Рет қаралды 4,910
Otuzbirinci Mektub’un Birinci Lem‘a’sı
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَنَادٰي فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَ ٭ اِذْ نَادٰي رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ ٭ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ٭ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ
يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي ٭ يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي
Otuzbirinci Mektub’un birinci kısmının, her zaman, hususan mağrib ile ışâ ortasında otuz üçer def‘a okunması çok fazîleti bulunan mezkûr kelimât-ı mübârekenin herbirinin çok envârından bir nûrunu gösterecek altı lem‘adır.
BİRİNCİ LEM‘A
Hazret-i Yûnus ibn-i Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâm’ın münâcâtı, en azîm bir münâcâttır ve en mühim bir vesîle-i icâbe-i duâdır. Hazret-i Yûnus Aleyhisselâm’ın kıssa-i meşhûresinin hulâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaz‘iyette, لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَ münâcâtı, ona sür‘atle vâsıta-i necât olmuştur.
Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaz‘iyette esbâb, bilkülliyesukūt etmiş. Çünkü o halde ona necât verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü, onun aleyhinde gece, deniz, hût ittifâk etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zât, onu sâhil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı olsa idiler, yine beş para fâideleri olmazdı. Demek esbâbın te’sîri yok.
Müsebbibü’l-esbâbdan başka bir melce’ olamadığını aynelyakîn gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nûr-u tevhîd içinde inkişâf ettiği için, şu münâcât birdenbire geceyi, denizi, hûtu musahhar etmiştir. O nûr-u tevhîd ile, hûtun karnını
SAYFA 2
bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvârî emvâc dehşeti içindeki denizi, o nûr-u tevhîd ile, emniyetli bir sahrâ ve bir meydân-ı cevelân ve tenezzühgâh eyleyerek, yine o nûr-u tevhîd ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdîd ve tazyîk eden o mahlûkāt-ı müdhişe, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sâhil-i selâmete çıktı. Şecere-i yaktîn altında, o lütf-u Rabbânîyi müşâhede etti.