Рет қаралды 50,228
DM kutumda bir mesaj görüyorum:
”Babamızı kaybettik.”
Mesaj, bundan ibaret. Sonuna bir de ağlama emojisi eklenmiş. Hemen babamın ismini googlluyorum. Onun, muhtemelen son zamanlarına ait olduğunu düşündüğüm bir fotoğrafının yer aldığı yerel bir haber sayfası karşıma çıkıyor. Fotoğrafın altındaki ”Şehrimizin tanınan mollası, emekli imam C. Özdemir vefat etti…” yazısını okuyorum.
Telefondan başımı kaldırdığımda, ikindi göğü altındaki bu şehir de ölmüştü. Gövdem, havası vakumlanmış bir laboratuvar bölmesi gibi bomboş, sessiz ve ağır; ruhsuz gövdemi ayakta tutan şeyin ne olduğuna şaşarak yürümeye başlıyorum. Benimle birlikte kalabalıklar da yürüyor kaldırımlarda. Benden daha hızlı hareket eden insanlara bakıyorum; onlar da hissiz, düşüncesiz. Her şey bilinçsizce deviniyor. Ya şu uçan siyah kuşun bir uçurtma cansızlığıyla havada asılı durmasına ne demeli? Hiç kimse ne istediğinin ve nereye gittiğinin farkında değil. Varoluş, incelikten yoksun. Aptal bir komedi dönüyor etrafımda. Sanki babam değil de Tanrı ölmüştü.
Günün kararmasıyla bir duvar dibine çöküyorum ve başlıyorum çalıp çığırmaya; fakat insanların aşina olmadığı bir dil ve enstrümanla çalıp çığırdığım bu akşam saatlerinde ben kimim? Evsizliğim, yurtsuzluğum ve köksüzlüğümle varoluş karşısında hayret etmekten başka bir erdemim yok.
Birden uzaktan duyulan, gittikçe yaklaşan ve yaklaştıkça kulaklarımı şevkatle okşayan kutsal sesler işitiyorum. Birileri Türkçe konuşuyor. Başımı kaldırdığımda, üzerime eğilmiş bir çiftin sokak lambasının aydınlattığı yüzlerinde, hiç beklemediği bir anda Türkçe çalıp söylediğimi duyan her Türkün yüzünde beliren o şaşkın ifadeyle karşılaşıyorum. Önce kadın mı soruyor, yoksa erkek mi fark edemiyorum bile:
”Ne yapıyorsun burada?”
...
YAZININ DEVAMI YORUMDA.