Рет қаралды 493,073
KÜLAHIM, BİLEKLİĞİM VE İLK NEZARETHANE TECRÜBESİ
1. Bölüm:
Uçaktan indiğimde yüzüme hüzün ve sevinç karışımından doğan aptalca bir ifade yerleşmişi. Bir de heyecandan kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. Terminal binasından çıktım. Kulağıma birkaç Türkçe sözcük çalındı. Yıllardır yalnızca çığırdığım türkülere hapsolmuş bu tanıdık dil, şimdi sokaklarda yürüyen herkesin ağzındaydı. Her bir sözcük, gölgesini ruhumun üzerine bırakıyordu. Yanımdan birkaç adam geçti, omuzlarında güneş parlıyordu. İçlerinden birisinin paltosunu rüzgar şişirip duruyordu. Karşıdan gelen bir kadın, geniş kaldırıma rağmen, araba yoluna inerek yanımdan geçti. Bu manzara, içinde bulunduğum üstün anı sonlandırıvermişti. Sosyal mesafe safsatası, diye söylenmekten kendimi alamadım. İnsanlığın her çağda karşı kaşıya kaldığı bir çıkmazı olmuştur; ne yapalım, kurulu düzenin, kitleleri kontrol altına alma hastalığına yakalandığı bu çağ da bize düştü. Ama etraflarına eski çağların peygamberlerinden bile daha fazla fedai toplayan, insanın temel hakları konusunda dahi kendilerinde son sözü söyleme hakkını bulan "uzmanlar" ve sorumluluktan kaçıp bunların eline ipleri veren kifayetsiz devlet yöneticileri sayılmazsa, günümüz dünyası hala yaşanılabilir bir yerdi.
Tropikal iklimden kalma incecik kıyafetlerimle beni karşılamaya gelecek olanları beklerken, soğuktan dişlerim zangırdıyordu; yine de halimden memnundum. Uzun bir aradan sonra ilk defa soğuk havayı deneyimliyordum. Birazdan beni almaya gelmişlerdi, konaklayacağım çatıya doğru geçtim. Yolda dikkatimi en çok çeken şey, çarpık kentleşmeydi. Bu anlamda İstanbul, dünyanın ilk birkaç şehri arasında yer alabilirdi. Beş yıl önce de buralar böyle miydi, diye yol boyunca hafızamı tazelemeye çalışmaktan kendimi alamadım.
İki hafta sonra, o sırada evinde konakladığım Mahmud Altunsoy'un beni beraberinde götürmek istemisiyle bir oturma eylemine katılmaya gittim. Her şey irticalen gelişmişti. Bir Perşembe öğleden sonrasıydı. Kurşuni bulutlar gökyüzüne doluşmuştu. Alana vardık. İflasını açıkladıktan sonra maaşları, kıdem ve ihbar ücretlerini ödemeyen şirketin binası önünde, birkaç işçi oturuyordu. Orada bulunan bir sendika başkanı da muhabirin uzattığı mikrofona açıklama yapıyordu. İşçilerin, beş gündür haklarını aramak ve seslerini duyurmak için bu eylemi sürdürdüklerini öğrendim. Benden de sazımla eşlik etmemi rica ettiler, zevkle kabul ettim. Türkümü çığırmaya başlamıştım ki:
"Hakkınızda şikayet var. Savcılık talimatı var. Lütfen bizimle karakola kadar gelin."
Polisler etrafımızı sarmıştı.
Birilerinin aleyhinde slogan atan yoktu, pankart açan yoktu. Başta teklif edilmesine rağmen hoparlör kullanmayı reddettiğim için, benim ve bağlamamın sesi bile şehir gürültüsünün gölgesinde; ancak yanımıza sokulup kulak kesilinler tarafından duyulabilecek yükseklikteydi.
"Türkü bitsin kalkacağım." dedim.
Etrafta biriken gergin enerjiden habersizdim. Bu nedenle, bitirmem için bana mühlet tanınacağından emin bir şekilde türkümü çığırmaya devam ediyordum. Ansızın homurtuyla başlayan, ardından polislere yönelik tepkiler ve bağırışmalarla devam eden bir kargaşada, kendimi koltuk altlarımdan tutan iki polisin arasında buldum. İlk tepkim, sazımı olası darbelerden korumak için onu havaya kaldırmak oldu. Direnmemiştim. Az ileride, ne zaman geldiğini ve oraya park ettiğini önceden fark etmediğim polis otobüsüne beni götürülüyorlardı. Diğer polisler de gözaltına aldıkları işçileri arkamdan getiriyorlardı. Bazı işçilerin yerde sürüklendiğini gördüm. Mahmud, gördüğü muamele karşısında polislere tepki gösteriyordu. Fakat bu durumdan hiç hoşlanmayan polisler, onu daha fazla tartaklıyorlardı. Bir ara, arkamda neler olduğuna dönüp bakmak isterken, koltuk altlarımdan beni sıkıca kavramış olan polisler, tüm güçleriyle beni engellediler.
"Direnmiyorum, bu yaptığınız ne şimdi?"
Umursamadılar. Onların hızına son anda ayak uyduramasaydım yerde sürüklenecektim.
"Sazıma zarar gelmesini istemiyorum."
Gözaltına alındığım yerde kalan çantamı ve telefonumu almak için polislere epey dil döktüm; kale bile alınmadım. Sanki sağır ve dilsizdiler.
"İçinde yazılarım var. Notlarım var!"
Tepki yok.
Telefonumda yedeklemediğim yüzlerce sayfa yazı ve not vardı. Buraya kadarmış, diye düşündüm. Verilerimi yedeklemem noktasında birçok kez çevremdeki insanların uyarılarını kulak ardı etmiştim; çünkü bu dünyada, tüm marazların bir şeyleri güvence altına almaktan kaynaklandığına inanıyordum. Hayatın tüm tehlikelerine karşı kendisini ve sahip olduklarını sigortaltma çabasında olan ruhlar ile ölüm sonrası sonsuz bir yaşamı arzulayan ruhların aynı ruhlar olduğu gerçeği, bana gülünç geliyordu. Yitirme duygusunu tadmadan yeniden dirilmenin hayalini kurmak ise, acınası bir durumdu.
2. BÖLÜM YORUM KISMINDA.