
“Kendisi şöyle demiştir: ‘Şans, raslantıları doğru kullanmak yeteneğinden başka bir şey değildir.’ Dünyanın merkezinin kendisi olduğunu sanıyordu ve uzun süre bu inancını değiştirecek bir şey çıkmadı karşısına. Con Kikirik bile. Kendi kendisine aşıktı, Fransa da bu aşkı paylaştı. Romantik bir aşk öyküsü. Belki de tüm romanslar böyledir; yani, eşit iki taraf arasında bir anlaşma değil de, günlük yaşamda çıkış noktası bulamayan düşlerin, isteklerin bir anda patlaması. İşin içinde bir dram olması şart, havai fişekler devam ettiği sürece gökyüzünün rengi de farklıdır. O imparator oldu. Taç giyme töreni için Papa’yı Kutsal Kent’ten Paris’e getirtti, ama son anda tacı kendi eline alıp kendi başına kendi yerleştirdi. Gerçekte sevdiği tek kişiyi, onu anlayan tek kişiyi boşadı ona çocuk veremediği için. Aşk öyküsünde tek başına beceremeyeceği tek şeydi çocuk.
Kimi kez itici, kimi kez büyüleyici biri.
Siz imparator olsaydınız ne yapardınız? Askerler sayılara mı dönüşürdü? Savaşlar diyagramlara mı dönüşürdü? Entelektüeller tehdit mi oluştururdu? Yaşamınızın son günlerini yiyeceklerin tuzlu, insanların tatsız olduğu bir adada mı geçirirdiniz?
Dünyadaki en güçlü insandı ama Josephine’i bilardoda yenemezdi.
Size öyküler anlatıyorum. Güvenin bana."
#denizyücebaşarır #benokurum #jeanettewinterson #cankozanoğlu #selyayıncılık