Рет қаралды 1,744
Üçüncü Nükte: İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa‘y-i maddî i‘tibâriyle zayıf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun o cihetteki dâire-i tasarrufâtı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki, elini uzatsa ona yetişebilir. Hatta insanın eline dizginini veren hayvânât-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tembelliğinden birer hisse almışlardır ki, yabânî emsâllerine kıyâs edildikleri vakit, azîm fark görünür (ehlî keçi ve öküz, yabânî keçi ve öküz gibi.) Fakat o insan, infiâl ve kabul ve duâ ve suâl cihetinde, şu dünya hânında azîz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerîm’e misafir olmuş ki, nihâyetsiz rahmet hazinelerini ona açmış. Ve hadsiz bedî‘ masnûâtını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş. Ve o misafirin tenezzühüne ve temâşâsına ve istifâdesine, öyle büyük bir dâire açıp müheyyâ etmiştir ki, o dâirenin nısf-ı kutru, yani merkezden muhît hattına kadar gözün kestiği mikdar, belki hayâlin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.
İşte eğer insan, enâniyetine istinâd edip, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayâl ederek, derd-i maîşet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir dâire içinde boğulur, gider. Ona verilen bütün cihâzât ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek, haşirde onun aleyhinde şehâdet edeceklerdir. Ve da‘vâcı olacaklardır. Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîm’in izni dâiresinde sermâye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir dâire içinde, uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır. Ve teneffüs edip istirahat eder. Sonra a‘lâ-yı illiyyîne kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihâzât ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehâdet ederler. Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı
SAYFA 116
bâkiye için verilmişler. Çünkü insanı hayvana nisbet etsen görüyoruz ki, insan, cihâzât ve âlât i‘tibâriyle çok zengindir. Yüz derece hayvandan daha ziyâdedir. Hayat-ı dünyeviye lezzetinde ve hayvânî yaşayışında yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve her bir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor. Ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil. Elemsiz bir lezzet alır. Kedersiz bir zevk eder. Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir. Ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlik’ına şükreder.
Demek ahsen-i takvîm sûretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikir etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer. Başka bir yerde bir temsîl ile bu hakîkati beyân etmiştim. Münâsebet geldi. Yine o temsîlî tekrar ediyorum. Şöyle ki: Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip “Mahsûs bir kumaştan bir kat elbise yaptır” emreder. İkincisine bin altın verir, bir pusula içinde bazı şeyler yazılı, o hizmetkârın cebîne koyar, bir pazara gönderir. Evvelki hizmetkâr, on altın ile a‘lâ kumaştan mükemmel bir elbise alır. İkinci hizmetkâr, dîvânelik edip, evvelki hizmetkâra bakıp, cebine konulan hesab pusulasını okumayarak bir dükkâncıya bin altın vererek, bir kat elbise istedi. İnsafsız dükkâncı da, kumaşın en çürüğünden bir kat elbise verdi. O bedbaht hizmetkâr, seyyidinin huzuruna geldi. Ve şiddetli bir te’dîb gördü. Ve dehşetli bir azab çekti. İşte ednâ bir şuûru olan anlar ki, ikinci hizmetkâra verilen bin altın, bir kat elbise almak için değildir. Belki mühim bir ticaret içindir.
Aynen onun gibi, insandaki cihâzât-ı ma‘neviye ve letâif-i insaniye ki, her birisi hayvana nisbeten yüz derece inbisât etmiş. Meselâ, güzelliğin bütün merâtibini fark eden insan gözü; ve taâmların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsûsalarını temyîz eden insanın zâika-i lisâniyesi; ve hakāikin bütün inceliklerine nüfûz eden insanın aklı; ve kemâlâtın bütün envâına müştâk insanın kalbi gibi, sâir cihazları, âletleri nerede? Hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişâf etmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan, kendine hâs bir amelde, münhasıran o hayvanda bir cihâz-ı mahsûs, ziyâde inkişâf eder. Fakat o inkişâf hususîdir.
SAYFA 117
İnsanın cihâzât cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki, akıl ve fikir sebebiyle insanın hâsseleri, duyguları fazla inkişâf ve inbisât peydâ etmiştir. Ve ihtiyâcâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyât peydâ olmuştur. Ve hassâsiyeti çok tenevvü‘ etmiş. Ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle, pek çok makāsıda müteveccih arzulara medâr olmuş. Ve pek çok vazîfe-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihâzâtı ziyâde inbisât peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müsteid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi‘ bir isti‘dâd verilmiştir. İşte şu derece cihâzâtça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsîli için verilmemiştir. Belki şöyle bir insanın vazîfe-i asliyesi, nihâyetsiz makāsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet sûr...
SAYFA 118